İlk romanı “1473”te, Anadolu’nun kaderini belirleyen bir savaşa çeviriyor kaleminin ucunu Bedia Ceylan Güzelce. Osmanlılarla Akkoyunluların, Türklerle Türklerin, Müslüman’la Müslüman’ın, Fatih Sultan Mehmet ile Uzun Hasan’ın Otlukbeli’nde birbirine kılıç salladığı meydan muharebesine. Bunu yaparken resmi tarihin her tür dayatmasına karşı duruyor. Taraf tutmayan ama “Otlukbeli Savaşı’nı Osmanlılar değil de Akkoyunlular kazansaydı ne olurdu, nasıl bir Anadolu ve ‘bugün’ şekillenirdi?” sorusunu soran/sorduran bir yapıda kuruyor olay örgüsünü. “1473”, savaşların sayılar, sıfatlar, zaferler üstünden anlatıldığı bir dünyanın parçası olmayı reddedip insana, hayvana ve doğaya, hak ettikleri başrolü veren bir şiir-roman.
Kitabının hemen başında 2005’te yazılan bir cümleyle başladığını söylüyor bu yolculuğun Bedia Ceylan Güzelce. “Ve beyzadem, Otlukbeli’nde yürürken toz çıkaran kirpiler gibi, savaşta bizden hiç bahsedilmedi,” cümlesiyle başlamış yolculuk. O bahsedilmeyenin peşine düşmüş yazar. Bunu yaparken de katliamlar tarihinin karşısına mutlak aşkı yerleştirmiş ve “Bu topraklarda yaşayıp da savaşın ne olduğunu bilmeyen tek bir hayvan gösteremezsiniz ,” diyen ‘gelinciklerden oldukça kısa, altına akreplerin saklandığı taşlardan biraz uzun’ bir dişi kirpinin anlatıcılığına başvurmuş.
“İnsanın yarası neredeyse, kalbi de orada atar. Dünyanın kalbi ise savaş meydanlarında…” 1969’da Woodstock Müzik Festivali’nin düzenlendiği alanın çevresinde çok sayıda kuş yuvası varmış. Barış ve kardeşlik şarkıları söyleyen, doğayla iç içe geçmiş bir yaşamın ve bugünkü yeşillerin öncüleri çiçek çocuklar, önce tedirgin olmuşlar, bütün bu curcuna kuşları korkutur, yuvalarını terk etmelerine neden olur diye. Olmamış ama öyle bir şey. Görgüsüz kutlamaların havai fişeklerinden kanatları yanan, bombardıman uçaklarının dumanıyla göç yolları değişen kuşlar Hendrix’in gitarından, Grace Slick’in dumanlı sesinden, Janis Joplin’in esrarlı kafasından rahatsız olmamış. Oturup onlar da dinlemiş barış şarkılarını, Vietnam’da bir kanalda sevgilisinin adını kazıdığı dövmesine bakarak ölümü bekleyen çocuğun adını haykıran bütün o savaş karşıtlarını, aşk çocuklarını. Ve şarkılar “dünya barış dolu bir gezegen olsun mu?” dediğinde “olsun” demiş bütün o kuşlar: “Çünkü hayvanlar her duanın sonunda amin yerine ‘olsun’ dermiş.”
Romanının dilini oluştururken, her bir cümle için bir dize kurar gibi çalışmış Bedia Ceylan Güzelce. Anlatının yapısını şiirli tuğlalarla örerken ve harç olarak dilin gücünü kullanırken, düşüncesinin su terazisinden geçirmiş bütün yapıyı. Sıklıkla tekrar ettiği kelimeler, romanın önermelerini anlamanın da anahtarı sayılabilir: Aşk, savaş, dil/dilsizlik, doğa, insan/hayvan, Tanrı, inanç, gök, ölüm. Karşıtlıklar, için sarkaçlar kurmuş: Beklemek-gitmek, göğe yükselmek-yerin altına girmek. Anlatıcı kirpi ile üst-anlatıcının arasındaki belirsiz sınır, romanın sonlarında yavaşça ortadan kalkıyor. Giderek yazar-anlatıcı-okur, tek bir canlıya dönüşüyor. Bir kirpiye. Bir şiir ritmiyle konuşan, gecenin huzurlu ama tedirgin karanlığında dinlenen bir caz standardının kimi zaman avuç içine alan kimi zaman aksak bir vuruşla sarsan büyüleyici ve sarsıcı cesaretiyle anlatan bir kirpiye.
