Pat Pat Patara‘nın ilk gösterimi 27 Ocak’ta İş Sanat‘ta gerçekleşti.
Yukarıdaki cümleyi kurmak uzun bir zaman aldı. Bu cümlenin tarihi, 2018 yılının Eylül ayında İş Sanat ekibiyle birlikte gerçekleştirilen bir Patara gezisine kadar uzanıyor. Hemen bir yıl sonrasında yazdığım çocuk kitabı Fil Biblosunun Başına Neler Geldi? ikiz kardeşler Efe ile Defne’nin maceralarını anlatıyordu. Bu kitaptaki ikizlerin annesi ise Patara Antik Kenti’nde kazı yapan bir arkeolog idi. 2022’nin sonlarında, yani Robot Pinokyo‘nun ardından yeni bir çocuk oyunu düşünmeye başladığımda böyle bir süreçten geçmiştim.
(Konuyu dağıtmak gibi olmasın ama Robot Pinokyo‘ya da değinmeliyim. O oyunun yazım ve sahnelenme süreci bana çok şey öğretti. Yeniden sahnede olmasını istediğim bir metin.)
Dönelim 27 Ocak gününe. Oyundan saatler önce kulise gelen ekip çok heyecanlıydı. Günlerce prova yapmışlardı, hazırdı ama ilk günün heyecanı bir başka elbette. Bir iki şarkıya bakıldı, bir iki koreografinin üstünden geçildi ve son bir akış provası alındı. Yönetmenimiz Lerzan Pamir, olağandışı sükunetiyle uyarılarını yaptı, kendi ekibini sahne arkası sürece hazırladı. Her şeye yetiştiği yetmezmiş gibi, ortalıkta merakla dolaşan yazara (yani bana) açıklamalar yapmakla da uğraştı.
Günün hikayesini uzun uzun anlatacak değilim. Ama sahneye çıkmadan önce oyuncuların hepsine sarılıp şans dilediğim anların heyecanını yazmam gerekiyor. Daha önce Orman Lokantası, Robot Pinokyo ve 1923‘te de benzer heyecanları yaşadım. Her biri, diğerinden farklı oluyor. Zaten gergin bir kişiyim, o anlarda hayat iyice zorlaşıyor benim için… En iyisi kendi duygularımdan çıkıp oyunculardan söz etmek.
Özge Fışkın, arkeolog anne Aslı rolünü oynamayı kabul ettiğinde çok sevinmiştik. Özge’nin sesi, şarkı söyleyişi ve sahne hakimiyeti tartışılmaz. Oyunculuk konusunda hiç zorlanmadığı gibi, tam bir ekip çalışması ustası olduğunu gösterdi bize. Provalar boyunca onun çalışkanlığını ilgiyle izledim. (Şeyla’nın şarkısında, kulisten geri vokal yapmak istemesi benim için çok önemli bir andı. Çünkü ortak üretim denen çalışma, omuz omuza olunduğu anda değerli.) Sonuçta Özge, sahnede tam bir Havva İşkan oldu. Üstelik onu tanımadan, kendiliğinden gerçekleşti bu durum. Şöyle ki; Profesör Havva İşkan, çok uzun yıllar boyunca Patara kazısının başındaydı. Bu antik kentin hikayesindeki en önemli isimlerden biri. Muhteşem bir bilim insanı. Aynı zamanda da çok eğlenceli, çok doğal, çok sıcakkanlı bir kişi. Bu oyununun da en büyük destekçilerinden. Özge, tam da Havva Hoca gibi, neşeli, güler yüzlü, yer yer muzip bir bir arkeolog çıkardı ortaya.
Aslı hocanın yardımcısı/asistanı Mert rolünde Baran Güler var. Baran, provalarda kendi alanını iyi belirledi, maharetlerini oyuna sakladı. Hatta rolüne yaptığı katkılarla, metnin ötesinde çözümler üretti. Baran sayesinde Mert rolü kağıt üstündekinden çok daha anlamlı bir yere taşındı. Sahneye çok hakim. Çok rahat. Tam bir “sorun çözücü”. (İlk oyunda yaşanan mikrofon sorununun çözümünde hepimizi rahatlatan da o oldu.)
Oyundaki çocuklar ikizlerimiz Efe ile Defne ve onların arkadaşları Nil ile Bulut. Efe rolü, Emrecan Karakurum‘a emanet. Emrecan’da müthiş bir iç enerji var. Zihni aynı anda iki yerde olmayı başarıyor. Provalarda onu izlerken çok gülüyordum. Dramda da komedide de parlayacak bir beden diline sahip. En sevdiğim özelliklerinden biri de, mizah damarının gürül gürül akması. Önümüzdeki yıllarda çok parlak işlerde göreceğiz bu ismi.
Oynumuzun Defne’si Elif Gizem Aykul. Elif Gizem, sahnenin her köşesini görerek oynayanlardan. Algısı çok açık, dikkati çok yüksek. Bitmeyen bir enerjisi var. İçinden “ışık” çıkan oyunculardan. Onu izlemek insana “iyi” geliyor. Bir an bile rolden çıkmıyor, karşısındaki oyuncuyu da sürekli diri tutuyor. Hem çok rahat, hem de çok disiplinli. (Aslında bunu bütün kadro için söylemeliyim) Tıpkı Emrecan gibi, Elif Gizem de sadece tiyatroda değil, televizyon ve sinemada da çok farklı rollerde karşımıza çıkacaktır.
