“Edebiyatla \u00e7ok iyi oyun oynan\u0131r!”

‘Bir de Baktım Yoksun’ adlı kitabım Yunus Nadi Ödülü’nün ardından Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazanınca, Radikal Kitap ekinin editörü Burcu Aktaş, benimle kısa bir söyleşi yaptı.

Bu sizin dördüncü ödülünüz, hâlâ ilkini almış kadar seviniyor musunuz?

Her ödülün başka bir hikâyesi var. Düşündüğümde, ödül kazandığımı bildiren telefon görüşmelerini tek tek hatırlıyorum. O andaki heyecanımı, şaşkınlığımı. Her ödül başka bir yaşın, ruh halinin karşılığı. Ödüle layık görülen kitabın yazılma sürecinin tekrar hatırlanması… Dolayısıyla her ödül haberini de büyük bir sevinçle karşılıyorum.

Ödül bir yazarın yazın hayatında neleri değiştirebilir?

Ödülü kazanan kitap, elbette seçici kurulun bakış açısını ortaya koyarak bir adım öne çıkabilir. Yazarın görünürlüğünü sağlar. Bu görünürlük kimi zaman okurdan ve edebiyat dünyasından gelen bir baskıya da dönüşebilir. Yazar için önemli olan, bütün bu seslere kulak tıkayıp üretmeye, daha çok çalışmaya devam edebilmesi.

‘Bir de Baktım Yoksun’u babanızı kaybettikten sonra yazdığınızı biliyoruz. Ödülü bu kitabınızla almanızın ayrı bir anlamı var mı?

Kaybetmeler ve karşılaşmalar kitabı diye görürüm ‘Bir de Baktım Yoksun’u. Yani hüzün ve umut ekseninde bir git-gel. Bu yüzden kaybetmenin hüznü kadar beklenmedik karşılaşmaların tuhaf umudu da var. Kitabın, babasını kaybeden bir yazarın hüznünü paylaştığı bir kitap olarak anılmasını, algılanmasını hiç istemedim. Hatta sırf bu nedenle defalarca yazdım ve yırttım. Ağlayan değil, paylaşan bir kitap olmasını istedim. Bu kitap ikinci ödülünü aldı; elbette bu ödülleri alma anımda babamın da yanımda olmasını isterdim. Babam, Füsun Akatlı, Erdal Öz… Artık hiçbiri yok.

Edebiyat ile oyunu buluşturmanız ödül gerekçelerinden biri. Edebiyatla oyun olur mu? Nasıl olur?

Çok güzel olur. Haldun Taner Ödülü bu yüzden daha anlamlı. Bana edebiyatla oyunu aynı cümlede düşünmeyi öğreten isimlerden biridir. Kurmaca ile gerçekliğin sınırlarını belirsizleştirmeyi. Oyun Oynayan İnsan’ın doğası bu. Benim de hayatta en mutlu olduğum bahçe edebiyat bahçesi. Oyunlarımı da orada oynamayı seviyorum.

Yorumlar (5)

Bence babanız yanınızdaydı ve hissetti..

Ödülünüzü kutluyor, daha nicelerine diyorum…

Edebiyat bahçenizin oyunları,yüreğinizin kaleminden beyaz sayfalara hayatınız boyunca tükenmeden yazsın ki,bizde siz değerli kalemleri okumaktan yoksun kalmayalım…
Başarılarınızı kutluyorum,sevgiyle kalın…

"Bir de Baktım Yoksun"… İlk kez sınıfta okumaya başlamıştım bu kitabı. Sınıftakilere "Elimde bir kitap var ve bu kitaba sizinle başlamak istiyorum," dedim. (Bazen çantamdaki kitabı çıkarıp sınıf ahalisine bir kaç satır okurum; bu tekniğin kışkırtıcı olduğunu düşünürüm.)
Geçen yıl sonbahardı. Aylardan kasım. Hava soğuktu. Bazı öğrenciler teneffüs zilinin çalmasını bekliyorlardı eminim; zil çalınca muhtemelen ya kalorifer peteğine yapışacaklar ya da bir çay alacaklardı kendilerine. Onları görmezden gelip okumaya koyulmalıydım.
" Sabah işe gitmek üzere evden çıktığımda büyük bir panik yaşadım. Goncagül ortalarda yoktu. Sağa sola baktım, her zaman uyukladığı duvarın dibine doğru pisi pisi diye seslendim, kafamı ağaç tepelerine çevirip adını fısıldadım ama ortaya çıkmadı."
Durdum. Nabız yoklayacaktım şimdi. Kafamı kaldırıp karşımdakilere baktım.
"Devam edin hocam, neden durdunuz?
"…"
"Sonra ne olmuş?"
"…"
"Sonunda buluyor mu hocam?"
"Ne bileyim ben? Sizinle başlıyorum dedim ya işte…"
"O zaman bitirelim hocam."
"Hımmm.Durun bakalım kaç sayfaymış?… Nereden baksanız otuz sayfa bu, yetişmez."
"Olsun ikinci dersimiz de size. Siz başlayın, süre yetmezse öteki ders devam ederiz."
"Ama kopar öykü tenefüste. Dağılırsınız."
"Yok hocam valla dağılmayız."
"İyi iyi. Tamam. Devam ediyorum o zaman."

"Bahçenin tam orta yerinde bir bank duruyordu. Bir adam oturuyordu bankta. Sırtı bana dönüktü. Hemen tanıdım adamı. Bu imkansızdı, biliyorum ama oydu işte, beş metre ötemde duruyordu. Titredim. Bir kartopu ense kökümden kuyruksokumuma yuvarlandı. Dişlerim kamaştı.
'Baba'"
Ve zil çaldı.
"Yaaaa…"
"Tamam işte,tamam. Anlaştık ya ikinci ders devam ederiz."

İkinci derste devam ettik. Bütün sınıf öykünün sonunda neye uğradımızı şaşırdık. Öykü okuyan, dinleyenler kadar sarsıldı.
Bu etkiyi veren metinlerden sonra genelde bir sesszilik olur. Öyle oldu, sessizleştik.
Bir kaç söz edilmeliydi yine de. Birlikte okunduysa bu metin üstesinden birlikte gelinmeliydi, birlikte düşünülüp birlikte konuşulmalıydı.
Kaybettiklerimizi, geçmişimizin bazı dokularının nasıl masallaştığını, masallaşan geçmişlerimizin bir gün ayrıştıklarında bizi nasıl sarstıklarını, genellikle pek anlamadığımız babalarımızı konuştuk.
"Bir De Baktım Yoksun"… Belki içe dönük bir okuma için yazılmıştır ya da bu bağlamda belki hiç hesaplanmamıştır. Eleştirmenlerce ne kadar akla gelir ne kadar dikkate alınır bir ölçüttür ama bu kitap yüksek sesle okunduğunda bütün bir kalabalığı içine alan altı öyküyü içeriyor. Tertemiz bir Türkçe ile yazılmışlar çünkü. Tebrikler.

Edebiyat, insanı oynatır kendisinin çok iyi oyuncak olduğunun inancını taşıdığı halde.

"Ağlayan değil, paylaşan bir kitap olmasını istedim."
bu cümleyi okuduktan sonra merakım daha da arttı.
hemen okumak isterim..

bir yorum bırakın