Bir Tuvalet Fırçası Olarak Sanat

Berlin’de,
Schaubühne’de bir oyun izliyorum. Metnin kimi kırılma anlarında, oyunculardan
biri zamanında popüler olmuş şarkılardan birini söylemeye başlıyor. Oyunun
sorgulayıcı akışı içinde, o popüler şarkı, zihnimizdeki algısından başka bir
anlamla çıkıyor karşımıza. Bir noktadan başka bir noktaya savruluyoruz.
Ben
de Berlin’den Hamburg’a savruluyorum bir anda.
Hamburg’da
tuhaf işler dönüyor 21 Aralık’tan bu yana. 80’li yılların ‘işgal evi’
hareketinin Hamburg ayaklarından biri olan ve 1989 yılından bu yana solcu
grupların işgalinde bulunan Rote Flora Kültür Merkezi’nin boşaltılması
istenince başladı her şey. Almanya usulü kentsel dönüşümün siyasi yansımalarını
ilgilenenler takip etmiştir. Rote Flora’da, Schanzen’de ve Reeperbahn’da
yaşananlar, kısa sürede ülkedeki diğer ‘işgal ev’lerinin olduğun bölgelerde de
gerilime ve devlet şiddetinin sorgulanmasına yol açtı. Polis kontrolleri arttı.
Eylemciler bu kontrollerin, üst-baş aramaların ‘saçma’lığını göstermek için
ceplerinde tuhaf şeyler taşımaya başladılar. Ve ortaya bir simge çıktı:
eylemcilerden birinin arka cebinde taşıdığı bir tuvalet fırçası. Sıradan,
plastik, ucuz tuvalet fırçası o gün bugündür Rote Flora direnişinin sembolü.  
4 Ocak’ta Altona, Sankt Pauli ve Sternschanze ‘tehlikeli bölge’
ilan edildi. Tehlikeli olarak nitelenen bu bölgelerde, polise herhangi bir
gerekçe olmadan kişileri kontrol etme yetkisi veren uygulamaya karşı tuvalet
fırçası sembolü önce sosyal medyada kullanılmaya başlandı. Ardından sokak
sanatında yansımalarını buldu. Grafittilerde, sprey boyamalarda o meşhur
tuvalet fırçası vardı artık. Basın toplantılarında masalarda, yürüyüşlerde
pantolonların arka ceplerinde, televizyon programlarında hep o vardı. Tişörtler,
eşarplar, çantalar tuvalet fırçası ile kaplandı. Bir direniş sembolünün,
popüler kültürün ikonlarından birine dönüşmesine tanıklık ettik kısacası.
Benzer bir süreci, bu coğrafyada Gezi direnişi sırasında başta
yakın mesafeden biber gazına maruz kalan kırmızılı kadın fotoğrafı olmak üzere
çeşitli fotoğraflarda yaşadık. Bir imge, bir sembol çoğu sözden daha güçlü bir
duruş sergileyerek elden ele dolaşmaya başlamıştı. Öyle ki, kırmızılı kadın
Temmuz ayında geniş çaplı eylemlere tanık olan Brezilya’da bile boy gösterdi.
Kültür dergisi Piauí, kapak illüstrasyonunda kullandığı kırmızılı kadının eline bir
Brezilya bayrağı tutuşturup, bir imge üstünden ortak bir dil yarattı. Şimdi
aynı ortak dil çabası, karşılığını bir tuvalet fırçasında buluyor.
Türkiye’den Almanya’ya dönelim tekrar. Direniş kendi sembolünü
yaratıp çoğaltırken gerginlik Hamburg’dan Berlin’e sıçramıştı bile. Tuvalet
fırçası, Berlin´in Kreuzberg semtindeki Oranienplatz meydanında bulunan mülteci
kampı etrafında da boy gösterdi. Resmi ideolojinin “şiddete meyilli aşırı sol”
olarak tanımladığı gruplarla güvenlik güçleri arasında büyük çaplı çatışmalar
yaşandı. Rote Flora’da yakılan meşale, kısa sürede Almanya geneline yayıldı,
eylemler daha da sürecek gibi.
Olayın, anarşist sol gruplar çerçevesinin ötesine de bakmak
gerekiyor. Rote Flora, 1835 yılında yazlık bir tiyatro olarak inşa edilen bir
bina. O yıllarda küçük bir parkın ortasında yer alıyormuş. Sonraki senelerde
balo salonu, kır lokantası ve sinema olarak da işletilen bina 1989 yılına
gelindiğinde, Hamburg’un en fakir semtlerinden birinde, uzun süredir kimsenin
