Bir blog yazısı kaç kişi okuyunca ‘başarılı’ sayılır?

Oldukça tanınmış bir blog yazarıyla tanıştım.

Bu medyanın iyi bilinir isimleri “Blogger” denmesini tercih ediyorlar kendilerine. Ben de öyle diyeyim o zaman.

“Biz bloggerlar genelde kıskanırız birbirimizi, bir başkasının sayfası bizimkiniden çok okunsun istemeyiz,” dedi.

Ve şöyle devam etti: “Bir blogger sürekli olarak, sayfasının verilerini takip etmek zorundadır. Ne kadar okunduğunu, kaç kişiye ulaştığını bilmek zorundadır. Hatta ben, çoğu zaman, takipçi sayısı çok olan blogların verilerine bile bakıp diğerleri hakkında bilgi topluyorum.”

Ben de çevremdeki herkese blog açmalarını öneren biri olduğumu, öğrencilerimi bu konuda hep desteklediğimi ve rakamlara kapılmadan, içeriğe odaklanılmasını önerdiğimi söyledim. Bu önerimi bir çeşit ‘hainlik’ olarak konumlandırdı sanırım, çünkü “Sakın böyle söylemeyin, rakamlar önemlidir, kesinlikle hangi yazıda kaç saniye kalındığını bile takip etsinler,” dedi.

Anlaşamayacağımız belliydi. Ama yine de devam ettik sohbete. Bu durumu sevdim.

“Peki sadece okurun ilgisine bağlı kalmak, yazdıklarınızı etkilemiyor mu?” dediğimde, dürüst bir cevap verdi. “Etkiliyor ve bence bu çok normal. Çünkü çok kişi okusun diye yazıyorum, bu durumda okur neye daha çok ilgi gösteriyorsa onu yazmam da çok doğal.”

Elbette sohbet uzayabilirdi. Çünkü, sadece rakamlardan oluşan bir veri tabanının, istediği ‘çok okunma’ eyleminin gerçekleştiği konusunda garanti veremeyeceğini falan söyleyebilirdim. Ama tek yaptığım ukalalık olurdu bu durumda. Çünkü karşımdaki blogger, hayata benden daha kararlı bakıyordu.

Şimdi kararsız bir blogger olarak soruyorum:

Bir yazı kaç kişi tarafından okunduğunda başarılı sayılır?
Bir yazı bir kişi tarafından okununca, yazarı mutlu olamaz mı?
Başarı nedir?
Bir insan niye blogger olur?
Sizce bu yazıyı kaç kişi okur?

Bu ne yaman çelişkidir ey okur!

Comments (67)

Ben de yeni bir blogger olarak tam da bunu dusunuyordum ki yazınız geldi uzerine taze taze. Bana kalırsa bu durumu sayılara dokmek ve cogunluga gore sevinip yazi konusunu cogunluga gore belirlemek tribunlere oynamaktir ve samimiyetsizdir.

Bu bana aldığı oy sayısıyla kendini konumlandıran siyasi partileri anımsattı. Şu mecralarda çoğunluğun dikkatini çekebilecek -ama- lüzumsuz şeyler de yazabilirsiniz, okuyana bir şeyler katacak şeyler de. İkincisi için elbette olabildiğince fazla kişiye ulaşmak toplumsal fayda açısından iyidir, ama bu da böyle istatistikle ölçülmemeli kanaatindeyim. Sayfayı ziyaret edenlerin sayısı içerik kalitesi hakkında bir fikir veremez diye düşünüyorum, imkansız.

Ben uzun zamandır blog yazıyorum. Dürüstçe itiraf etmem gerekirse ilk zamanlar evet çok önemliydi kaç kişinin okuduğu, kimin ne dediği gibi şeyler. Hatta okur müdahale bile ediyordu, "karamsar yazma" "umutlu şeyler yaz" "sen olaylara yorum yapma, hikaye yaz" "ne çok kendinden söz ediyorsun" falan filan. Sonra farkettim ki okur ne isterse onu yazmak yazabilmeyi hatta yazma isteğini öldürüyor. Çünkü kendin olmaktan çıkıp bir başkasının istediklerini yazmaya çabalıyor ve bu yüzden de samimi olamıyorsun. Oysa okur herkesin sandığından akıllı. Onun aradığı konu ya da başka birşey değil, samimiyet. Bunun yolu da ancak kendin olmaktan geçiyor. Bunu farkettiğimde biraz ara verdim, yeniden kendim olabilmek için. Soğudum belki de yazmakta o süre bilemiyorum. Bu oldukça uzun bir zaman önceydi. Şimdi şöyle düşünüyorum, içimden ne geliyorsa o sayfada onlar olmalı. Blog bir nevi, iç dünyamızı paylaşmaya davet değil mi? Bunu görmek isteyen varsa buyursun gelsin diyorum. Kısacası, rakamlara çok da takılıp kalmamak lazım.

Yazdığım yazının altına bırakılmış tek bir yorum bile gördüğümde, tek bir okur bile selam verdiğinde yeteri kadar mutlu oluyorum. Söyleyeceklerim şimdilik bu kadar.
Sevgiler selamlar,
Hikmet

Ben de bir blogger olarak diyorum ki , benim yazılarım, az okunsun ama sadık kişiler okusun, yazdıklarım bir kişiye bile dokunuyorsa ve o kişi doğruysa sayılar önemsizdir.

