1. Bakmak, gözün işidir. Görmek, kalbin. Biliriz: Hep oradadır. Sevdiğimiz, özlediğimiz kim varsa oradadır. Duyarız onları. Yanımızda olmasalar da duyarız. İçimizde uyanan bütün duyguların kaynağı onlardır. Bazen seslerini işitir gibi oluruz.
Bazen bir iç hesaplaşma onlarla birlikte başlar. Bazen derin bir sessizliktir, sürer gider aramızda. Sonra durup bakarız. Dönüp bakarız. Bir güvercin, şuradan şuraya uçar gibi. Ve sanki kendi canımızdan can gitmiş gibi anlarız: O, yoktur artık. Onlar yok…
2. Daha kitabın adıyla bunu duymaya çağırıyor bizi Yekta Kopan: Her veda, yankısıyla büyütür kendini. Bakmak, tek bir anın resmini verir bize. Gidenin var ettiği boşluk, bakmak eyleminin açtığı kapıların ardında anılarla derinleşir. Yaşanılan zamanın yarasını yazılan zaman ile sarmaktan başka çaresi yoktur yazarın. Bunu yapar Yekta Kopan da… Yok’u bütün yankılarıyla, öncesiyle/sonrasıyla sarsın ister sözcükleri… Sarar da. İçine nakşolunmuş sesleri harflerde görmektir bütün derdi – değiştirmektir, dönüştürmektir görünen hayatın seyrini… Değiştirir de.
3. Ete kemiğe bürünmüş bir halde dünyaya gözlerimizi açtığımız an, annemizle iç içe geçirdiğimiz dokuz aylık zaman dilimi boyunca edindiğimiz bütün bilgilerin bizden koparak boşluğa dağıldığı andır aynı zamanda – inanıyorum buna. Ve insanın hayatın manası diyerek aradığı da boşluğa dağılan bu bilginin ta kendisidir bana kalırsa. Üstelik öylesine sancılı bir arayıştır ki söz konusu olan, insan bir noktaya kadar sessiz, sakin kalabilir. Bir infilak anı vardır. Bir bulma… yeniden bulma anı vardır – beklenir.
4. Bu bilginin izini sürer Yekta Kopan da öykülerinde. Onun yazdıkları, özellikle Bir de Baktım Yoksun açısından bakıldığında, Sait Faik’in “Kaybettikten sonra bulduğumuz şey. Nedir o bil?” sorusunun da yanıtını verir bir bakıma. Yanıt, babadır Kopan için. Bilgi, babadadır. Dolayısıyla hayata ve kâinata ilişkin bütün sırların anahtarı da ondadır. Bütün öyküler onu arar. Baba, bir ayna gibi durur içinde öykü kişilerinin… Öykü kişilerinin ve yazarın. Yekta Kopan, hem tek bir insan hem de o tek insandan başlayarak bütüne varma arzusu duyan bir yazar olarak durup durup bakar o aynaya. Bir yer değiştirmedir bu bakışın sonunda gerçekleşen – evladın öyküsü babanın öyküsüne karışır.
