2. Her zaman söylerim; böylesi yoğunluk ve yorgunluğun iç içe geçtiği gezilerde ekip çok önemlidir. NTV’den Gökhan Kalan da benim böyle geziler için en kıymetli dostlarımdan biridir. Ekibin geri kalanı Coca Cola’dan Sibel İpek, Caretta İletişim’den Elif Acar ve Habertürk Gazatesi’nde Heja Bozyel’den oluşuyor. Müzik zevki, yorgunluğa direnç, iş bitiricilik ve eğlence anlayışı uyumlu bir ekip.
3. Ekibin baş etmesi gereken bir sorun var; Arras inanılmaz derecede soğuk. Özellikle gündüz ve gece farkı bünyeyi bayağı bir sarsıyor. İlk günün, ilk saatlerinde bu gerçekle yüzleşince soluğu bir Dechatlon mağazasında alıyoruz. 5,95 Avroluk polarlar kurtarıcımız oluyor.
4. Main Square Festival üç günlük ve iyi organize olmuş bir festival. Organizasyonu kolaylaştıran bir etken de, festival izleyicisinin deneyimi. Üstelik izleyiciyi rahat ettirecek konular da düşünülmüş; yeterli sayıda tuvalet, çeşitli ve her bütçeye uygun yiyecek-içecek standları gibi.
5. Festival iki sahneye bölünmüş durumda; Ana Sahne ve Yeşil Oda. Her iki sahnede de müthiş isimler var. İşte o isimlerden öne çıkan birkaç tanesi.
Birinci Gün: Eels, Beady Eye, Martin Solveig, Limp Bizkit, Queens of the Stone Age, Linkin Park, The Chemical Brothers.
İkinci Gün: Fleet Foxes, Two Door Cinema Club, Kasabian, White Lies, Kaiser Chiefs, The National, Arcade Fire, Moby.
Üçüncü Gün: Cold War Kids, Magnetic Man, Underworld, Bruno Mars, Elbow, PJ Harvey, Portishead, Coldplay.
6. İlk gün işimiz Limp Bizkit’ten Fred Durst ve Wes Borland’la röportaj yapmak. LB’in tur menajeri sayesinde bütün bir günü kuliste geçiriyoruz. Böylece sadece LB elemanları ile değil, diğer grupların elemanlarıyla da tanışma ve hatta az da olsa muhabbet etme şansımız oluyor. Fred ve Wes birbirlerinden çok farklı davranan iki adam. Fred evin arka bahçesindeki potada basket oynarken konsere çağrılmış yaramaz bir çocuk gibi. Wes ise, bütün bir turu kontrol etmek zorunda olan menajere benziyor. Az sonra sahnede o gizemli ve korkutucu kostümüyle çılgınlıklar yapacak adam olduğuna inanmak zor. Söyleşiyi açık havada gerçekleştiriyoruz. Fred sorulara umursamaz bir havada cevap verirken, Wes olabildiğince ciddi. Nu metla’in durumundan İstanbul konserlerine, Grubun yeniden toparlanmasından Wes’in tablolarına uzun bir söyleşi oluyor. Sonrasında da aşağıdaki fotoğrafı çektiriyoruz.
7. Limp Bizkit’ten sonra sahne alacak grup Queens of the Stone Age. Kuliste oturmanın lüksü sayesinde Josh Homme’la tanışıyorum. Bir fotoğraf çektirmek istediğimi söylediğimde, hemen ayağa kalkmaya yelteniyor. “Otursanız daha iyi olmaz mı?” dememi dinlemeden ayaklanıyor ve “İri bir adamım ben, sen kendini düşün,” diyor. Sonunda ortaya aşağıdaki fotoğraf çıkıyor. Devle cüce bir arada…
8. İlk günün akşam yemeği, hatta gece yarısı yemeği Arras’ta yeniyor. Etin ve şarabın lezzetiyle kendimizden geçiyoruz. Gecenin soğuğunda ancak iki kat polarla ısınarak uyuyabiliyorum. Böylesi gezilerin en kötü yanı hasta olmak, tedbirli davranmalı.
