• Ankara. Levent ve Çağkan. Dostluk çoğu zaman sessizce oturup birlikte aynı noktaya bakacak kadar cesur olmak demek. Dostluk, farklı algıları aynı sokakta yürüyüşe çıkarabilmek demek. Düşünceleri, korunaklı bir alandan açık havaya fırlatıp birlikte koşturmak demek. Gitmeyi de bilmek demek. Ve bütün bunlara, birlikte cesaret edebilmek demek. Dostluk, cesaret gerektiriyor. Bazen düşünüyoruz da, ne yollardan geçti dostluğumuz; neredeyse yaşımızla eş bir süreden söz ediyorum, dile kolay. Badireler atlattı, virajlara gaz kesmeden girdi, duvara çakıldı. Çok güldük, pek çok güldük; kahkahayı dengeleyecek kadar da ağladık. Her ne getirdiyse hayat, birlikte atlattık. Ankara’ya her dokunuşumda düşünürüm bunu. Dostluk, cesaret gerektiriyor.
• Karga Mecmua’yı ciddiyetle takip etmeli. Kadıköy ruhunun uzaktan takipçisiyim sadece. Dolayısıyla Karga hakkında ahkam kesmek bana düşmez. Ama Mecmua’nın elime geçen sayılarının, hakkını veren bir takipçisi oldum hep. Aralık ayında bir sürpriz geldi; KargaMecmua “Müzik Yazıları” 2007-2011 isimli bir seçki var artık elimde. Tayfun Polat ve Utkan Çınar ilk derleme cildinde müzik yazılarını bir araya getirdiklerini söylemişler, gerisi de gelecek demek ki. Öyle böyle değil 258 yazıdan söz ediyorlar. Portreler, Albümler, Konuşmalar, Dönemler-Türler-Şeyler, Vedalar başlıkları altında derleyip toparlamışlar metinleri. Her müzik severin arşivinde olmalı diye düşünüyorum.
• Çok film izleyip, çok kitap okuduğum bir dönem. Bir de çok kahve içtim. Ama yine de içimde bir boşluk var derken, dün gece nedenini buldum. Epeydir gönlümce çizgi roman okumadım. Hem de aylar önce aldığım Tamara Drewe cildi başucumda dururken. Bir an önce okumalı…
• Bir süre önce merak ettiğim halde hiç okumadığım yazarlar listesinde Henning Mankell’in de adını anmıştım. Yazarın çok sayıda eserinin yıllardır Türkçede yayımlandığını öğrenince yüzüm kızarmadı desem yalan olur. Bilmiyordum. Neyse ki, yazıyı yazmamın hemen ertesinde Türkçede yeni çıkan bir kitabından, “Pekin’den Gelen Adam”dan haberdar oldum ve hemen alıp okudum. Ben yazarı bile tanımazken, çevremdeki herkesin Kurt Wallander konusunda uzman olduğunu öğrenmem uzun sürmedi. Hızla Wallander ciltlerini de okumaya başladım. Kuzey Polisiyesi’ni özellikle severim; Wallander’ler de o beğeni listesindeki yerlerini aldılar. (Kimilerinin çevirileriyle ilgili rahatsızlıklarım olsa da…) Ne zaman bir Kuzey Polisiyesi okusam yıllar öncesine gidiyorum; Milliyet Yayınları’nın renkli kapak tasarımıyla okuduğum Maj Sjöwall/Per Wahlöö imzalı ilk Martin Beck kitabı “Uçtu Uçtu İtfaiye Arabası Uçtu” düşüyor aklıma. Kayboldu o kitap. Sahi, kütüphanemden ne çok kitap kayboldu. Özellikle taşınmalar sırasında.
• En son ne zaman “Sen bilirsin,” dediniz?
“Düşünceleri, korunaklı bir alandan açık havaya fırlatıp birlikte koşturmak demek.” Bu dostluk için ne kadar güzel bir tanımlama olmuş. O düşünceleri havaya fırlattıktan sonra gözün arkada kalmaması, insanın kendini özgür hissettiği nadir an’lardan biri…
yılların götürdükleri…
"Bilmiyorum" demekten kaçınan insanlar arasında yaşıyor olmama inat, her bilmiyor olduğumda -karşımdakinin cevabımı sevmeyeceğini bile bile- hep "bilmiyorum" diyorum.
Dün akşam; Ankara'nın ayazında kar taneleri sonu ve kazananını olmayan bir kavgadaymışcasına, hırçınca yüzüme çarparken
Yazıyı okuduğum gün, İzmir'den İstanbul'a dönmüştüm. Siz nasıl Ankara'ya dokunuyorsanız, İzmir de bana öyle dokunuyor. Dostlarım, kütüphaneden kaybolan kitaplar:) Evet nerede o kitaplar yahu?
Neyse, sorularınızın yanıtlarına gelince:
1. Bir şeyi "Bilmiyorsam" çok rahat "bilmiyorum" derim. Ama mutlaka gider araştırırım, öğrenirim, bulurum. Öyle bırakmam. Geri dönerim.
2. Sen bilirsin demeyi de severim. En son arkadaşımın seçtiği (bildiği) yerde yemek yedik:) İyi ki de öyle yapmışız.
NOT: Bu yazı çok güzeldi. Ama bu yazıya yorum yazmak da bir o kadar iyi geldi. Çok teşekkürler:)