Parasosyal ve Ötesi

Cambridge bu yılın sözcüğünü açıkladı: Parasosyal.

Ünlülerle, medya figürleriyle ya da sosyal medyada ünlü olmuş kişilerle kurulan tek taraflı, karşılıksız, çoğu zaman farkına bile varmadığımız duygusal bağları tanımlayan bir kavram. Günün sonunda, ekranın diğer tarafındaki insanı “tanıdığımızı” sanıyoruz; oysa ilişki en baştan asimetrik.

Ama beni rahatsız eden başka bir şey var:

Bu tür kavramların seçilişi, her yıl yeniden aynı toplumsal kör noktayı görünür kılıyor. Parasosyal, rizz, permacrisis, AI, gaslighting… Evet, hepsi tartışmaya değer. Ama Cambridge sözlüğünün radarına bir türlü girmeyen başka sözcükler de var: gelir adaletsizliği, gıda güvensizliği, su savaşları, kız çocuklarının eğitim hakkı, sağlıkta eşitsizlik…

Bunlar da çağın sözcükleri değil mi? Yoksa çağın sözcüklerini seçme hakkı da “belirli sınıfların konuşabildiği sorunlar” tarafından mı tayin ediliyor?

Yine de parasosyal kavramını tamamen es geçmek haksızlık olur. Çünkü bu ilişki biçimi, modern yalnızlığın yeni yüzü gibi. İnsanlar giderek daha çok içerik tüketiyor, daha az sosyalleşiyor, daha çok “bağ kuruyor” ama daha az karşılık alıyor. Yani ilişki var, karşılıklı yaşantı yok. Bir bakıma dijital çağın yeni hayal kırıklığı prototipi.

Her gün yayınlarını izlediği bir haberciye yorum yazıp kimi zaman ondan kısa bir cevap alan biri, zamanla o kişiyi “arkadaşı” sanmaya başlıyor. Adıyla bahsediyor, hayatının merkezine koyuyor, gününü onun paylaşımlarına göre kuruyor. Oysa karşı taraf için bu ilişki, algoritmanın akışında denk gelen binlerce mesajdan biri kadar bile değil. İlişki hissi gerçek, ilişki ise tamamen tek taraflı.

Bu tabloya artık bir de yeni bir unsur eklendi: yapay zekâ ile kurulan parasosyal ilişki.

Bir karaktere, bir ses tonuna, bir dijital varlığa duygusal yakınlık duymak geçmişte bilimkurgu sayılırdı; bugün ise gayet sıradan. Chatbot’larla konuşan, duygularını paylaşan, kararlarını soran, hatta onlardan “destek alan” milyonlar var. Buradaki tuhaflık şu: Kimi zaman insan, insandan göremediği ilgiyi algoritmadan beklemeye başlıyor.

Bu ilişki de yine tek taraflı, yine asimetrik ve yine duygusal bir karşılık yanılsaması üretiyor.

Peki parasosyal ilişkiler yıkıcı olur mu?

Bence olur…

Çünkü tek taraflı bağ, kırıldığında kimse tutmaz. İçerik üreticisi hızla başka bir akışa kayar; takipçi ise boşlukla baş başadır. Yapay zekâ ile kurulan ilişkide ise kırılma daha sessizdir: algoritma “yanıt verir”, ama o yanıt hiçbir zaman gerçek bir duygusal karşılık değildir. Daha tehlikelisi, bu ilişkilerin gündelik hayatın duygusal kotasını tüketmeye başlaması. Bir ekrana yönelen sevgi, hayranlık, öfke ya da aidiyet ihtiyacı, gerçek hayatta karşılığını bulamayınca kişi yalnızca daha da içine kapanabilir.

Bu noktada asıl soruyu sormak gerekiyor:

Biz gerçekten neyin parçası olmak istiyoruz?

Bir influencer’ın sabah kahvesinin? Bir politikacının her sabah attığı mesajın? Bir yapay zekâ arayüzünün sıcak tonuna sığınmanın?

Yoksa görünmeyen, yılın sözcüğü seçilmeyen toplumsal meselelerin?

Parasosyal ilişkiler üzerine düşünmek, belki bize dönüp şunu hatırlatır: Yılın ve çağın sözcüklerini gerçekten değiştirmek istiyorsak, onları hayatlarımızın gündemine taşımamız gerekiyor.

Leave a comment