Yıllar önce internet reklamcılığı ve sosyal medya bu kadar popüler değilken insanlar daha çok kişisel bloglar açarlardı. Ülke gündemiyle, kişisel gündemleriyle, meslekleriyle, hobileriyle, hayalleriyle, okuduklarıyla ilgili yazarlardı. Zaman geçtikçe internet reklamcılığı çoğu insanın yazdıklarımdan para kazanmalıyım düşüncesini, hırsını tetikledi. Kimileri birer pazarlama profesyoneline dönüştüler, kimileri de kendilerini anlatarak başladıkları bloglarını para kazanma aracı olarak kullanmaya başladılar.

Bence bunlar iyi günlerimiz. Şu an blog, twitter ya da instagram takipçilerini dert ediyor insanlar. İleride bu durum hayatımızın daha da içine girecek. Dijitalleşen dünyamızda her şey birer veri olarak kaydediliyor. Çevremizde, üstümüzde kullandığımız cihazlar internete bağlandıkça çok daha enteresan bir dünyamız olacak. Başarı yaptığımız tüm işlerde ve her şeyde Google Analytics ve benzeri araçlarla rakamlar üzerinden ölçülecek, skorlanacak, grafikler üzerinden incelenecek. Maalesef…

Blog yazarı için başarı öncelikle okuduğu zaman kendisinin keyif almasıdır. Elbette okuyanların da bunu beğenmesi kriterdir. Ama nicelikten önce niteliğe önem vermek gerekir.

Günaydın…
Ben de yazma hevesi ile bir blog açtım geçen ay. Ancak kendime blogger diyemem. İnsan neden blog açar sorusuna cevabım ise okunma kaygısından çok, yazma arzusu oldu bende. Ama rakamlara ben de bakıyorum aslına bakarsanız…

Elbette ki yazan herkes okunmak yani önemsenmek ister ama popüler olmakla önemsenmek arasında ince bir çizgi var. Ben de isterdim bir milyon kişi okusun her yazımı ama o zaman bir milyon kişiyi ilgilendiren bir konu seçmem gerekirdi. Bense şu sıralar yazabileceğim en iyi şeyi, Paris'i yazıyorum; dolayısıyla bunun çok geniş bir kitleye hitap etmediğinin farkındayım. O yüzden beni blog'umun tıklanması değil okunması ilgilendiriyor. Paris'le işi olmayan birinin benim blog'umda dolaşmasının bana (ve okuyana) bir faydası yok yani.
Özetle genel bir konuda yazıp 10.000 kez okunmak başarısızlık olabilirken spesifik bir konuda 1.000 okunma almak marifet sayılabilir.
Bir kişi okusun, okuduğu işine yarasın, hatta üşenmeyip bir teşekkür mesajı yazsın; sizden mutlusu yok o zaman…

Blog yazmak konusunda önceden çok denemem oldu. Hepsinde de odak noktam birilerine okutmak oldu. Ama bahsi geçen bu bloglar artık hayatına devam etmiyor. Çünkü başkaları okusun diye yazmaya çalıştıkça, yazacak bir şey bulamadım. Askerde kendi kendime tuttuğum not defterinden sonra ise yazmayı sevdiğimi ama bunu başkaları için değil yazmak istediğim konularda yazınca sevdiğimi farkettim. Şu anda 1 kişisel, 1 Türkçe içerik, 2 de yabancı içerikli blog yazıyorum. Kişisel haricindekiler henüz yeni ama istikrarlı bir şekilde geliştirmeye çalışıyorum. Yazdıklarımı birilerinin okuması çok hoşuma gider ama okumazlarsa da bundan vazgeçmek istemiyorum. Çünkü yazmanın bana en büyük faydası araştırma ve öğrenme tutkumu ateşliyor oluşu.

Benim yaklasik 5 yildir blogum var. Canimin istedigi konuyu, canimin istedigi zaman yaziyorum. Ilk once kendim icin yaziyorum cunku yazmak beni mutlu ediyor, okunmaktan cok, birileri de okursa iyi hissettiriyor okumazsa da problem degil. Bu duruma gore ben blogger degilim.

sekiz yili gecti blog yazmaya baslamam.. birakin ka kisi okuyor'u merak etmeyi.. icerigi degistirmeyi bazen sozcukleri birlestirip yazdigim olmustur google'da araninca bulunmasin diye.. biz toplum olarak cok standartiz.. yazilarin da birbirinden cok farki yok o yuzden.. ve her yazida benzer yorumlar ayni kisilerden..
blog bir dusunce akisi not alma halidir..
ben sekiz yil geriye donup kendi fikri degisimimi izleyebilmekten cok mutluyum..
kimi kirk yorumlu kimi yorumsuz bine yakin yazi var.. blogumda.. nostalji huzun ve zirzopluk daha cok ilgi cekiyor.. ama ilgi ceken degismeyince blog bizi gelistirmiyor.. bence sadece gelisimi not ediyor…

atalet..

Ben hiç bir zaman "blogger" olamayacağım buna göre. Bakıyorum arada ne kadar okunmuş o yazım diye ama buna göre şekillendirmek çok samimiyetsiz geliyor Nesi Benim'e katılıyorum. Bloga yazarken mutluyum bir şeyler yaparken mutluyum. Sayılar değil duygular tatmin ediyor beni.