Diğer çocuklar Nil ve Bulut. Her ikisi de 1923’ten tanıdığım iki harika isim var bu rollerde. Bulut rolündeki Mehmet Berker Korkmaz, müzik sohbetleri de yaptığım, öğrenmeye her zaman aç oluşuna bayıldığım, çok çalışkan bir oyuncu. Ekip çalışması anlayışı çok yüksek. Bu da toplu üretime büyük katkı sağlıyor. Ayrıca iyi bir sinema izleyicisi, iyi bir okur. Disiplinlerarası etkileşimin oyunculuğuna sağlayacağı katkının farkında.
Aynı özellik Nil rolündeki İrem Kayakököz‘de de var. İrem’in çalışkanlığına 1923’te tanık olmuştum. Bu oyunda da sahneyi çok iyi kullanıyor, şarkılarda vokal yeteneklerini sergiliyor. Bir oyunu izlerken repliği söyleyene değil, karşısındaki oyuncuya bakarım çoğu zaman. İrem bu karşı oyunlarda hep rolün içinde. Bütün oyuncular bu konuda çok mahir. Bir de sevimli, güzel, ışıltılı olmak bir övgü değil belki ama Elif Gizem, İrem, Emrecan ve Berker için bunun da altını çizmeliyim. Işıl ışıl bir kadro.
Robot Pinokyo’nun “kötüleri” Hin ile Sin, bu oyunda da iş başında. Hin ile Sin’in burada ne aradıklarını, onlarla ilişkimi başka bir yazıda anlatırım. Ama Patara’yı yazmaya başladığım ilk andan beri onlar da “işin içindeydi.” Hin ile Sin; yani Mert Aydın ile Derman Çinkılıç. Derman, sadece eğitimiyle değil, günlük yaşamdaki enerjisiyle de tam bir müzikal oyuncusu. Oyun alanını genişletmeyi, eğlenceyi sahnenin tümüne yaymayı çok iyi başarıyor. Benim için sahne üstü kadar, kulis de önemlidir. Derman, kuliste herkesi birleştiren bir süper güç gibi. O geldiğinde kulisin ruhu değişiyor. Ayrıca gerçek bir “çılgın”.
Çılgın deyince Mert Aydın‘a ayrı bir paragraf açmak lazım. Ama Mert, kontrollü çılgın. Çünkü sadece sahnede değil, sahne dışında da “her şeyi” görmek-bilmek isteyen oyunculardan. Bu merak, oynadığı bütün oyunlardaki hakimiyetini artırıyor. Her rolüne, hatta sahnede olduğu her ana bir imza atmak istiyor. Bunu başarıyor da. Ama kontrolünü kaybetmeden, oyunun bütünlüğünü bozmadan. Tam bir “libero”. Gerektiğinde oyunu “defans” bölgesinden kurmayı başarıyor.
Futbol analojisine başlamışken oradan devam edeyim. Pat Pat Patara‘nın müthiş bir golcüsü de var: Su rolündeki Şeyla Halis Çiçekdemir. Sahneye çıktığı her an, bir gol demek. Direkten dönen topu yok. Daha ilk okuma provasında, daha ilk repliklerinde Lerzan’a sevgiyle bakmıştım. Çünkü bizi usta oyuncu Şeyla’yla o buluşturdu. Onun ustalığı ve bunu rol arkadaşlarıyla cömertçe paylaşımı herkesin “elini rahatlatıyor”. Onun için söyleyebileceğim en önemli şey bu bence; Şeyla çok cömert bir oyuncu. Hem oyuncu arkadaşlarına hem yaratıcı ekibe hemde metne karşı cömert davranıyor. Heybesinde ne varsa paylaşıyor. Bencil forvetlerden değil Şeyla. Gerektiğinde defansa koşuyor, gerektiğinde asist yapıyor. Gerekse kaleye bile geçer. (Futbol benzetmesinden çıkamıyorum) Ayrıca çok da güzel bir şarkı söylüyor. Vurdu ve gol!
Madem girdim bir futbol yoluna tamamlayayım: Kalede Baran var. Ama sadece top tutan değil, topu oyuna çok iyi sokan bir kaleci. Defans hattı Berker ve İrem’den oluşuyor. Hem güvenilir hem de sarı kart bile göremeyecek kadar yumuşak bir defans. Mert ve Derman geriden oyun kurup, orta sahaya kadar çıkıyorlar. Oyunun ritmini de bu çıkışlar belirliyor. Kanatlarda oyun boyunca ileri geri koşabilen, hem defansif hem ofansif yönleri güçlü olan Elif Gizem ve Emrecan var. Özge, on numara pozisyonunda Özge. Hem ortadan hem kanatlardan aldığı topları iyi kullanıyor. Ve forvet, bu yılın güçlü transferi Şeyla. İstediğinde adam eksilten, istediğinde de tek vuruşla işi bitiren bir gol kralı.
Bu takımı kuran, her hafta sahneye/maça hazırlayan, oyun okuma bilgisiyle Şampiyonalar Ligi düzeyinde iş çıkaran bir de teknik direktörümüz var: Lerzan Pamir.
Bu yazı sadece sahadakilerden söz ettiğim bir yazı olsun. Lerzan, bana çok şey öğretiyor. O yüzden ona daha çok paragraf ayırmam lazım. Lerzan ve onun muhteşem teknik kadrosuyla ilgili sözlerimi başka bir yazıya saklayayım. (O yazıda da Kloop/Pamir benzetmesi yaparım belki)
Pat Pat Patara sahada. İlk maçlar galibiyetle bitti. Önümüzdeki maçlara bakacağız…
çocuk oyunları kimsenin umurunda değil sanki,gariban özel tiyatroların okullara pazarladığı bir pazara dönüşmüş ne mutlu ki emek verilmiş bir iş yapılmış. Dünyanın en uzun sahilinde izmire gelirseniz bizde yüzeriz inşallah…