Şimdi de çizgi roman olarak elimizde…
İsrail ordusu, 15 Eylül – 29 Eylül 1982 tarihleri arasında Beyrut’a girdi. İsrail yanlısı Falanjistler’le bir araya gelerek, kontrolsüz-acımasız bir ölüm gücü oluşturdular. Ve insanlık tarihinin en karanlık katliamlarından birine, Sabra ve Şatilla’daki Filistin Mülteci Kamplarında gerçekleştirdikleri katliama imza attılar. Bir gece, İsrail ordusu çevreyi kontrol ederken, Hıristiyan Falanjistler kamplara girdiler ve… Yaşlılar, kadınlar, çocuklar, bebekler… Bu katliam için bahanesi de hazırdı İsrail ordusunun; müttefikleri Falanjistlerin lideri Beşir Cemayel, seçimlerin hemen sonrasında bombalı bir saldırı sonucu ölünce, sınırı geçmişlerdi. Bu katliamın bir başka unutulmaz ismi daha vardı; “Beyrut Kasabı” olarak anılan Ariel Şaron.
Peki bu katliam, İsrail halkında, özellikle de o savaşın bir parçası olan, elinde silah Sabra ve Şatilla’ya giren İsrailli askerlerde nasıl bir etki yarattı, nasıl travmalar bıraktı. Bir insanın, geçmişindeki günahlarla yüzleşmesi ne derece mümkün? O günahların tanıklarıyla ruhunun derinliklerine inmesi ne derece mümkün? Konuşmak, hatırlamak ve itiraf etmek arındırır mı? Yoksa sadece insanlığa bir belge bırakmaya mı yarar? Ari Folman bu askerlerden biriydi ama yıllar yılı “o gece” neler yaşandığını hatırlayamadı. O gece “gerçekte” neler olmuştu? İşte, Ari Folman’ın, David Polonsky’le bir araya gelerek çektiği belgesel-animasyon “Beşir’le Vals” bu gerçekliği arayışın hikâyesi.
Ben filmden ilk kez Cannes Film Festivalinde haberdar oldum. Ama çok daha sonra izleyebildim, film ödüllere boğulduğu günlerin sonrasında. Bu geçen zaman zarfında, çok sayıda olumlu-beğeni dolu yazı okudum filmle ilgili. Elbette eleştiriler de vardı; filmin sadece bir “savaş sonrası sendromu” anlattığı, askerlerin insan olma hallerini yansıtırken, mülteci kamplarındaki masumlardan hiç söz etmediğini, bu nedenle de tek taraflı olduğunu söyleyenler de oldu. İzlediğimde seçilen grafik anlatımdaki keskin gerçeklik-gerçekçiliğin bütün bu eleştirilere bir cevap olduğunu düşündüm. Gerçeklik duygusunun, insan tarafından yeniden yaratılan bir grafik anlayışın içinde eritilmesi, o gece Sabra ve Şatilla’da yaşananları anlatmak için en iyi yoldu belki de. (Özellikle de filmin sonundaki cesur “gerçeğe dönüş” görüntüleriyle.)
Bir filmden insanlık tarihinin en karanlık sayfalarından birini aydınlatmasını, bir bütün ulus adına itirafta bulunmasını, sonsuz bir savaşa dönmüş Orta Doğu coğrafyasına barış getirmesini bekleyemeyiz elbette. Ama beklediğimiz cesaretse, “Beşir’le Vals”, kimi yerlerdeki tek taraflı anlatımına karşın, bu cesarete sahip.
Sadece filmiyle değil. Elimizdeki çizgi roman cildiyle de. Beşir’le Vals, Everest Yayınları tarafından çizgi roman olarak basıldı. Filmin bütün etkisini bir kez daha hissedebileceğiniz, bazı karelere daha yoğunluklu bir şekilde nüfuz edebileceğiniz özenli bir baskı ve Sabri Gürses’in güzel çevirisiyle… Bence filmi izlediyseniz bile, mutlaka okuyun!
çizimlere veya hikayeye söylenecek bir şey yok ancak konuşma balonları gerek şekil gerek font bakımından rahatsız edici olmuş, baskı güzel olsa da çok özen gösterilmediğini düşünüyorum. aynı problem kara kule çizgi romanlarında da var bence
Benim bundan yeni haberim oldu. Filmi izleyip çok beğenenlerdenim , sanırım kısa zamanda edineceğim.