“Hayat çok patetik!”

Şiddet dolu bir dünyada büyüyen, suç tuğlalarından oluşan bir duvarla kuşatılmış bir yaşam sürmeye mahkum edilen bir çocuk, nasıl bir içses geliştirir, nasıl bir hayal dünyasında nefes alır?

1973 doğumlu, Meksikalı yazar Juan Pablo Villalobos’un ilk romanı “Tavşan Deliğinde Fiesta”, okurlarını işte bu içsesle tanıştırıyor. İngilizce, Almanca, İtalyanca, Fransızca ve Portekizce başta olmak üzere birçok dile çevrilen bu kısa roman, 2011 Guardian en iyi ilk kitap ödülü finalistleri arasında yer almış.

Villalobos’un kahramanı Meksika’nın en büyük uyuşturucu tacirlerinden birinin oğlu Tochtli. Bütün hikayeyi onun ağzından dinliyoruz. Her an tehlikenin, rakip çetelerden gelecek saldırının, polis-jandarma tehdidinin ve benzeri belanın ortasında, izole edilmiş bir evde geçiyor Tochtli’nin yaşamı. Ev dediysek, yirmi dört saat silahla korunan, dikenli tellerle çevrelenmiş, lazer ışınlı alarm sistemiyle güçlendirilmiş, dev bahçesinin içinde ve ıssızlığın ortasında bir saray. Tochtli, bu zorunlu yalnızlığın içinde iki elin parmaklarıyla sınırlanabilecek sayıda insan tanıyor. Bunlardan da iki ya da üçü ile yakın teması var. Tochtli’nin asıl dünyası zihninin içinde. Bu dünyada sınırlar yok, yakın coğrafyaların çok ötesine gidilebiliyor, zaman içinde yolculuk yapılabiliyor, yeni kimlikler edinilebiliyor, insanlıkla en sahici kelimeler üstünden hesaplaşma yaşanabiliyor.

Son yılların edebiyatında, birinci tekil şahıs anlatısını bir çocuğun dilinden kuran romanlar denilince aklıma gelen ilk kitap, Mark Haddon’un mükemmel çalışması “The Curious Incident of the Dog in the Night-Time”. Esrarengiz bir cinayeti aydınlatmaya çalışan 15 yaşındaki Christopher John Francis Boone’un ağzından yazılan roman “Süper İyi Günler” adıyla Türkçeye de çevrildi. Haddon’un mahareti, otistik Christopher’ın dilini ve bütün algı dünyasını büyük bir gerçeklikle kurmuş olması.

Benzer bir kitap yakın zamanda Türkçede yayımlanan Niccolo Ammaniti imzalı “Sen ve Ben”. Roma’nın varlıklı bir bölgesinde yaşayan on dört yaşındaki Lorenzo’nun ben-anlatıcı olarak karşımıza çıktığı romanda, Ammaniti bir mizantropun, bir insankaçkını’nın hikayesini aktarıyor okurlarına. Üstelik, heyecan verici bir olay örgüsünü, duygusal aşırılıklara izin vermeyen bir sakinlikte ilerleterek. Mark Haddon’un romanı kadar hayranlık uyandıracak bir anlatı değil Ammaniti’ninki, ancak yine de benzer kitaplar arşivinde bulunmasında fayda var.