"Ben Ruhi Bey Nasılım?" şeklinde okuyucu isteklerine göre blogu şekillendirmek ne kadar yanlışsa, rakamları ve okunma oranlarını hiç dikkate almamak da o kadar yanlış.

2011 yılından beri düzenli olarak yazdığım bir blogum var. Zaman içerisinde, su akar yatağını bulur misali, kendi kendine şekillendi. Ancak, neden bazı yazıların diğerlerinden daha çok ya da daha az okunduğunu bilmek de önemli. Bu bize toplumun ne istediğini göstermesinin yanında neyi yanlış ya da doğru yaptığımızı da gösterebilen bir kerteriz olabilir çünkü.

Kaldı ki, yazılarımızı bloga yazıp umuma açmakla, evde defterimize yazmak arasındaki temel fark bilinmek ve geribildirim almak isteğimiz. Eğer aldığımız geribildirimleri takip etmeyecek ya da hiç umursamayacaksak evde oturup defterler de doldurabiliriz.

merhaba. başta kendin için öylesine rahatlamak için açtığın blog biraz takip alınca etkilenmeye başlıyorsun. ve yazarken ister istemez etki altında kalıp, bunu böyle mi yazsam, ne düşünülür ki, tuhaf olur mu gibi sorularla şekilleniyorsun. ama benim gibi bir süre sonra farkediyorsun ki; bu senin defterin! ne yazmak istiyorsan yaz, okumayan okumasın! yazmak iyi geliyor, okunmak değil. sevgiler..

Bu ülkede öyle yazarlar okunmayı geçtim, bilinmezken; böylesine manipüle edilmiş bir bilgi çağında kimin ne kadar çok "tıklandığı" bir "başarı" göstergesi asla olamaz bana kalırsa. Evrensel ve çağını atlamış bir dil öyle kolay kurulmuyor (yine bana kalırsa).
Ancak siz her daim o yalın ve sürükleyici dilinizle bu yaman çelişkilerle aklımızı kurcalamaya devam edin.

ben de şunu merak ettim; kaç sattığını, "en çok satanlar listesi"nin hangi diliminde yer aldığını (yayınevi bazında kaçıncı, genel olarak kaçıncı?) deli gibi takip eden, okur ne seviyorsa onu belirleyip o türde/tarzda yazan romancılardan farklı mı ki bu bloggerın durumu 🙂

Merhaba;
Ben hemen hemen 8 seneye yakın bir zamandır blog yazarıyım,Cezayir'de. Serüvenim Türkiye'de bıraktığım aileme ve dostlarıma buradaki hayatımı anlatmak amacıyla başladı. O zamanlar başkalarının okuduğunu bile bilmiyordum ve bloglar da bu kadar çok değildi. Bir dönem herkesin takipçileri çoğalıp benimki sabit kaldığında üzülmüştüm ama bu düşünce kafama girdiğinden beri eskisi gibi yazmadığımı fark ettim ve ondan kurtuldum. Elbette ki kimi zaman bakıyorum kaç takipçim oldu, kimler sayfamı okudu, ne kadar süre kaldı diye. Blog sayfam zamanla buraya gelenlere yardım amaçlı bir sayfaya da dönüştü diyebilirim. Ama anladım ki okunma kaygısı taşıyarak yazmak fikirlerin özgürce kalemimden dökülmesine engel oluyor, bu yüzden sadece içimdekileri dinleyerek yazmaya çabalıyorum. Blog kategorisine göre de oluşabiliyor bu takipçileri gözlemlemek durumu, çünkü bazı blog sayfaları reklam alıyor, buradan para kazanıyorlar. Bu yüzden takipçi sayısı önem kazanabiliyor kimileri için.
Sevgiler

Bugün kendi bloğumun 2014 verilerini kısa düşüncelerle paylaşmıştım. Bir blogger dostum yazınızı önerdi. İlginiz çekerse: http://www.mehmetbilgehanmerki.blogspot.com.

Sadece ben okusam yazarın mutlu olması için yeterli..Buda kıskanç okur:))

5 seneyi aşkın süredir blog yazıyorum. Bu blogger arkadaşın söyledikleri çoğu popüler blogu da tanımlıyor. Popüler olma çabası içindeki bloglar okunabilirliğini arttırmak için okuyucunun ilgisini çekecek yazıları yayınlıyor ve sürekli giriş rakamlarını takip ediyorlar. Ama benim gibi sadece yazmanın iyi geldiği blog yazarları da var emin olun. Çok değilizdir belki ama yine de varız. Örneğin ben yazmak istediğim zaman, sadece yazmak istediğim konularda ve türlerde yazıyorum. Çok kişi tarafından takip edilme kaygım yok. Ancak tabii ki sayı biraz yükseldi mi insanın morali de yükselmiyor değil. Ama bahsettiğim sayı elbette ki sizin görüştüğünüz blogger arkadaşın çok çok altındadır.

Aynı şey kitaplar için de düşünülebilir hocam. Çok satsın diye ona göre yazılabilir mesela. Ya da kitabın satışıyla okunmasında sapmalar olabilir. Bu arkadaş blogger'sa ben değilim 🙂 Ankara'dan sevgi saygı.

Bu blogger arkadaşın mantığıyla kitaplara da bakılabilir. Çünkü çok satsın (ya da okunsun diye ama ikisi aynı şey de değil tam olarak aslında) diye kitaplar yazılıyor da olabilir. Okunmak güzeldir ama bu kadar da takmamak lazım sayılara, diye naçizane öneririm blogger arkadaşa. Ankara'dan sevgili saygılarımla.