kullanmadığı, kamuya ait metruk bir binaymış ve solcu gençler tarafından işgal
edilmiş. Kafesiyle, küçük imalathaneleriyle, dükkanlarıyla, danışma ve kültür
merkeziyle alternatif bir yaşam şeklini öneren bina, o zamandan beri “Rote
Flora Alternatif Kültür Merkezi” olarak anılıyor. Hamburg kentinin
kültürel haritasında önemli bir yere sahip olan merkez, turistik kent
turlarında “alternatif kent kültürünün bir abidesi” olarak turistlere
de gösteriliyor. İşte tuvalet fırçalı eylemler ve sonrasında hükümetin
tartışılan uygulamaları böyle bir yapının karşısına dikilen kentsel dönüşüm
mekanizmalarının sonucunda oluşuyor.
Ama bazen bir simge, bütün bu durumu farklı bir gözle okumanın
dinamiğini sağlayabiliyor. Bölgedeki kentsel dönüşüm uygulamalarının
“saçma”lığını, bir tuvalet fırçasından daha iyi ne anlatabilir ki? İşte,
Berlin’in en ünlü tiyatrolarından Scahubühne’de David Gieselmann’ın yazdığı ve
son dönemlerin efsane tiyatro adamı Marius von Mayenburg’un yönettiği “Die
Tauben/Güvercinler” adlı oyunu izlerken aklıma bunlar takılıyor. Popüler
kültürün nesneleri ya da popüler kültürün içine girmiş simgeleri, o farklı
okumanın cümlesi haline getiren şarkıları dinliyorum birbirinden yetenekli
sekiz oyuncudan. Orta sınıf ahlakı üstüne, neşeli bir oyun “Die Tauben”. Ama
can acıtan, kahkaha çivisini beynimize çakan bir oyun. Kapitalizm çarkları
arasındaki ikiyüzlü ahlakı anlatan bölümler arasında müthiş şarkı
performansları izliyoruz. Popüler kültürün sembollerini yapıtının bütünlüğü
için yeniden üreterek, överek kullanan sanatçılar da var elbette. Örneğin bu
yıl Oscar’larda adını sıkılıkla duyacağımız “American Hustle/Düzenbaz” filminde
yönetmen David O.Russell, popüler şarkılara atmosfer yaratmak için sırtını
yaslıyor. Oysa Schaubühne oyununda yönetmen Marius von Mayenburg, hafıza
tazelemenin ve ayakta kalmanın bir dayanağı olarak değil, eleştirinin bir aracı
olarak kullanıyor popüler kültürü. Oyunun sonunda, bütün o mutsuzluğun
ortasında, sekiz oyuncu a capella
olarak “Felicita/Mutluluk” şarkısını söylemeye başladığında, bütün
izleyicilerin üstüne sinmiş ikiyüzlülüğü de bir tuvalet fırçasıyla
temizliyorlar. Hayatımda duyduğum en tüyler ürpertici, en can acıtıcı ‘mutluluk’
şarkısında, dünyanın dört bir yanındaki direnişçileri düşünüyorum.
Bir sembol, bir direnişin coğrafya tanımadan yayılmasında başrol
üstlenebilir. Üstelik planlanmış bir üretim sürecinden, sanatsal algının
dinamikleri üstüne düşünmeden, kendiliğinden ortaya çıkmış bir simgedir.
Tasarlanmamış, planlanmamış. Bir gelenek sürekliliğine gereksinim duymadan.
Günün birinde, siyasi otoritenin saçma kararlarını eleştirmek isteyen biri,
pantolonunun arka cebinde plastik bir tuvalet fırçası taşır ve noktayı koyar.
Sanat bundan sonra ancak takipçi, tekrar edici ve yeniden üretici konumundadır.
Kimileri bu yeniden üretimden nemalanmaya çalışır, kimileri ise böylelikle
zihinleri yeniden bulandırmaya. Soğuk bir Berlin akşamında, akla takılan soru, tuvalet
fırçasının sanatın üretim alanı içinde kendisine nasıl bir yer bulacağıdır
sadece. Kimi zaman sanat bir tuvalet fırçasını kullanmak değildir belki de.
Sanata bu imge üstünden bakabilmek, “Bir tuvalet fırçası olarak sanat nedir?”
diye sorabilmektir.

Comments (1)

Sanırım o kadar zamandır seni okuduktan sonra ilk yorumum. Bu sene, eskiye oranla az yazıyorsun. Daha çok yazı bekliyorum senden.

Leave a comment