Aslı ve Ferit tanıştıktan iki ay sonra evlendiler. Ferit’in iyi bir işi, iyi bir geliri vardı. Aslı, herkesin parmakla göstereceği güzellikte, akıllı bir kızdı. Tanıştıkları gece sevişmişler ve cinsel yönden de doyuma ulaşmışlardı. Kısacası evlenmeleri için herhangi bir engel yoktu. Ailelerin yüzünde mutluluğun okunduğu güzel bir düğünle evlendiler.
Aslı o kadar mutluydu ki… Ferit sosyal yaşamıyla, eğitimiyle, işiyle, kazancıyla ve fiziksel özellikleriyle tam da aradığı gibi bir erkekti. Bu yüzden evliliklerinin ilk sabahında Ferit’in elinde saç fırçasıyla yatak odasına girip, “Bu saçları bir daha bunun üstünde bırakma!” diye bağırmasının üstünde durmadı. Bu kadar harika bir erkeğin kimi kusurları olabilirdi. Zaten bunlara kusur bile denemezdi: Diş macunu tüpü ortadan sıkılmayacak, fırçada saç bırakılmayacak, bir hafta boyunca evden gazete atılmayacak ve gün sırasına göre alttan üste gazeteliğe yerleştirilecek, kül tablalarının yerleri değiştirilmeyecek ve her sigara içişten sonra boşaltılıp yıkanacak, sigara paketi, üstünde düzgün yerleştirilmiş bir çakmakla beraber sehpanın köşesine hizalanacak falan filan… Aslı önceleri bunları, kocasının titiz bir insan olduğuna ve mükemmel bir ev erkeği olduğuna yoruyordu. Ferit arada bir mutfağa giriyor ve karısına harika yemekler hazırlıyordu. Bazen bu ziyafetler sırasında söylene söylene mutfak raflarını baştan yerleştirdiği oluyordu ama önemli olan ne kadar iyi bir koca olduğuydu.
Kütüphanenin tozu alınırken bazı kitapların ve CD’lerin yerlerinin değişmesi nedeniyle ilk büyük kavgalarını yaptılar. Ferit sinirlerine hakim olamamış ve ağza alınmayacak şeyler söylemişti. Sonra çok pişman oldu. Aslı mükemmel bir eşti ve bu sözleri, bu davranışları hak etmiyordu. Bütün gece özür diledi, karısının gözyaşlarını elleriyle sildi ve ertesi gün de pahalı bir hediyeyle gönlünü aldı. Zaten Ferit tam da Aslı’nın istediği gibi bir kocaydı.
Ama “kütüphane olayı” Ferit’in yaşamında bir dönüm noktası olmuştu. Bütün gün evde ne gibi aksilikler olabileceğini düşünüyordu. Spor çoraplarla diğerleri birbirine karışıyor muydu? Duvardaki resimlerden biri tozu alınırken eğriliyor ve düzeltilmiyordu belki de. Ya da bir numaraya bakmak için yerinden oynatılan telefon rehberi yine sırtı telefona yaslanacak şekilde yerleştirilmiyordu.
Bu düşünceler yüzünden Ferit gün içinde sık sık eve gelip çevreyi kontrol ediyordu. Aslı’nın hamile olduğu haberini de bu beklenmedik kontrollerinden birinde öğrenmişti. Sevinçten gözyaşlarına hakim olamadı. Ama bu haber, Ferit’in o gece uykusuz kalmasına neden oldu. Şimdi Aslı savruk bir döneme girebilir ve işin kötüsü bundan dolayı eleştirilemezdi. Ferit’i zor günler bekliyordu.
Gerçekten de düşündüğü gibi oldu. Aslı, hiç bir şeye dikkat etmiyor, en basitinden şampuanları boy sırasına göre yerleştirmiyordu. Yine de doğacak çocuğunun mutluluğuyla Ferit bu zor dönemi tek başına sırtlandı.
Eve yeni bir canın gelmesiyle, Aslı kocasındaki gerginliğin geçeceğine inanıyordu. Dünya tatlısı bir kızları olmuştu. Aslı ve Ferit’in uyum içindeki yuvaları artık daha da mutluydu.
Ama bu mutluluk uzun sürmedi. Ferit işinden neredeyse tümüyle kopmaya başlamıştı. Çünkü sadece Aslı’yı değil kızını da düşünmek zorundaydı. Kim bilir ufaklık evde nasıl sorunlar yaratıyor, belki terliklerin yerleriyle oynuyor, belki sağa sola oyuncaklar fırlatıyor, belki de… Kendisini işine vermesi mümkün değildi. Bu dikkatsizliğinin karşılığını terfi döneminde bir anlamda cezalandırılarak aldı. Tam paraya daha çok ihtiyaçları olduğu bir dönemde beklenmedik bir yıkımdı bu. Ayrıca kendisinden çok daha yeteneksiz kişilerin emrinde çalışmak zorunda kalması, Ferit’in gururunu da incitmişti. İşi daha da boşlamaya başladı.