5 kişi
1. en yakın arkadaş
2. aileden biri
3. sevgili
4. eski sevgili
5. herhangi biri

Bu kadar sayilara oynamak sayfa icin reklam koparip kazanc saglamak icin olabilir diye dusunuyorum ve ben de samimi bulmuyorum.
Mine

Bence bir yazı okunma sayısı ile ilgili oranla değerlendirilirse yazar ya da blogger en başta kendisine haksızlık etmiş olur. Sanırım bu yazıda bahsedilen ünlü bloggerımız bir işin maddi boyutunda.

Bir yazının başarı oranı bence seni ne kadar ferahlattığı ile ilgili. Eğer hislerini tam olarak anlatabilmiş, içinde ki yükü boşaltabilmiş isen o yazı başarılı bir yazıdır.

Okunma sayısı da bunun bonusu. O rakamlardan da çok içten gelen seni anlayan bir yorum bile yeterli. Bilemiyorum tabii, bunlar sadece benim düşüncelerim.

Benim de sık sık yaşadığım bir ikilem aslında bu. Evet bir kişinin okuması da mutlu ediyor, ama daha fazla okunmak daha fazla mutlu ediyor. Başarı için bir kıstas mıdır bu, bence değildir. Çünkü sadece sayılara odaklı yazılan yazılarda genellikle içerik bomboş oluyor. Başarı, blogger için bence ne okunma oranı, ne de sayılar… Yazdığın zaman rahatlıyorsan, kendini iyi hissediyorsan başarılı olmuştur yazma eylemi. Benim için böyle en azından.
Ve son olarak bu yazıyı çok kişi okur 🙂 Çünkü dikkat çekici bir başlık ve yazarı da sizsiniz. Daha ne olsun 🙂

Bir yazı yazıldığında, bu başarıdır, üretimdir ve yazarı mutlu olur.

Başarı sadece çevresel bir ölçüm olamaz, kişinin kendine dönük sindirimleri de başarıdır.

Ben niye blog yazarıyım (bence reklam alanlara 'blogger' denmeli)? Adı üzerinde, günlük tutmak ve tabii ki paylaşmak.

Okumak, beğenmek, ara sıra hatırlamak, hakkında konuşmak, yazmak bunların sayıdan daha fazla önemi olduğunu düşünüyorum ben, niteliğinin önemini unutmadan digital çağa ayak uydurmaya çalışan bir blogger olarak.

birileri okusun diye yazdığımız kesin. o yüzden kalkıp okunmak, okunmamak umrumda değil gibi cümlelerle artistislik yapmaya gerek yok. ama bunu hırslı bir hâl ile yapmak biraz korkutucu. aç gözlülüğün, insana zarardan başka yararı yoktur.

Blog yazmayı hırs haline getirmiş biriyle konuşmuşsunuz. Aynı zamanda ''Biz bloggerlar…'' diye başlayıp herkesi kendi gibi zannetme gafletine düşerek aynı kefeye koyan, hatta ne kadar kıskanç olduğunu açık açık itiraf eden biriyle.
Arkadaş tribünlere oynuyormuş, belli. Tek amaç ünlü olmak. Sonra da gelsin kitaplar, filmler, vb. Mühim olan arkasında biriktirdiği o devasa kitle. Sırf okurun hoşuna gidiyor diye, misal kullandığı küfürlerin ve argonun dozunu artıranların nasıl da prim yaptığına şahit olmuş, dahası çok özenmiş, kesin.

Blog yazmak tek kelimeyle; paylaşmaktır. Yazan kişiye yeri gelir terapi olur, rahatlatır.
Tek kişinin okuduğunu bilseniz bile mutlu olursunuz…

Ben yazarken mutlu olanlardanım. Çok okunmak gibi kaygım olmadı. Yazdıkça iyi hissettim kendimi blog açmamın nedeni de bu, sayılarla hiç işim olmadı desem inanır mısınız? Bence inanırsınız 🙂

Merhaba, ben de bir 'blogger'ım fakat okur sayım epey düşük olduğu için uzun zamandır yazmıyordum. "Her ne olursa olsun" diyerek 1 haftadır bloglarımı yeniden yapılandırdım. Bazı günler okunmaktan çok yazmak mutlu ediyor insanı.

Çok kişi tarafından okunmak güzel olsa da bence yazının bir kişiye de olsa ulaştığını bilmek daha güzel. Bazen birisi öyle bir yorum yazıyor ki, insanın iyi ki de bu blogu açmışım, yazı yazıyorum dedirtiyor… Açıkçası reklam veya kar amaçlı blog yazmadığım için, rakamlarla çok ilgilenmiyorum. Tabi ki tercih meselesi…

Haklısınız bir yazar içeriğe odaklanmalı. Okunma sayısı başarı için ölçüt değil. Çünkü her yazar okunması için yazmıyor. Bloggerin sosyolojik bir derinlemesi olduğunu düşünüyorum. Sebepsiz yazanlar, içini dökenler, ego tatmin edenler, ünlü olmak isteyenler, zevk için yazanlar, yazarlığa ilk adım olarak görenler olduğu gibi.

Harika bir yazı! Bence her iki tarafın da kendince haklı nedenleri var…

1- Başarının canı cehenneme! Yazar 'başarı amacı' güttükçe yazdıkları tesadüfen bir araya gelmiş harf yığınından başka bir şey olmaz.

