3H iktidarı

Yenal Bilgici, uzun süren çalışmasının ürününü bizlerle paylaştı: Memlekette Tuhaf Zamanlar – Hakikat-Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız

Neyin doğru neyin yanlış olduğunu ayırt edemediğimiz bir dünyada körlemesine ilerliyoruz. Üstelik bu ayırt edememe halini kabul etmiyoruz. “Ben hangi bilginin doğru olduğunu biliyorum ama bunu anlayamayan zavallılar için üzgünüm” havalarındayız, bir bataklıkta debeleniyoruz. Özellikle orta-üst sınıfın o kendinden emin, kibirli, “kötü şeyler benden uzaktadır, ben orada yaşanan şeylere burada üzülürüm” ukalalığıyla bezenmiş halleri gerçek-dışı’nın çoğalmasında önemli bir rol oynuyor. Yenal ‘ın daha önsözde vurguladığı gibi çağımız hacim ve hız çağı: “İnternetle beraber bir eşiğin üzerinden atladık. Hayatlarımızda iki yenilik var: hacim ve hız. Hem enformasyona hem de dezenformasyona emsali görülmemiş oranda ve süratte maruz kalıyoruz. Bir yandan da başkalarını maruz bırakıyoruz. Yalanların yayılmasında bizim de payımız var.”

Şu son cümleden devam edelim: “Yalanların yayılmasında bizim de payımız var.”

Okuduğum bir haberi kaynağını kontrol etmeden, güvenilirliğinden ve doğruluğundan emin olmadan paylaşmışlığım var. Neyse ki çok önemli bir haber değildi (bir spor müsabakasıyla ilgiliydi) ve kısa süre sonra sildim. Ama bu durum “günahımı” silmiyor. O kısa sürede gören gördü ve belki de onlar da paylaştı. Doğrulanmamış bir haber, elden ele uzatıldı. Hatta kulaktan kulağa oyununda olduğu gibi belki de biraz “bozularak” iletildi. Samimiyetle itiraf ediyor ve soruyorum: Siz hiç içeriğini okumadığınız bir haberi, kaynağını sorgulamadığınız bir iletiyi, kimden geldiği belli olmayan bir bilgiyi paylaşmadınız mı?

Elias Canetti, muhteşem çalışması Kitle ve İktidar‘a “Dokunulma Korkusu” bölümüyle başlar. Dokunulma korkusundan kaynaklanan tiksinti duygusundan ve bundan sadece kitle içinde kurtulabilme halinden söz eder bu bölümde. Kitlenin içinde bize dokunan bizim gibi biridir duygusuyla rahatlarız. Hatta onu kendimiz gibi duyumsamaya başlarız. “Kitle, her bireyi dokunulma korkusundan mümkün olduğu kadar bütünüyle kurtarmak ister. İnsanlar birbirlerine ne kadar kuvvetli yaslanırlarsa, birbirilerinden korkmadıklarından o kadar emin olurlar. Dokunulma korkusunun bu karşıtına dönüşü kitlelerin doğasında vardır. Rahatlama hissi, kitle yoğunluğunun en çok olduğu yerde en çarpıcıdır.”

Sosyal medya tanışıklıklarının, bir süre sonra en “hakiki” dostluklara dönüştüğüne çokça şahit oldum. Orada oluşturulan kitle, dokunulma korkusunun karşıtına dönüşü sürecini çok belirgin ve çok hızlı yaşıyor. (Canetti, kitabı bugünleri de görerek yazsaydı neler derdi, merak ederim) Sosyal medyadaki yankı odalarımız, zamanla kuralları kendiliğinden konulmuş kitlelere dönüşüyor. Bu kitlelerin hacmi büyüdükçe, güç alanı da büyüyor. Giderek her bir küçük kitle, küçük bir iktidar alanına dönüşüyor. Burada hızlı olma yeteneği ve hacmi önemli tabii.

Yenal’ın bu ikili vurgusuna (hız ve hacim) bir katman daha eklemek istiyorum: Haz.

Canetti’ye kulak verelim: “Kitle içinde meydana gelen en önemli olay deşarjdır. Deşarj olmadan kitle gerçek anlamda mevcut değildir; kitleyi yaratan deşarjdır. Deşarj anı, kitleye dahil olan herkesin farklılıklarından kurtulduğu ve kendini diğerleriyle eşit hissettiği andır.”

O “eşit hissetme anı” gerçekten hepimiz için çok değerli. O anda yaşadığımız haz, hakikat-sonrasını belirleyen psikolojik etmenlerden biri. Üstelik Canetti burada takma isimlerden, maske kimliklerden, alter egolardan da söz etmiyor. Günümüz o deşarj anını farklı ve sahte kimliklerle yeniden-yeniden üretebilme olanağını da veriyor bize. Haz yeniden üretildikçe, benzer hikayeler de yeniden üretiliyor. Ve kitle bu hikayelerle hacmini büyütüyor. İktidar alanını genişletiyor. Her iktidar yapısında olduğu kendi rol dağılımlarını yapıyor, kendi safralarından kurtuluyor. Her şey, en büyük hacme sahip iktidarın, en hızlı paylaşımında, en büyük hazza ulaşması için.

3H: Hacim, hız ve haz.

Yenal Bilgici‘nin Memlekette Tuhaf Zamanlar adlı kitabını özellikle kendi yankı odalarının gerçekliğine kapılmış sosyla medya kullanıcılarının hemen okumasını diliyorum. Türkiye’den örnekler veriyor Yenal, içinde bulunduğumuz siyasi atmosferin sinir uçlarını açığa çıkarıyor. Ama bunlarla birlikte arka planda kendimize şunu sormamızı da sağlıyor. “Ben bu yalan-üretim çağının neresindeyim? Ben kitlemin bir parçası olabilmek için hangi rolleri üstleniyorum? Ben o haz duygusuna bir an önce erişmek, kitle deşarjına ulaşabilmek için neler yapıyorum? Ben bu düzenin içinde ne kadar düzenbazım? Ben, 3H iktidarında bir karış yer elde edebilmek için kaç takla atıyorum?”

Hakikat -sonrası çağının dinamiklerini sadece politikacılar, semaye grupları, çok uluslu şirketler falan kullanmıyor. Tartışmaya önce kendimizden başlamalıyız. O “haz duygusundan”, o “deşarj anından” vazgeçebilir misiniz?

bir yorum bırakın