Fil Uçuşu’nda özel bir konuda, özel bir söyleşi okuyacaksınız. Rehberimiz İdil Acim, konumuz “ses”.
Muhteşem yazar Thomas Bernhard’ın adına tutkun olduğum eseri “Ses Taklitçisi”ni ne zaman okusam, ses üzerine bir kez daha düşünürüm. Ses hafızası nedir? Bu kavramın gündelik hayatımızda ve sanattaki yansımaları nedir? Ses tasarımı deyince ne anlamalıyız?
Geçenlerde İdil Acim’le yazışma fırsatı bulunca bir kez daha aynı soruların peşine düştüm. Ama bu kez kendime harika bir rehber bulmuştum. İstanbul’da doğan ve müzisyen bir ailede büyüyen İdil Acim, çocukluğundan itibaren babası besteci Server Acim’in yönlendirmesiyle müzik yaşantısına başlamış bir isim. Synthesizerlarla erken yaşta tanışarak ses ve müzik teknolojilerine olan ilgisini keşfettikten sonra, müzik kariyerini o yönde ilerletmeyi amaçlayarak, bu alanda kendini hala geliştirmeye çalışmış. Yaklaşık on yıldır çeşitli ses tasarımları yapmakta, analog cihazlarla müzikler üretmekte, Elektronik Müzik Tarihi seminerleri vermekte ve görüntüye müzik yazma üzerine çalışmakta. 2021 yılının Mayıs ayında yayınlanan ilk albümü Ezop ile birlikte önceki birçok çalışması çeşitli dijital müzik platformlarında yer alıyor. Ayrıca, Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi’nin, 2015 ve 2017 yıllarında düzenlediği Elektronik Müzik Festivali kapsamında I Have A Dream ve PoeTRY isimli eserleri seslendirilmiş.
İdil, sorularıma derinlikli cevaplar verdi. Ama bunu yaparken de “okuyanları çok sıkmadan doğru bilgilere ulaştırmak” amacında olduğunu da özellikle söyledi. Sözü uzatmadan hep birlikte “ses dünyasına” dalalım…
Sevgili İdil Acim, merhaba. Ses hafızası konusunda ne düşünüyorsunuz?
Konuya direkt girmeden önce, alanla ilgili bazı temel bilgiler ve çalışmalardan bahsetmek isterim, belki bu sayede okuyucuların zihninde bu disiplinin yol haritasını çizmek daha kolay olur. Ses hafızasının genel tanımı; sesli konuşmaları, müzikleri ve doğadaki diğer sesleri algılama, yorumlama ve hatırlama gibi becerileri kapsayan zekâ türü olarak geçmektedir. Bu tanım üzerinden yola çıktığımızda, vardığımız noktalar, ses hafızasına ve bilişsel hafızaya olan bakış açımızı geniş tutmamızı sağlayan yerlere de götürür. Kavramsal açıdan bir giriş yapacak olursak; psikolojide hafıza, bir organizmanın bilgiyi depolama, saklama ve sonrasında ise geri çağırma yeteneği olarak tanımlanmıştır. Diğer bir bakış açısıyla, araya giren belli bir süreden sonra deneyimin davranışlarda etkisini göstermesi, deneyimin izinin bir şekilde saklandığını gösterdiğine göre bu saklama işlemine bellek denmektedir. Hafızayla ilgili ilk çalışmalar felsefe alanında yapılmış olup daha çok hafıza geliştirme teknikleri üzerinde yoğunlaşmıştır. 19. yüzyılın sonlarında psikolog Ebbinghaus kendi üzerinde yaptığı deneylerle ele ele almış olsa da esas olarak 1950’lerden sonra bilişsel psikoloji yaklaşımı içerisinde ele alınmış; bu yaklaşımla oluşturulan ilk bellek modellerinden biri, psikolog Atkinson ve psikolog Shiffrin’in oluşturdukları üç aşamalı bellek modelidir. Bunlar; görsel duyusal hafıza olarak da bilinen ikonik hafıza, çok kısa bir imge içerir. Bu tip bir duyusal hafıza tipik olarak saniyenin dörtte biri ile yarısı kadar sürer. İşitsel duyusal hafıza olarak da bilinen ekoik hafıza, yankıya benzeyen çok kısa bir ses hafızasını içerir. Bu tip duyusal hafıza üç ila dört saniyeye kadar sürebilir. Dokunsal hafıza da bir dokunuşun çok kısa bir süre hatırlanmasını içerir. Bu tip bir duyusal hafıza yaklaşık iki saniye sürer.
