Italo Calvino’nun Seçme Mektuplar’ı, aydın olmanın netlik ayarını yapıyor.
“Yazmak her zaman faydalı bir şeydir. Yanlış şeyler yazarsan (ve tabii bunu fark edersen) o hatalardan sakınmayı öğrenirsin. Güzel şeyler yazarsan, bunlar daima güzel kalır ve onları bugün ya da beş yıl sonra yayımlaman fark etmez.”
Bu satırlar Italo Calvino’nun, 19 Ocak 1947’de Marcello Venturi’ye yazdığı mektuptan. O gün için, 24 yaşındaki genç bir yazarın romantik cümleleri olarak okunabilir. Ama bugünden bakınca, 62 yıllık yaşamının tümünü inandığı değerlere adayan bir büyük edebiyatçının, daha yolun başında ne kadar kararlı-bilinçli olduğunu görmemizi sağlıyor.
Italo Calvino, hiç kuşkusuz 20.yüzyıl edebiyatının en önemli isimlerinden biri. Sadece kurmaca kitaplarıyla değil; gazeteciliği, yayıncılığı, editörlüğü, yayınladıkları, aktivist kimliği, aydın duruşu ve düşünceleriyle de. İkinci Dünya savaşı sonrası şekillenen edebiyatın, sol hareketin, yayıncılık anlayışının, aydın hesaplaşmasının merkezinde yer almış bir isim. Savaş sırasında askere alınan ancak hemen kaçarak partizanlara katılan Calvino, iki yıl boyunca İtalya-Fransa sınırında, işgalci Almanlara ve faşist Mussolini güçlerine karşı savaşmış. SSCB’nin Macaristan’ı işgaline kadar İtalyan Komünist Partisi’nde aktif görevde bulunan yazar, 1 Ağustos 1957’de yazdığı mektupla Parti’den istifa etmiş. Sadece bu mektup bile, ilk öyküsünün yayınlandığı 1945 yılından başlayarak edebiyatın farklı alanlarında verimli olan Calvino’nun 40 yıllık bir süre içinde yazdığı mektupların nerelere uzandığını, düşünce dünyamızın hangi duvarlarını aştığını, 20.yüzyıl entelektüelini anlamak için nasıl bir rehber olduğunu anlatmaya yetiyor. Luca Baranelli tarafından yayına hazırlanan ve Meryem Mine Çilingiroğlu’nun çevirisiyle YKY tarafından yayımlanan Seçme Mektuplar (1945 – 1985) sadece zamanını anlatmıyor, bugünün edebiyat ve düşünce dünyasının temelini anlamamızı da sağlıyor.
Öykülerin edebiyat içindeki öneminin hep göz ardı edildiğine inanan biri olarak 8 Kasım 1946’da Silvio Micheli’ye yazdığı mektuptaki şu satırlar özellikle ilgimi çekti: “Güzel, tertemiz, kısa ve özlü bir öykü kitabı ortaya koymayı umuyordum ama Pavese hayır dedi, öyküler satılmıyormuş, roman yazmak lazımmış. Bana kalsa hayatım boyunca öykü yazarım. Başladığın gibi bitirdiğin, bir çırpıda yazıp okuduğun, sepet dolusu yumurta gibi dolu dolu ve mükemmel olan, bir sözcük çıkarıp ya da ekleyecek olsan her şeyin darmadağın olacağı kısa ve güzel öyküler yazmak istiyorum. Romanda ise her zaman ölü noktalar, bir başka parçaya iliştirilmek için yazılmış noktalar, yazarın kendisini içinde hissetmediği karakterler var.”
1950’de Mario Motta’ya yazdığı bir mektup ise “okur” Calvino’nun, okuma süreci kaygılarını ve nesnel yaklaşıma özenini anlatır nitelikte: “… öncelikle ‘kendimi gazetecileşmekten arındırma’ya ihtiyacım var; son yıllarıma hükmetmiş olan şu sıkıntıdan, üzerine hemen eleştiri yazmak için kitap okuma telaşından ve kitabı daha değerlendirmeye fırsat bulamadan yorumlamak durumunda kalmaktan kurtulmam lazım.”
Calvino mektuplarında asla orta yoldan konuşmuyor, konunun arkasından dolaşmıyor. En yakın dostunun bir metnini değerlendirirken bile net, kararlı ve hatta sert cümleler kurabiliyor. Cesare Pavese’nin Yalnız Kadınlar Arasında romanını beğenmediğini mektubun ilk satırında söyleyip kalan satırlarda kıran kırana bir eleştiriye girişebiliyor. Pavese’nin yüzüne karşı bu kadar sert bir mektup yazan Calvino’nun dostunun intiharını öğrendikten sonra Isa Bezzera’ya yazdıkları daha da can acıtıcı oluyor bu yüzden: “(Pavese) …hayatımdaki en önemli insanlardandı, şu anki halimi büyük ölçüde ona borçluyum, yolumu belirlemiş, bana yön vermiş, cesaretlendirmiş ve yaptığım her işi izlemiş, düşünme şeklimi, zevklerimi, hayatta edindiğim alışkanlıkları ve tutumları etkilemiş kişiydi.”
Bir editör olarak yazdığı mektuplarda asla yazarını oyalamıyor Calvino. Bir arkadaş olarak yazdığı mektuplarda da bildiğini saklamıyor, paylaşmaktan zevk alıyor, öğrenmeye açık olduğunu çok net hissettiriyor. Aydın olmanın netlik ayarını yapıyor adeta. Mektup yazılan isimler arasında kimler yok ki: Natalia Ginzburg, Elio Vittorini, Elsa Morante, Pier Paolo Pasolini, Giulio Einaudi, Michelangelo Antonioni, Leonardo Sciasica, Michele Rago, Alberto Moravia, Primo Levi, Gore Vidal… Her bir mektup yeni bir düşünce kapısı açıyor. Umberto Eco’nun dev eseri Gülün Adı’nı dokuz maddede çözümlediği mektubundan, daha sonra Görünmez Kentler’e dönüşecek eserine başladığını yazdığı mektubuna kadar: “Tamamı hayalî olan şehirlerin kısa kısa betimlemeleri üzerinden Marco Polo’nun Geziler Kitabı’nın bir uyarlamasını yazmaya koyuldum. Şimdiye dek yaptığım bir şeye benziyor mu bilmiyorum.” (12 Eylül 1970)
“…zira yazar, insan kardeşlerini kurtarmak için kendini paralayan kimsedir” diyen Italo Calvino’nun 550 sayfalık dev rehberi var elimizde. Okur olmanın, yazar olmanın, aydın olmanın rehberi. Yazarın bütün kitaplarında olduğu gibi, yıllar boyunca dönüp dönüp okunacak bir kitap.
Bir okur olarak not: Kitabın orijinali Lettere, 1940-1985 arası mektupları içeriyor. Elimizdeki kitap ise mektupları 1945’ten başlatmayı tercih etmiş ve Mondadori baskısından “seçme” yapıldığını belirtmiş. Bu tercihin nedenini -hiç değilse küçük bir yayıncı notu ile- öğrenmek isterdim.