2-Yazar, yazdıklarının elbette çok kişi tarafından okunmasını ister; çünkü derdi kendini anlatabilmektir; ama yüzlerce okur arasından bir kişi dahi anlasa mutlu olmalıdır.

3-Başarı, yazarın yazdığı hiçbir şeyde kendini anlatamamasıdır.

4-İkinci milenyumunun yazarlara ve okurlara – özellikle yazarlara- en büyük kötülüğü bilgisayar ve internet çağını getirmesi oldu. Bu, yazarları; kağıttan, kalemden, silgiden uzaklaştırdı. Bu imkanlar dahilinde yazarlar, kitlelere daha hızlı ulaşabilmek ve onlarca tanınabilmek için bu yolu seçti. Yani blogger olmak istedi …

5- Bu yazıyı Yekta Kopan'ı biraz olsun tanıyan herkes okur. Sayıların önemi yok… ADANA'dan SEVGİLER YEKTA ABİ ! 🙂

Çok okunmak yazı özgürlüğünü ve özgünlüğünü törpüleyen bir kıymet bence. Şöhretin bedeli dedikleri gibi bir şey. Tabi bu okunmaya ulaşım şekli asıl önemli olan. Görüştüğünüz kişinin motivasyonu ile yazılmış bir yazının okunma sayısı ancak o kişiyi tatmin eder; niceliksel bir tatmin. İnternet haberciliğindeki "şoka şok şoku" tarzı başlık haberciliği gibi. Oysa içeriğin lezzeti ile gelen sayının değeri o sayısal üstünlükten çok daha büyük ve güzel bir üstünlüktür.
Ben de hocamın motivasyonu ile blog tutmaya başlamıştım. 7 yılı aştı ve büyük keyif alıyorum. Arada bu keyife ortak olanlarla, fayda sağladığını gördüklerimle karşılaşıyorum ve bu harika hissettiriyor. Ama en çok bir yerlere bir kaynak/veri bırakmış olmanın hazzını yaşıyorum. Belki uzunca yıllar "değersiz" bir veri olarak okyanustaki damla misali orada kalacak ama ya bir gün birinin işine çok yararsa, keyif verirse düşüncesi benim için yeterli bir motivasyon. Mesela şu an elime büyük dedemin tuttuğu notları içeren bir kaynak geçecek olsa ne kadar keyifli olurdu. Bakarsınız bundan 50, belki 100 yıl sonra bu hissi yaşatabilirim. Çok güzel olmaz mı? Ve sadece bunun için bile yazmaya değmez mi?
Elbette niceliksel/ticari motivasyonlarla yazanları da anlayabiliyorum. Çağın vebası etkileşim sonuçta. Çok etkileşim çok mutluluk getiriyorsa, o etkileşim peşinde koşmak da gayet rasyonel bir davranış.
Dediğiniz gibi, çelişki yaman.

İlk zamanlar çok üzülüyordum yazdıklarımı hiç kimse okumuyor diye. Ama zamanla anladım ki; yazma işi, yazdıklarınızı binlerce kişi okusa bile aslında kişisel bir yolculuk. Ya da bir nevi kendini kendine, kendini başkalarına anlatma hali. Yazılarımı mutlaka okuduklarını bildiğim "üç" kişi olduğu için kendimi başarılı buluyorum. Her sabah yeni bir şey yazıp yazmadığımı kontrol eden "bir" kişi olduğu için inanılmaz derecede mutluyum. Başarmakla ilgili bir takıntım yok, bu yüzden yazarken daha rahatım. Mevcut şartlarımda yazabilmem için en kolay yol olduğundan blogger oldum. Şu an yazınızı en az iki kişinin okuduğundan kesinlikle eminim 🙂 Sevgiyle kalın…

Beş yıldır blog yazıyorum blog benim için kendime ait oda. İlk bir yıl sanırım dört takipçim vardı. Hatta yıl sonunda onuncu takipçime tuz ruhu ve mikrofiber toz bezi mi hediye etsem acaba diyordum 🙂 Sonra yüz takipçili bir blogger sayfamı keşfedip yazılarımın altına yorumlar yazınca takipçim yirmileri buldu sonra başka bir popüler blogger la otuzlar ve sonrasında bir yazarın blogu twitterda paylaşmasıyla elli leri gördüm. Takipçim hala "az" rakamsal olarak bu böyleyken bazen o kadar kişinin bile yazdıklarımı okuyor olması beni geriyor. Hatta yazılarıma yorum yapanlara yorum yapmak zorunda hissetmek kötü bir de sizi takip eden bloggerı takip etmeniz gerikyor "muş". Bir çeşit sen benim sırtımı kaşı ben senin sırtını. Bildiğiniz mesaili iş! Ona yorum yaz bunun yorumana cevap yaz, toplaşıyorlar, "mim"leşiyorlar güzel şeyler ama yazıyla kurduğunuz bağ biraz müphemse ve biraz seinfeld ruhluysanız hangi mecrada olursanız olun sosyalleşmiyorsunuz. Her ne kadar paylaşım alanları olsa da… Bunları yapan çoğunlukta konuştuğunuz bloggerın temsil ettiği blog çok. Ama bence hayatla kurduğu bağdan çok uzağa düşmüyor insanların bloglarıyla kurduğu bağ. Rakamlar gündelikte bir şey ifade etmiyorsa yazıya "iş, gelir kapısı, popülerliğe açılan kapı, fırsat vs." minvalinde yaklaşmıyorsanız sizi kaç kişi okumuş sayfaya kim bakmış hangi yazıda kaç saniye kalmış tek kaş havada mı okumuş kıçını kaşıyarak mı, çok da mühim değil ey yazar!