Sorunuzun cevabını kapsayan ekoik ve ikonik hafızadan kısaca bahsedecek olursak da; ekoik hafıza, kısa süreli hafızanın bir parçasıdır ve beynin duyulan sesin tam bir kopyasını alabilmesi ve kabaca iki ila dört saniye boyunca çok kısa süreler boyunca tutabileceği anlamına gelir. Ayrıca bu terim, bilişsel psikolog Ulric Neisser’ın çalışmaları sonucunda ortaya çıkmıştır. Bir müzik veya kısa bir cümle gibi bir ses duyduğumuzda, yankı belleği devreye girer ve beyin bu sesin kısa bir süre boyunca bir kopyasını tutar. İnsanlar, bu sesleri ilk duyduklarında sesin anlamına dikkat etmeyi erteleyebilirler ve bunun yerine beynin kopyasını yorumlayabilirler. Örneğin, bazen bir kişi bir başkasının konuşmasına tam olarak dikkat etmez. Bir konuşmacıdan bir şeyi tekrarlamasını isteyebilir ve konuşmacı tekrar söylemeden önce ne söylendiğini bildiğini fark edebilir. Bu, sesin kopyasını üreten, kişinin dinlemeyi yakalayabilmesi veya bir sesin önemini kısaca düşünebilmesi için kullanılan ekoik bellektir. 1960’lı yıllarda bilişsel psikolog George Sperling de, ikonik (görsel) hafızayı ekoik bellek ile ilişkilendiren çalışmalar yapmıştır.
Bu kavramsal bilgileri, sosyal yaşantıya uyarladığımız ve diğer sanat dallarıyla ilişkilendirdiğimiz zaman ses hafızasının kuvvetini de daha rahat anlayabiliriz. Sizin mesleğiniz ve sesiniz üzerinden bir örnek vereyim; Geleceğe Dönüş filmindeki Marty McFly karakteri ile sizin sesiniz işitsel belleğimle tanıştı ve filmdeki karakteri izleyerek belleğe aldığım için sonraki işlerinizde sesinizi hatırlamak da daha kolay oldu.
Radyo tiyatrolarında sesleriyle oyunlara hayat veren kıymetli tiyatrocuları da gerçek tiyatro sahnesinde izlediğimizde, işin içine görsel hafıza da karıştığı için, bellek süresinin uzamasından da söz edilebilir. Ses hafızasını sadece insan sesiyle bağdaştırmak da doğru olmaz, kent belleği için de sesler çok önemlidir mesela. Örneğin, Beyoğlu İstiklal Caddesi’nin tramvay sesi kent belleğinin önemli simgelerinden birisidir.
Ses hafızasına bir de son dönemde yaşadığımız ve hepimizi derinden sarsan doğal afetlerden bir örnek vererek, doğal seslerin üzerimizde yarattığı etkiye bakacak olursak; çok üzülerek izlediğimiz o yangın görüntülerinde var olan ağaçların yanarken çıkardığı sesleri, yöre halkının ve yardımseverlerin isyanlarını duymasaydık, ülkede yaşanan bu elim olayların acısını yüreğimizde hissetmek sadece görüntü veya sadece ses ile mümkün olmayabilirdi.
Naçizane fikrim; ses hafızasını tek bir pencereden değerlendirmediğimden ötürü, koku hafızası kadar bellekte kalıcı iz bırakabileceğini gözlemliyorum ve bu hafızanın çok kuvvetli bir etkiye sahip olduğunu fakat görsel hafıza ile birleştiğinde uzun süreli ve daha etkili bir güce sahip olduğunu düşünüyorum.
Ses tasarımı deyince ne anlamalıyız?