Aslı ilk olarak o günlerde Ferit’in “doğru insan” olup olmadığını sorguladı. Yakın arkadaşlarıyla dertleşmek, annesine şikayette bulunmak yeterli olmuyordu. Çünkü anlattıklarını dinleyenler gülüp geçiyor, diş macunu tüpünün ortadan sıkılıp sıkılmamasının bir evliliği bitirmek için neden olamayacağını söylüyorlardı. Çevresine hak veriyor ve eve gelip desenli kravatlarla, düz kravatların yan yana konmasının kavgasını veriyordu.
Sonunda bildiğini okumaya başladı. Ferit ne derse desin dinlemiyor, tuzluk ve karabiberliği, peçeteliğin önündeki yerlerinden alıp masanın öbür ucuna koyacak kadar cesur davranıyordu. Bunun üstüne Ferit işyerinden ücretsiz izin aldı.
Aslı boşanmak istediğini söylediğinde Ferit sehpanın üstünde eğri duran örtüleri düzeltiyordu. Belki de bu yüzden karısını duymadı.
Aslı ve Ferit tanıştıktan iki ay sonra evlendiler. Birbirleri için yaratıldıklarına inanıyorlardı. Sadece onlar değil çevreleri de bu düşüncedeydi.
Kerim İnal'la sayenizde tanıştım. Çok yalın ama içine çeken güzel bir anlatımı var…
o kadar benzer şey buldum ki bir şeyler yazmak istedim. sevgi böyle aşamıyor ya bir diş macununu, saç fırçasındaki saçları; "aşılamaz acı yoktur" diyor cioran bir taraftan. ama kırk yılda bir cesaret bulan sevgi bir anda takılıp düşüveriyor saç tellerine. az evvel bir şeyler yazmıştım daha "düzenli" yaşamak gerektiğiyle ilgili. takıldığımı hissettim. ferit'in bunu hiç hissetmemesi de sonucu değiştirmiyor aslında. hatta aşılamayacak acıların olduğuna inanarak sevgiyi ötelemek daha da kötü.
kim neden öğretiyor bize bunları?
Meandshadows dedi ki;
Ferit'i çok iyi anlıyorum. Benim de Ferit gibi çekilmez huylarım var. Özel de olsa paylaşmakta sakınca görmüyorum. İşte benimle yaşayanların çektiği eziyetler: Dışarıdan eve geldiğimde ve sabah uyandığımda yüzüme bakılmasından, konuşulmasından, etrafımda dolaşılmasından nefret ederim. Odama değil girmek, kapıda durup içeri bakmak bile yasak. Söyleyecek şeyi olan,odamdan çıkmamı beklemek zorunda. Yangın gibi çok önemli bir şeyi söylemek için ise,yan odadan mesaj gönderebilir ya da arayabilir ama asla odama adım atamaz. Ben yokken odama girlip girilmediğini yaptığım belliliklerin bozulmasından anlarım. Eşyalarıma dokunan son duasını etmeli, asla affetmem. Annem dahil kimsenin yaptığı yemeği yemem, ben mutfakta kendime yemek yaparken su içmeye bile olsa kimse mutfağa giremez. Ve ben yemek yerken yanıma belli bir mesafeden fazla yaklaşamazlar, mazallah konuşurlarken ya tükürük sıçrarsa, saç bu, uçarsa? (niyeyse hep benim tabağıma konar böyle şeyler).Geçen hafta gittiğim Nero cafe'deki zavallı eleman, siparişi alırken tepsimi hızla önünden almama bir anlam veremeyip ''İsterseniz ben masanıza getiririm''demesi üzerine ''Yiyeceklerimin üzerine konuşulmasından hoşlanmıyorum'' deyince zavallım birden annemin her gün yaşadığı traumayı yaşayıp aynı onun gibi ağzını adeta konuşmamak için sımsıkı kapatıp, işaretlerle sorularıma cevap vermeye çalıştığında öyle komik görünüyordu ki :))Daha çok örnekler verebilirdim ama uzun yazarak bloğa yorum yapan değil, bloğa blog ile karşılık veren yorumcu oldum sanırım. Benimle yaşayanlara sabırlar 🙂
Sade, net ve içten! Ne kadar da benzeyen şey var hayatlarımızda, belki de yok önemli değil. Sonuçta bir okur olarak diyebilirim ki"hah işte bu" dedirten türden! Keyifle okudum, ellerinize sağlık…
tebrikler güzel ,duru bir anlatıma sahip bir öykü ;ama bana canan tanı andırdı başları inşallah yanılırım