Benim de bloğumda az sayıda okuyucum var ama bu beni etkilemiyor. Ben sevdiğim şeyleri paylaşmak, rahatlamak adına yazıyorum. Her şey daha çok beğenilmek,daha çok okunmak, önüne hep daha kelimesinin eklendiği amaçlarla yapılıyor günümüzde. Kendini ne kadar çok kişiye kabullendirirsen o kadar için huzurlu devam edebilirsin yoluna gibi bir şey.

Bir kişi bile okusa mutlu oluyorum. Hele de o bir kişi bir kaç şiirimi okuduysa dünyalar benim oluyor.

Ben birileri okusun diye yazmıyorum, hiç bu amaçla yazmadım. Ben kendi ruh halimin muhakemesini yapabilmek için yazıyorum.
Bana kalırsa yazmak fiilini belli kriterlerle sınırlandırmak doğru olmaz. Kimisi günlük tarzında, yalnız kendi içinde hatta belki asıl ismini bile kullanmadan yazmaktan hoşlanır; kimi ise başkaları için, takdir edilmek ve okunmak amacıyla yazar ve bundan zevk duyar.
İki farklı yazar da yazabilir fakat bu birbirinden tamamen farklı kişilerin başarısını kıyaslayamayız. Bambaşka alanlar çünkü.
Bir yazının başarılı olup olmadığını da okuyucu sayısı değil içeriği belirler.
Şuan sektörde sayısız popüler kültür kitabı var, çok büyük bir kitleye hitap ediyorlar. Metindeki kişinin mantığı doğru olsaydı tüm kitapların mükemmel olduğunu varsaymamız gerekirdi.
Aynı şekilde belki hiç okunmamış, geri planda kalmış o kadar çok kitap var ki! Halbuki içlerinde "insanı" anlatan ne güzel sözler mevcut!

Okunan kitabı da az okunan kitabı da değerlendirirken içeriğe bakmamız gerektiğini düşünüyorum.

Her yazar, yazılarına kendinden birer parça saklar, istemsiz belki de. İnsan, anlaşılmak için yazar.

Yazarın mutluluğu herkesin metnini okumasıyla orantılı değildir, en azından genelleme yapamayız. Mutlu insan yazamaz ki zaten, mutlu olmak için yazsın.

Samimiyetle yazılan ve okuyana deger katan icerikler kendiliğinden yüksek okunma oranlarına ulaşıyor. Bunun icin özel caba harcamadım hic. Yaklaşık 10 yıldır blogum var. Birileri okusun ya da 'blogum var' demek icin Blogger olunmaz, yazarken mutlu oluyorsanız zaten sayfa istatistikleri umurunuzda olmuyor. Bu yazinizdaki gibi okuyucuya soru soran icerikler de yoruma teşvik eden tarza iyi ornek olmus. Içimden geldigi gibi doğal ve sade anlatımla yazdığım yazılar cok okunuyor.

bir bloğum yok ben sadece bir okurum. bazen kimsenin ilgisini çekmeyen yazıda kendimi bulurum ve o bloğun müptelası olurum. bence önemli olan bloggerin içinden geldiği gibi, rakam kaygısı taşımadan yazması. yoksa bi süre sonra bloglar da tiraj kaygısı yaşayan gazetelerin durumuna düşer.

Çok kişi takip etsin diye yazmak, başkalarının zevkine göre içerik ayarlamak yorucu bir durum olmalı. Hiç bir yazımda böyle hareket etmedim.
Ben de arada bir kaç kişi bloguma girmiş diye bakıyorum ama kaç saniye, kaç dakika kaldıklarına da bakıldığını bilmiyordum:)
Sevgiler…

Hayallerimi,hayata dair düşüncelerimi,
mutluluğumu,kızgınlığımı,resimlerimi kısaca bana ait şeyleri paylaştığım bir bloğa sahibim.Yazıların okunması hoş bir duygu.Bloğum bir yerde kendimle dertleştiğim bir yer.O nedenle şu kadar kişiye ulaşsın şu kadar kişi okusun diye bir kaygıyla yazmıyorum.Bencillik diye düşünebilirsiniz her şey kendim için.Çünkü beni mutlu ediyor.Sayıları düşünerek bu mutluluğu neden engelleyim?

İnsan bir deniz. yaz yaz eskimez dalga misali gelip çarpar sürekli be arkadaşım limanına.

blog falan değilde, yazmak ulaşmakla ilgiliydi elbet benim içinde. sosyalist ve varoş kültürünün harmanından dozaj alan bir karaktere sahiptim. yaş 48 halen öyleyim ya, neyse işte kendime yazma alanı olarak blogeri seçmem, biraz da savunduğum etik anlayışımla ilgiliydi elbet.