Genel tanım olarak ses tasarımı, ses parçaları oluşturma sanatı ve uygulamaları bütünüdür. Ses üretim teknikleri ve araçları kullanılarak işitsel unsurların belirlenmesini, edinilmesini veya oluşturulmasını içerir. Bu sesler, dijital müzik yazılımlarındaki imkanlar kullanılarak bazı işlemlerden geçirilerek ses efektlerine dönüştürülebilir veya yaratılan bir müziğin içinde bütünlüğü sağlayıcı bir unsur olarak başkalaşabilir. İzlediğimiz filmlerdeki bazı efektler, sıradan gibi gözüken seslerden yaratılan sıradışı sesler haline getirilebilir mesela. En basit şekliyle örnekleyeyim; tavada pişen yumurta sesinin, kaydedildikten sonra işlenerek yağmur sesine dönüştürülebilmesi gibi. Kullanım alanları, görsel sanatlarla yakından ilişkilidir diyebiliriz o yüzden. Özellikle sinemada ve bilgisayar oyunlarında, var olan görüntülerdeki hikâyenin duygusunu ses aracılığıyla yansıtmayı amaçlar. Aynı zamanda bir ses tasarımcısı, iyi bir izleyici ve dinleyici olmayı da kendine ilke edinir. Dünyadaki teknolojileri yakından takip ederek, mesleğine yansıtmak için elindeki imkanları en iyi şekilde kullanmaya gayret eder.
Günümüzde ses tasarımını görüntüden bağımsız düşünebilir miyiz? Bu iki üretim birbirlerini ne kadar besliyor, ne kadar engelliyor?
İkisini birbirinden bağımsız düşünmemiz günümüz teknolojilerini de göz önünde bulundurduğumuz zaman pek mümkün değil. Mesela, bundan bir 14 sene kadar önce “sanal berber” isimli bir ses örneği vardı internette, hiç görüntü yoktu fakat seslere ve efektlere boyut kazandırılması sayesinde gerçekten bir berber dükkanında saç kestiriyormuşsunuz gibi bir ambiyans yaratılarak o gerçekliği hayal gücünüzle desteklemek bir miktar mümkündü. Günümüzü ele aldığımızda; bir bilgisayar oyununu efektsiz veya müziksiz düşünmemiz artık mümkün değil. Mobil oyunlarda bile “kulaklıkla oynanması önerilir” uyarısıyla sıklıkla karşılaşıyoruz artık çünkü bu alan artık ileri seviye teknolojiler kullanılan ve ustalık gerektiren bir endüstrinin içine yerleşti.
Çocukken oynadığımız atari oyunlarının müzikleri çoğumuzun hala ses belleğindedir, müziği veya temayı kulağımız tanıdığında, hangi seviyede oynadığımızı bilir ve komutları ona göre verirdik o dönemlerde. Keza izlediğimiz filmlerin ve dizilerin jenerik müzikleri de hala o belleğin çekmecelerinde duruyor.
Bu sebeple birbirlerini beslediklerinden söz edilebilir. Birbirlerini engellediklerini düşünmüyorum ama bu benim fikrimdir sadece, ikisini ayrı ayrı düşündüğümde duygular eksik kalıyor, o yüzden belki de öznel yaklaşıyorum engelleme fikrine.
Kısaca toparlamam gerekirse, ses tasarımı disiplinine genel olarak baktığımız zaman; başta hayal gücünü olmak üzere görsel hafızayı tetikleyen ve destekleyen bir alan olduğundan bahsedebiliriz. Geniş bir pencereden bakıp, kulağımızı ve ses belleğimizi doğayla bütünleştirerek, duygusal zekamızı geliştirerek, ses belleğimizi de kuvvetlendirebiliriz.
Dilerim soruların cevapları, okuyuculara faydalı olur ve bu alana karşı doğru bir bakış açısı kazandırır. Son olarak, bana bu şansı tanıdığınız için tekrar çok teşekkür ederim. Sevgiler…
Asıl teşekkürler bizden İdil Acim.
İdil Acim… Sektörümüzün parlayan, özel isimlerinden. Muazzam yazı, teşekkürler 🙏