Duncan MacMillan’ın etkileyici oyunu “İnsanlar Mekânlar Nesneler” İbrahim Çiçek rejisiyle sahnede. Oyundan ve başroldeki Merve Dizdar’dan söz edeceğim.
Ama önce… Oyunun ilk dakikalarında aklıma düşen bir başka esere, Ken Kesey romanı “Guguk Kuşu”na (One Flew Over the Cuckoo’s Nest) gidelim. Bu roman daha sonra hem tiyatroya hem de sinemaya uyarlandı. Jack Nicholson’ın unutulmaz McMurphy performansı ve Louise Fletcher’ın Hemşire Ratched rolüyle efsaneleşen filmini çoğu kişi biliyordur. Milos Forman’ın yönettiği 1975 tarihli film, beş dalda Oscar ödülü kazanmıştı.
Romanın tarihi 1962. İkinci Dünya Savaşı sonrası Soğuk Savaş döneminin toplumda yarattığı gerginliklerle ve bir yandan da yükselen liberalleşme süreciyle ilgilenen metinde, Ken Kesey’in kendi LSD deneyimleri ve hastanelerdeki gözlemleri vardır. 1975 tarihli sinema uyarlaması ise, zamanı Vietnam Savaşı sonrasının daha özgür ve barışçı yaşam tahayyülü yıllarına taşır.
Roman/oyun/film, bir akıl hastanesinde geçer ve topluma aykırı davranışları nedeniyle oraya gönderilen karizmatik bir mahkûm olan Patrick McMurphy ile otoriter Hemşire Ratched arasındaki çatışmayı merkeze alır. Hikaye, olaylara tanıklık eden Bromden tarafından anlatılır. Pasif bir gözlemci olan Bromden, yarı Kızılderili bir savaş gazisidir ve sessizliğiyle hastanedeki güç dengesini gözler önüne serer.
![](https://filucusu.yektakopan.com.tr/wp-content/uploads/2025/01/mqTWmYcGR6qbSbMftpsH-1024x640.jpeg)
McMurphy, diğer hastaları Hemşire Ratched’ın otoriter yönetimine karşı örgütlemeye çalışır ve bu çabaları, bireysel özgürlüğün ve sistem eleştirisinin güçlü bir simgesi haline gelir. Ancak mücadele, trajik bir şekilde sonuçlanır ve özgürlüğün bedelini sorgulayan bir noktaya ulaşır.
Ken Kesey, otoriteye karşı gelişe bir bedel ödetir eserinde. Bu bedelin karşılığında da toplumsal bilincin harekete geçeceği, zaferin örgütlenme ile gerçekleşeceği önermesinde bulunur.
Hemşire Ratched, muhafazakar ve baskıcı otoritenin temsilidir. McMurphy ise başkaldırıyı ve bireysel özgürlüğü temsil eder. Evet, başkaldırı biraz da deliliktir zaten. McMurphy, “tektip” olarak görülen delilerin bireysel kimliklerini ortaya çıkarmak derdindedir. Örgütlenme, bireysel kimliklerin kabulü ile başlar.
“İnsanlar Mekânlar Nesneler”in kahramanı Emma da bir çatışma yaşıyor. Otoriteye itirazı var ama onun çatışması daha çok kendisiyle. McMurphy’nin tersine, kitlesel bir özgürleşme değil onun amacı. Daha içsel ve bireysel bir kurtuluşa odaklanmış durumda.
Uzun bir giriş oldu ama aklıma “Guguk Kuşu”nun gelmesi tam da bu yüzdendi. Örgütlü bir kurtuluş 20.yüzyılın hayaliydi belki de. 21.yüzyıl bize “öncelikle” bireysel kurtuluşu öneriyor. Emma’nın ilk perdenin sonundaki muhteşem isyanı da hepimizi bu noktaya getiriyor. Merve Dizdar’ın bir “sahne canavarı” haline geldiği bu sahnede, Emma toplumun başarı-başarısızlık, güç-güçsüzlük konusundaki dengelerini altüst ediyor.