yaklaşık 8 sene olmuş galiba buralarda sürüklenmeye başlayalı. ilk önce yazımlarımın ulaşması gereken bir kitleyi hedef seçmemle başladı her şey. kendi görüşlerimi bire bir yansıta ve aynı düzlemde bulunan arkadaşların bulunduğu ortamlar elbet vardı ama orası benim için sosyalist sürüklenmemize bir katkı sağlamayacaktı. çünkü ülkemde farklı ve kendi alanlarını sığlaştırmış a politik bir gençlik olduğunu düşünüyordum. işte benim hedef kitlemde o olmalıydı. ben gençliğimden, çocukluğumdan ve bugünün harmanından ve bilgilerimden aktaracaktım onlara. hatta bunları öyle hale getirmeyi düşünüyordum ki, kendi aralarında söylemlere dönüşecek, tartışacakları düzlemlerde olgun düşünceler ortaya çıkabilecek bir ütopya ve ahmet abi sol yanı bulacaktım her daim. olmadı.

kara yazdım. adım da kara kalem olarak sürüyüp gitti uzun yıllardır. yazılarımda sürekli bir duyarlılık mesajı, daha neti mesaj kaygılı ifadeler olmalıydı benim için. çünkü blog yazıyor geçiyoruz demek değildi hayat bence. ve her yazım alanında böyle olmalı. sizin yazdıklarınızı eğer bir kişi dahi okuyarsa ki öyle, bu size sorumluluk yüklüyor olmalıydı.

tabi kendimle çatışmalarım ve blog ayrı bir kulvarda gitmedi bir süre. kendi özenmde kayıplar, kaybolmalar, tekrar buluşmalar ve terk edilişler yaşadım ve kendime yaşattım. hep bir karadeniz gibi benzersiz gelgit olmalıydı yazan için sayfalardaki anlatımlar. ben buna önem verendim. insanlar okuduklarından dersler yada payeler çıkarabilmeli ve anlaşılır bir şeyler kalabilmeliydi.

yazılar eskimiyordu. yazılanda bi,r başka suret değildi ve benzersizdi. bazen çok sert tepkilerle izler çevremi eleştirdiğim hatta sayfamı okumalarını bırakmalarını söylediklerim bile olmuştur. çünkü eylemsizlik ve katılımsızlık bir insan sığlaşmasıydı ve bu yeryüzünü tarifsiz acılara sevk edende böyle bir sığlaşmanın eseriydi. ve işte bu konuda çok katıydım.

sürekli tırpanlanan zamanlardan birikenlerle buradaydım. ve anlattıklarım bir kişiye dahi ulaşıyor olmuşsa bu benim devrimimdi ve işte o devrimi sana az ama öz sayıdaki bir okurumdan gelen şöyle bir yorumla anlatabilirim sanırım.

"Ben yazmaya devam etmenizi rica etsem..hergün uğradığım bir durak burası, gelecek kaygısı içinde olduğum bu zaman diliminde sizi okumak umutlandırıyor beni.kaleminize sağlık"

bazen farkı size yansıtan bir cümlenin içindeki o anlamlı kalabalığınızdır. yoksa sayıların kalabalığı bugün meydanlarda ölü çocuklarımıza yuh çekmekte, yarın başka bir soytarılığa biat etmekle değişken boş gevezeliklerden başka bir şey değildir.

özne insanın içindeki anlatmak istediği bültendir.

Insan elbet cok kisi okusun istiyor lakin bence cok tiklanmak da her zaman cok iyi olduguna isaret degil . Bence turkiye'de gorseli iyi olan bloglar is yapiyor . Tam turk mantigi , az yazi bol gorsel. Kisa yoldan saadet.
Benim en sevdigim okuyucu ise beni tanimayanlar. Onlar ne kadar cok, ben o kadar mutlu .
deryanin b plani'ndan sevgilerle !

okuduğum kitapların bana hissettirdiklerini paylaştığım https://tayfunsurucu.wordpress.com/ blogumda yayınladığım kitap yorumlarım üzerinde; aynı tatları alabilen veya farklı tatları alabilen okuyucularla iletişimde olabilmek beni mutlu etmeye yetiyor.
Nice yeni iyi okumalarda buluşmak üzere iyi okumalar dilerim.
Saygılarımla
Tayfun Sürücü

Sorunuzu cevaplamak için kendi kendime sordum: Sen neden blog yazıyorsun?
Bir iç dökme seansıyla başladı benim blog yazma serüvenim ve sıklıkla da böyle gidiyor. Aslında bakarsanız, blog sahibiyim ama o arkadaş gibi kendimi blogger sayamıyorum. Çünkü, tembel bir yazarım.
Evet, okunmayı seviyorum. Birilerinin beni takip etmesi önemli ama yazılarımı sırf takip edilebilmek ve çok kişinin ilgilenebilmesi için genel geçer ve popüler şeylerden seçmemin benim özgürlüğümü ve blog denilen şeyin aslında içsel dünyamın tezahürü oluşunu olumsuz etkiler diye düşünüyorum.
Kimse okumazsa ben okurum prensibiyle yazmamın blog olgusuna daha doğru bir bakış olacağı kanısındayım.
Lafı gelmişken sizi okumayı da çok seviyorum. Sağlam bir takipçiyim 🙂

Bir yazı yazıyorsunuz ve bırakıyorsunuz boşluğa. Ne yazınızı kimin okuyacağını biliyorsunuz ne de ne zaman okunacağını o yazının. En güzeli de hiç ummadığınız bir yerden, hiç ummadığınız zamanda gelen küçücük bir yorum ve yazdıklarınızın birilerine ulaştığını gördüğünüz o an. O nedenle sayılardan bağımsız, yazmaya devam…

Ben de hiç yok. Ben hala yazıyorum. İlla bir şey olsun diye yazmıyorum. hobi olsun diye… Belki de o yüzden hiç yok.

