Aile Fotoğrafı, Kerem Görkem‘in ilk kitabı.
2016’nın Mayıs’ında Sel Yayıncılık etiketiyle raflara çıkmış bir roman.
Canım Sel Yayıncılık. İyi ki varsın…
Uzun süredir okunmayı bekliyordu bu kitap. Bir türlü başlayamadım, oysa hakkında olumlu sözler duymuştum.
Sonra bir gece pikaba Golden Hour of Donovan plağını koydum. Alım elime Aile Fotoğrafı‘nı. Çevirdim ilk sayfayı.
Hikaye böyle başladı.
Tuhaf bir buluşma, diye düşündüm önce. Masamda uzun süredir bekleyen kitabı, bu albümün melodileri çağırmış olamazdı. Sonra plağın kapağına baktım. Puzzle parçalarından oluşmuş bir Donovan portresi. Mavi gökyüzü. Asırlık bir ağaç. Dağların önünde bir şato. Gökkuşağı. Kelebek.
Bir an kitabı kapatıp, müziğe yoğunlaştım. Donovan’ın müziğindeki sadeliğe kulak kabarttım. İkinci el plağımın, bütün o sadeliği tuhaflaştıran cızırtılarını dinledim. Donovan’ın anlattığı hikayeleri, farklı bir yere taşıyordu cızırtılar. Donovan’ın müziği sadeleştikçe, cızırtılar daha da belirginleşiyordu.
Sonra yine kitaba döndüm. Ve sayfaları çevirdikçe bu buluşmanın boşa olmadığını düşünmeye başladım.
Kerem Görkem 1994 doğumlu bir yazar. Genç bir kalem. Ama Aile Fotoğrafı, gençliğin gevezeliğinden çok uzakta bir dil dünyası kurmaya özen gösteriyor. Sessiz anlara alan açmaya da. O sessizlikler aile kurumunun içindeki cızırtıları duymamıza olanak veriyor. İkinci el plağın farklı bir anlatı kurmayı başaran çizikleri gibi.
Çerçeve hikayelerin içinde akıp giden anlatıları severim. Kimi okur, böylesi anlatıların fazlaca boşluk bıraktığını düşünür; haklı olabilirler. Bir olay örgüsünü farklı bakış açılarının anlatışlarıyla takip etmeyi de severim. Kimi okur bunu ‘eski moda’ bulur belki; dert değil.
Ama şu ‘eski moda’ olmak meselesinde iki kelâm etmek isterim: Rashomon‘u ilk izlediğimde on altı yaşımdaydım. Aklım başımdan gitmişti. Toshiro Mifune‘nin o delimsirek gülüşü hala aklıma düşer arada sırada. Yıllar sonra Akutagawa‘yı okuduğumda da benzer bir hisse kapıldım. Amerikan sinemasının durup durup yeniden keşfettiği “çoklu anlatı/farklı bakış açısı” meselesine, akıllarına estikçe hayran olanlara sevgilerimle…
Neyse…
İlk kitaplar kimi zaman fazla “açıklar”, kimi zaman da fazla “saklar”. Yazar, sonraki üretimlerinde bu yollardan hangisine doğru yürüyeceğine zaman içinde karar verir. Kerem Görkem, azaltmaktan korkmayan bir yazar. En azından ilk kitabı bunu söylüyor bize. Sonrasında anlatısının nereye doğru evrileceğini zaman gösterecektir.
Plak bitti. Boşa dönmeye devam etti. Cızırtı kapladı evi.
The Ballad Of Geraldine‘in melodisi hala kulaklarımda.
Kitap bitti. Şu satırlar hala zihnimde.
Hikâyelerin de ayakları kayar. Bir hikâyenin ayağının kaydığı yerden yeni bir hikâye doğar.
Hikâye, bitmez…
ne çok şey var habersiz olduğum…
kimilerini çok ama çok sevebilirdim ya da hiç; bilemiyorum ki.
ama yakalayabildiklerimden benim dolandıklarım ya da bana takılanlar "ben"i kuranlar. acaba kaçırdıklarımla, bilmediklerimle başka biri mi olurdum daha iyi ya da daha kötü ya da daha mutlu ya da daha mutsuz, deli, akıllı, çılgın….
aynı suda bir kere yıkanabiliyorsun ya "hikaye kayınca" su mu değişiyor sen mi?
guzel paylasım