9. İkinci gün konser alanına gitmeden yakındaki bir kasabaya gidiyoruz: Béthune. Gökhan ve ben bu kasabaya bayılıyoruz. Tam bizim yemek yiyeceğimiz saatlerde karşıdaki kilisede bir düğün var. Kasabanın gündelik yaşamının içine dalmak ikimizi de mutlu ediyor. Erkekler, kadınlar, çocuklar cıvıl cıvıl… Denizci midyesiyle birlikte Hoegaarden’ları da mideye indiriyoruz.
10. Arras notlarından şimdilik sonuncusu, Moby röportajı ile ilgili. Moby’le özel kulisinde buluşuyoruz. İnanılmaz sakin, sade ve çevresiyle ilgili bir adam. Daha söyleşi başlamadan Türkiye’deki seçimler hakkında ne düşündüğümü soruyor. Sonrasında, bugüne kadar yaptığım röportajların en güzellerinden birini gerçekleştiriyoruz. Müzikten felsefeye, edebiyattan dünya sorunlarına uzanıyoruz. Söyleşiden o da keyif alıyor; hatta bize ayrılan sürenin bittiğini söylemek için içeri giren asistanına “Çıkabilirsin, devam edeceğiz,” diyor. Başka röportajla (ve elbette yetişmesi gereken bir konser) olmasa daha saatlerce konuşacak gibiyiz. Wittgenstein bizi Russel’a savuruyor. Tractatus Logico-Philosophicus üstüne bile konuşuyoruz. (zaten bunu sormuş olmam, onu çok şaşırtıyor ve heyecanlandırıyor.) Benim Sylvia Plath üstüne sorduğum soruya, o bir de Flannery O’Connor’ı ekliyor. Ted Hughes, Herman Melville ve ötesi. (Bu söyleşiyi yakında NTV’de izleyeceğiniz için daha fazla detay vermeye gerek yok.) Söyleşiyi müthiş bir heyecanla bitiriyorum. Kapıdan çıkmadan kolumdan tutuyor ve “Türkiye sence ne zaman Avrupa Birliği’ne girecek?” diyor. Sohbet ayaküstü devam ediyor. O muhabbetten geriye bir de bu fotoğraf kalıyor.
Kuliste sakin sakin edebiyat konuştuğum adam, yarım saat sonra sahnede bambaşka bir gösteri canavarına dönüşüyor ve Arras’ın en unutulmaz konserlerinden birini veriyor. Moby’i sahnede izlemek olağandışı bir deneyim.
Eğlenceli ve keyifli olmuş festival süreci, öyle ki bende okurken çok keyif aldım.
fotoğraflar harika
Gerçekten hayran bıraktıracak bir dille anlatmıssınız.Moby'le röpartajı sabırsızlıkla bekliyorum.
Bu muhteşem festivalden keyifli paylaşımlar için teşekkürler. Özellikle de Coldplay, Moby, The Chemical Brothers ve Portishead'i aynı festivalde dinlemek&izlemek harika bir ayrıcalık olsa gerek.
Moby ile söyleşinizi izlemeyi sabırsızlıkla bekliyorum. Ve bu yorumu yazarken, hayatım boyunca dinlemekten bıkmayacağım ve benim için önemli bir yeri olan "Extreme Ways"'inden bir alıntı ile bitireyim istiyorum: "Extreme songs that told me… They helped me down every night… I didn't have much to say…"…
İnsanda festivale gidip röportajlari sanki bizim yaptigimiz izlenimini veren anlatiminiz icin tesekkurler moby ile olan söylesiniz gercekten cok ilginc gözüküyor sabirsizlikla bekliyoruz:)
Söyleşiyi heyecanla bekliyoruz.
Ekip ekip diyorsunuz çok üzülüyorum ekipte olmadığım için:-)
Cumartesi elimden geleni yapacağım programı izlemek için, parmağıma ip bile bağlarım.
Keşke geçen yıl da gitseydiniz. Ben Harper ve Pearl Jam vardı!