“Tavşan Deliğinde Fiesta”, böylesi bir arşivin, en değerli parçalarından olacağını ilk sayfalarında fısıldıyor okura. Kitabın arka kapak yazısında “Bu kısa ama çarpıcı roman, karakterlerini Meksika başta olmak üzere Latin Amerika ülkelerinde gittikçe yaygınlaşan uyuşturucu tacirlerinin ve yolsuzluk hikâyelerinin anlatıldığı popüler tür narkoedebiyat’tan ödünç alıyor.,” deniyor. Ama romanın başarısını, türler arasındaki geçişkenliği ustalıkla sağlamasıyla sınırlı tutmak hata olur. Japon imparatorlarından Fransa krallarına uzanan bir düşünsel süreçte, okurun gözüne sokmadan, iktidar ve insan kavramları üstüne zihin jimnastiği yapmamıza izin veriyor Tochtli’nin anlatısı. Kara paranın satın aldığı entelektüel zihinler, çokuluslu şirketlerin ticari oyunları, üçüncü dünya ülkelerinin suça beşiklik eden coğrafyaya dönüşmesi, kıta Avrupa’sının ikiyüzlü insanlık ve demokrasi anlayışı üstüne, sanki hiç bunları konuşmuyormuş gibi davranıp, sanki çevresinden dolanıyor gibi yapıp akılda kalıcı tespitlerde bulunuyor Tochtli; ya da bir kendini bir samuray olarak konumlandırdığı anlardaki adıyla Usagi. Dünyanın her köşesinden gelen şapkaların bulunduğu devasa bir şapka koleksiyonu bile, farklı zihinlerin, farklı dünya algılarının içine girip çıkmamıza yardım eden bir düşünsel metin sunuyor bize.

Üç bölümlük kısa romanın, bölüm içi tempoları da ustalıkla kotarılmış. Özellikle ikinci ve üçüncü bölümlerin sonlarında okur, Tochtli’yle aynı platformda yürümeye başlıyor. Hayatta en çok istediği şey bir Liberyalı cüce suaygırına sahip olmak olan, yatmadan önce mutlaka sözlük okuyan, çevresiyle ve kendisiyle bitmeyen bir hesaplaşmanın içinde ilerleyen ver bütün bu erkek egemen yapının içinde “büyümeye” çalışan Tochtli’nin dünyasında rahatlıkla girebilmemizde en önemli etken Çiğdem Öztürk’ün mahir çevirisi. Öztürk, eksiltilmiş anlatımlardan çocuk diline, kafa karışıklığından argoya bütün anlatı alanlarını ustalıkla dilimize aktarmayı başarmış.

Tochtli’nin şapkadan tavşan çıkarır gibi sözlükten çıkarıp düşünce dünyasına kattığı kelimeyle söylersek “Hayat çok patetik!” Tavşan Deliğinde Fiesta, kısa ama etkisi uzun sürecek bir anlatı olarak kitaplıklarımızda yer almayı hak ediyor.

Yorumlar (5)

kesin sıkıcı ve gereksiz bir kitaptır..amaannn

Patetik kelimesinin Türk edebiyatındaki karşılığı Oğuz Atay bence. Ayrıca sevilesidir. Nurdan Gürbilek. Mağdurun Dili.

'Süper İyi Günler' ne harika bir kitaptı. Çocukların ağzından yazılan romanların sıkıcı olacağını sanıyorsanız pek fena yanılıyorsunuz derim. Zor koşullar altında hayatta kalmaya çalışan bir çocuğun iç sesi için önermeden geçemeyeceğim bir kitap da Emile Ajar'ın 'Onca Yoksulluk Varken' isimli romanı. Şimdiye kadar okduğum romanlar içinde en iyiler arasındaki yerini her zaman korumuştur. Onca kayıp ve yas duygusu içinde hem dokunaklı kısımlarını hisseder hem de kahkaha ile gülersiniz.

Dün kitabı Fil uçuşu tavsiyesiyle satın aldım. çok akıcı! izole yaşam içinde, düşünceleri takla atan bir çocuğun dünyasında gezinmek, gizli bir odaya habersizce adım atmak gibi. kitabın sonunu çok merak ediyor olmak bir yana, roman neden incecik, neden 110 sayfadiye söylenmeye başladım bile… umarım Juan Pablo V. aynı kıvamda, yazmaya devam eder.. frd

hhııııımmmm güzel mutlaka okuyacağım en sevdiğim tür

bir yorum bırakın