Bir sergi açılışı. Son yıllarda adı sıklıkla anılan, tablolarının değeri giderek yükselen ressamla, alıcı olmadığı belli olan bir sanatseverin ayaküstü konuşması. “Gerçekten çok etkileyici çalışmalar var,” der sanatsever. Ressam “En çok hangilerini beğendiniz?” diye sorunca, birkaç resmi gösterir ve ekler: “Günün birinde ben de sizin bir tablonuzu almayı çok isterim doğrusu.” Ressam ya sanatseverin bir tablo hediye edilmesini beklediğini düşündüğünden ya a işi şakaya vurmak için kahkahalarla lafını patlatır: “Vallahi bunları ben bile satın alamam!” Sanatsever, sergi salonundan şaşkınlık ve utanmışlık duygusuyla uzaklaşırken, hâlâ sanatı sevmektedir.
Yalnız ince bir nokta var sanırım sanatı(!) sevmektedir… Görememiş olduğu.
tablo almak isteyen sanatseveri mi tercih etmeliyiz yoksa bir tablonun karşısında olmaktan haz alan sanatseveri mi?
klee'nin bir tablosuna sahip olmak yerine, onun sözgelimi 'dağlanmış adam'ının çağrışım alanına, bana kattıklarına sahip olmak çok daha anlamlı. sanat; fiyat biçilemeyen bir şeye kavuşturmalı bizi; güzelliğe, anlama.
resmin kendisi elbette değerlidir; o değeri biçen bir takım uzmanlar resmin karşısında bir izleyicinin hissettiklerini hisseder mi? izleyicinin bir resimle girdiği ilişkinin paha biçilemezliği, kimi zaman en az resim kadar ilgiyi hak eder.
bu kadar sözün üzerine şimdi paul klee ile egon schiele'nin albümlerine bakmak istedim. ne kadar güzel: resim satın alamayacak kadar şanslıyım. resmin karşısında salt biz izleyici olmanın zenginliğini önemsiyorum.
Sevilen, beğenilen her şeye , ona sahip olma duygusuyla yaklaşmak ne kadar insanca ne kadar doğallıktan uzak. Dışarıdaki ağacı seven kuş onun dalına sahip olmak ister mi? Ya denizde yüzen balık "bu yosun benim olmalı" diye tutturur mu?
Her duyguyu söndürüyor sahip olma hırsı. Oysa gökyüzüne sahip olmamak kafanı kaldırıp baktığında hissedilen güzelliği eksiltmez ki.
Bu konuşmalar çok tanıdık geldi nedense.