Yazarın okurunu kirpileştirebilmesinin önemli bir karşılığı var elbette: Yukarıdan ve böbürlenerek bakılan “savaşlar tarihini” bir kirpinin görüş açısından, yani yer seviyesinden ve insana insanlığını veren doğanın içinden görebilmek. Burada da bakış açısı dengesi, anlatıcı kirpinin aksine bütün bir savaşı ve insanlığı yukarıdan izleyen kızıl akbaba Hayyam ile sağlanmış. Katliamlardan zafer şarkıları yazan insanlara, doğa ananın rahmine saklanan bir kirpiyle, başı göğün zirvesine değen bir akbabanın ters bakış açılarından oluşan bir masalla bakabilmek, “1473”ün en etkileyici yönlerinden biri.
Aslında bu masal vurgusu önemli. ‘Kahramanın yolculuğu’nun tüm evrelerinden geçiriyor bizi “1473”. Bunu yaparken, masallarda sultanlara, şehzadelere verilen rollerden yararlanıp egemen olanı sıradanlaştırmayı başarıyor. Fatih Sultan Mehmet’in, Uzun Hasan’ın, Kör Zeynel’in, Şehzade Mustafa’nın duruşu dik hikayelerinden geriye kalanla değil, sıradan bir askerle, bir kızıl akbabayla ve iki hikayenin aşkla ölümsüzleşen kahramanlığıyla ilgileniyor.
Bir aşk ilişkisi, daha ilk buluşmada uygun mesafeyi bulmak, oklarını sevdiğine batırmadan ona dokunabilmektir. Bir kirpinin oku kimi zaman cami minaresi gibi görünür bakana, kimi zaman ucu sivriltilmiş bir kurşun kalem. Bedia Ceylan Güzelce, en güzel aşk hikayelerinden birini kazıdığı ilk romanında kirpi okundan kalemiyle, en uygun mesafede dokunuyor okuruna. O didaktik ders kitaplarında, çocuk kitaplarında tarihin yaşlı bir dede olarak resmedilmesine şaşmamak lazım. Ama biri söylesin o kalleş bunağa, hep onun kanlı kalemiyle yazılmayacak insana ve hayvana dair olan. Bir de Hendrix’in gitarıyla, Hayyam’ın şiiriyle, Bedia Ceylan Güzelce’nin ruhuyla yazdığı dünya var. Biz o dünyanın parçasıyız, bu böyle biline…
bu mevsim okuduğum en güzel kitap. kirpilerin okları ve ruhları var. hayyam'ın da. uzun hasan'ın, sultan mehmet'in de tabii. 1473'ü çok sevdim yani. o tarz.
Böyle bir yazıya nasıl bir yorum yazılır ki? Diyebilirsiniz ki "yazma ey okur! mecbur musun? tut düşüncelerini içinde!" Ama tutamıyorum işte! Çünkü okurken beni çok düşündürdü ve boğazım düğümlendi. Birincisi kitabı koşa koşa alıp okuyacağım. İkincisi bu yazı benim hayatımdan, bakış açımdan çok fazla izler taşıdığı için midir bilemem ama net BAYILDIM! Nokta!
Ne zaman Hayyam'ın şiiriyle, Hendrix'in gitarıyla, Güzelce'ni ruhuyla ve sizin de bu yazınızla inşasına katkıda bulunduğunuz dünya, yani şu bizim ait olduğumuz, tüm insanları gökkubbesinin altına alacak ve dışında kalanları insanlıktan men edecek çok merak ediyorum. İyi ki varsınız, iyi ki yazıyorsunuz…
Nasil bir kitap ki bu, Yekta Kopan'a böyle heyecan verici bir yazi yazdirabiliyor. Nasil bir yazar… Merak icindeyim, sevincli bir merak. Yurtdisinda yasiyorum, burada bulma olanagi yok. Istanbul da ucaktan iner inmez ne yapacagim belli oldu.