![](https://filucusu.yektakopan.com.tr/wp-content/uploads/2025/01/insanlar-mekanlar-nesneler-31041-714x1024.jpg)
“İnsanlar Mekânlar Nesneler” bağımlılık, kimlik ve modern yaşamın baskıları temalarına odaklanmış, sarsıcı bir oyun. Tiyatrocu Emma’nın hem bağımlılıkları hem de hayata karşı duyduğu boşluk hissiyle mücadelesinde, sahnede eşi zor bulunur bir oyunculuk performansıyla Merve Dizdar’ı izliyoruz. Aslında oyunculuk performansı demek yanlış olacak, çünkü Merve Dizdar sadece giriş sahnesindeki tiyatro oyununda “oynuyor”. Ara perde kalkıp, rehabilitasyon merkezi süreci başladıktan sonra o artık bir oyuncu değil. O artık Emma. Duyguları, sahneleri replikleri “oynamıyor”. Sanki o anda aklına gelenleri söylüyor. Sanki Emma, sahnedeki diğer karakterleri de kendi hikayesine sürüklüyor. Oyuna gittiğinizde Emma’nın (Merve Dizdar’ın) çevresindeki insanlarla olan ilişkilerinde “sessiz kaldığı anları” izlerseniz, ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
Emma’nın bireysel kurtuluşundaki en derin sancı, 21.yüzyıl insanının bir temsili: Gerçeklik sancısı. Üç farklı adı ve çok sayıda farklı hikayesi olan Emma’nın meselesi bağımlılık ve yalanlar üzerine kurulu kimliğini sorgulayabilmesi. Bağımlılıktan kurtulmak kadar önemli bir mesele, kendini yeniden tanımlamayabilmesi. İşte bu gidiş-gelişlerde Merve Dizdar’ın sahnedeki varlığı iyice devleşiyor.
İbrahim Çiçek rejisi de sürekli bozulan gerçeklik algısı meselesine etkileyici bir şekilde hizmet ediyor. Reji, sahne tasarımı, dekor, kostüm, ışık ve müzik dengesi alkışı hak ediyor. (Eminim tiyatro eleştirmenleri diğer bütün dinamiklerin altını çizecektir, ben de burada Ömer Sarıgedik’in müzik tasarımını öveyim izninizle.)
Duncan MacMillan, özellikle tiyatro dünyasında sıkça rastlanan stres, kaygı ve kimlik arayışının bağımlılıkla nasıl kesiştiğini iyi incelemiş. Hikayeyi bildiği bir yerde, tiyatro sahnesinden anlatması yazarken elini çok rahatlatmış. Rehabilitasyon süreçlerinde kullanılan grup terapisi yöntemlerini tiyatro sahnesine başarıyla taşımış. Bu sahnelerin biz seyircilere inandırıcı bir şekilde geçmesinde İbrahim Çiçek’in de değerli bir etkisi var.
Açıkçası Emma’nın duygu tekrarları azalabilir ve oyun daha kısa olabilirdi. İlk yarının sonundaki “zirve”den sonra, ikinci yarıdaki “iyileşme” sürecine giden yol biraz uzuyor gibi. Ama bu rejiden değil, metinden kaynaklanıyor bence. Duncan MacMillan, oyunlarını “umutla” bitirmeyi seviyor. Ama umuda giden yolu daha kısa resmediyor. (Bir not: Bora Akkaş’ın nefis performansıyla ve Lerzan Pamir’in yaratıcı reji çözümleriyle izlediğim “Güzel Şeyler Listesi”nde umudun oluşumu daha belirgindi.)
Yazıya “Guguk Kuşu” ile başlamam yanıltmasın. İki eser arasında doğrudan bir bağlantı yok. Her şeyden önce “Guguk Kuşu” erkek egemen bir hikaye anlatırken, “İnsanlar Mekanlar Nesneler” kadın perspektifi üzerinden ilerliyor. Yakınlığı bağımlılık, kimlik ve özgürlük gibi temalar üstünden kurabiliriz belki. Ama benim bu iki eseri birlikte anma nedenim son elli yıldaki toplumsal/bireysel algıdaki farklılıktı. Üstünde daha çok düşünmek lazım. Bu notlar burada dursun…
“İnsanlar Mekanlar Nesneler” yılın kaçırılmaması gereken oyunlarından. Bütün dinamikleriyle etkileyici. Ama oyundan çıkan herkes öncelikle “Merve Dizdar” diyecektir. Oyunun sonunda, selam kısmında kendine gelip diğer oyuncularla dans etmeye başladığı ana kadar “Emma olan” Merve Dizdar.
İyi oyun izlemek, insana iyi geliyor.
![](https://filucusu.yektakopan.com.tr/wp-content/uploads/2025/01/insanlar-mekanlar-ve-nesneler-1024x640.webp)
Teşekkürler. Yine kitabın ortasından notlar!
Bence çok iyi sahneleri vardı ve keşke olmasalardı sahneleri de.
Oyun, özellikle adının bağlamıyla çok derin sorgulamalara ufuk açıyor. Bende en çok “bu” kaldı.
….
Bir de babaanne yorumu yapayım 🙈 yeni nesilin üretimleri akılla ve maalesef akılları biraz karışık.🙊
🌷