Açıkçası, yazılan bir blogun ilgi görmesi ve çok okunması gerçekten önemli bir gösterge. Ancak yine de yazının güzelliğinin okunma sayısına indirgenmesini fazla doğru bulmam.

Bu yazınızı çok geç görmüşüm. Kendi hatam.

Yaklaşık 1.5 yıldır ben de bir blog yazmaya çalışıyorum. Kişisel ve günlük içeriklerden ziyade zamansız ve referans niteliğinde içerikler olmasına gayret gösteriyorum elimden geldiğince. Bu bir tercih sonuç olarak.

Sonuçta, gazete, dergi gibi bir mecra Blog yazmak da. Eğer böyle bir mecraya koyuyorsanız, birileri okusun diye yapıyorsunuz. Dolayısıyla okunmak tabii ki çok güzel.

Ancak ne yazarsanız yazın, sonuçta kendinizi tatmin ettiği zaman değerli olduğunu düşünüyorum.

Önceki yorumlara da şöyle bir göz attım. Bolca yorum gelmiş. Genel olarak benzer yorumlar var. Gördüğüm kadarıyla çoğunluk önce kendisi için ama sonra başkaları okusun diye yazıyor. Tabii ki sadece birileri beğensin, çok okunsun, çok popüler olsun diye yazdığınızda isteneni yazmak için çaba göstermek ve kendinizden uzaklaşmak gibi bir sonuçla karşılaşmak normal. Bir romancının sipariş üzerine kitap yazması gibi. Bu durumda samimiyetten uzaklaşmak da, yapaylaşmak da normal.

Öte yandan kendiniz için yazdığınız bir yazının okunmasından, beğenilmesinden daha güzel bir keyif de yok.

Hocam, bunun matematiksel bir izahı var, şöyle yapıyorsunuz, blog yazınızın değeri ile okunma sayısını çarpıyorsunuz. Örneğin ipe sapa gelmez bir yazı yazdınız, tıpkı benim futbola bakış açımı ifade etmek istediğim yazı gibi, şimdi onu okunma sayısı içe çarpıyorum, bakın şöyle çıkıyor sonuç:

Blog yazısı içeriği x okunma sayısı=Bloğun Değeri

İpe sapa gelmez bir blog yazısı: 0 , Toplam okunma sayısı: 6.370

0 x 6.370 = 0

Sonuç ortada siz, yazmaya devam sadece ben bile okusam o yazınız çok değerlidir.

Nitelik bakımından bakarsak; okunma sayısını kendisine nitelik olarak atamış biri bugünkü kültür endüstrisinin yanısması; çünkü bloglarda bir ticari kapı açıyor insanlara, kendini buradan popülerleştirip kitap çıkartma arzusu olanları gördükten sonra normal bence. Ama içerik kraldır, bir kişi bile okusa da…

delikizinbohcs.d.soygül

Yazilarim okunsa da okunmasa da benum için degerlidir çünkü iç dünyami yansitir. Samimiyeti bozmamaktan yanayim. Tribünlere oynayanlar belki bu isten para kazanan kisilerdir.

Bende daha çok yeniyim rakamlar önemli,lakin okunsun diyede hitleri takip edip son olaylara gore yazmak degisigime gitti. Ben sadece been olarak yazmaliyim gerisi bos. Rakamlar sadece seni bloguna daha çok bağlar emek ettiginde sonucunu gormek yapilan yorumlarla buyumek istersin. Blogum dillere pelesenk olmasada olur..

Bir kisiye bile hitap etmek yazdıklarından faydalanmalari çok güzel bir his bence sayılar degersizdir önemli olan küçükte olsa bir kesime hitap edebilmek:)

Acaba 35 saat geçirilen bir blog için bu süre işin neresindedir?
Diye düşünürken kendimi burada buldum.
Aslında bu gibi parametrelerin büyük bloggerlar tarafından tespit edilmesi
yayınlanması gerekir diye düşünüyorum.
Yelkenin rüzgar aldığı nokta neresidir blogger açısından bilmek önemlidir.
Bazı konulara bakınca blogger olmak imkansızın da imkansızı bir mesele…
Öte yandan aklıma bitli baklanın kör alıcısı olur sözü gelir.
Her alanını aslında bir meraklısı var.

Bende bu düşünce ile yola çıktığım sayısal oyunlar bloguma sizleri davet ederim.
sayisaloyunlar.blogspot.com

Bir yazı yazıldığında, bu başarıdır, üretimdir ve yazarı mutlu olur.
Güzel başarılı buldum.

Ben bazı sosyal hesaplarımdan yazdığım yazıları arkadaşlarımın okumasını istediğim için ve bazı yararlı şeyler paylaştığımda görmeler için paylaşıyorum.Yazmayı sevdiğimden bir hobi benimkisi bu yuzden bence kişisel birşey bu

Ben de yazmaya yeni başladım.
Şunu çok iyi anladım ki, amaç kendini iyi hissetmek olmalı. Farklı hırsların içine gitmek zaman sonra huzursuz eder insanı çünkü

bende yeni bir blogger olarak blog yazılarımı okumunaızı bilgilendirmenizi rirca ederim böyle bilgili bir kişiden yorum almak iyi olur açıkçası başarılar

çok teşekür ediyorum güzel bir makale

Leave a comment