5. Öyle hassas bir denge üzerine kurulmuştur ki sır: Kırılsa, kırıkları ruhumuzu kanatır aynanın. Dursa, ona baktıkça kendimizden usanırız. Ve bir gün gelir, onda gördüğümüz suretin bize mi, babamıza mı ait olduğunu seçemez oluruz. Bu defa babanın öyküsü evladın öyküsüne karışır ve belki de tam o gün kendimize şunu sorarız: İçimde Kim Var
6. Geçmişin izlerini sürüyor Yekta Kopan. Bunu yaparken de seslerin yardımına inanıyor, ihtiyaç duyuyor en çok. Belleğin zaman içinde her türlü görüntüyü değiştirebileceğine, bambaşka haller içinde önümüze sunabileceğine inanan yazar, işittiği, dinlediği ve içine satır satır işlediği seslerin açtığı dünyalarda arıyor gerçek olanı ya da “bütün hayatın anahtarı sayılabilecek” anları. Bununla birlikte, sesler de bir çatışmanın sebebi olmaya başlıyor giderek. İstanbul’un herhangi bir sokağında ya da Portobello’da, George Orwell’in evinin karşısında bir Tanpınar romanının içinden bile kendini duyurmayı başaran ses, iç’ten dışa doğru hızla akmaya, taşmaya hazırlanan bir ırmağın sebebi olabiliyor kolayca. Ve bir noktadan sonra da yazar, sürekli bir çatışma içinde bulunduğu bu seslerden kurtuluşu olmadığını anladığından olacak, kendini öze, kesin sessizliğe terk etmesi gerektiğine inanıyor bana kalırsa. “Sustum, anadilim sensizlik oldu,”diyor bir öyküsünün alt başlığında ve aynı ırmağı dıştan iç’e alıyor belki de böylece. İç sese sığınıyor, bilgiyi… dolayısıyla babayı… dolayısıyla sırrından ve ışığından yoksun kalınmış bir aynayı… dolayısıyla insan özüne ilişkin ana damarı artık orada aradığını söylüyor bize sanki.
7. Bir öyküsüne Turgut Uyar’ın şu dizeleriyle başlıyor Yekta Kopan: “Mutsuzluktan söz etmek istiyorum / Dikey ve yatay mutsuzluktan.” Bir otorite olarak yücelerde sahip olduğu yeri korumaya çalışan baba ile oğul arasında doğmuş ilişkinin yanına bu defa kendi kızıyla bulduğu/ bulmaya çalıştığı ortak noktaların sancısını katan yazar, anılan dizelerin işaret ettiği gibi bir mutsuzluğun içinde savruluyor adeta. Baba – oğul, dikey mutsuzluğun. Oğul – kız evlat, yatay mutsuzluğun özü olup çıkıyor neredeyse.
8. Anlatmak, dilin işidir. Yazmak, kalemin. Yekta Kopan’ın diğer bütün öyküleri ve romanının yanında Bir de Baktım Yoksun’da kendini gösteren birçok ustalıktan biri de naçizane benim de çok önemsediğim bu ayrımın kesin bir biçimde ifadesini bulmuş olmasıdır. Dilin müziğini duyan bir yazar Yekta Kopan. Hayal dünyasının getirdiği ve yalnızca bir olay anlatıyor olmanın coşkusuyla bir yazarı kolayca dağınıklığa sürükleyebilecek “ateş”i soğukkanlı bir yaklaşımla dinlendiriyor, onu sözcük sözcük görüyor, bütünün ayrılmaz bir parçası kılıyor. Gözün baktığına kalbin gördüğünün ışığını incelikle katıyor Yekta Kopan.
Gözümüzün bir daha asla göremeyeceği,kollarımızla sarılamayacağımız giden,yaşam bağlarımızın en sevgilileriyle,yüreğimizin sessiz bir okadar sesli konuşmaları her daim hayatımızın bir parçası olurlar.Belki de yüz yüzeyken yapadığımız birçok olay,konuşmalar yüreğimizin derinliklerinden çıkarak,eksik kalan bir yanımızı tamamlar.
Büyük bir beğeni ile okuduğum ''Bir de Baktım Yoksun'' öykü kitabınız için teşekkürler,yüreğinizin sözcükleri hiç tükenmesin,Yekta Bey.Sevgiyle kalın…
Bu yazı için Seyit Göktepe'ye, bu yorum için de size (Nehire'ye) teşekkür ederim.
Kitabınızı geçtiğimiz hafta okudum. Kendi içsel yolculuğum eşliğinde. Çok ama çok beğendim.
Güzel bir kitap okuduğumda, yazarlara borçlu olduğumuzu düşünürüm hep, bize hissettirdikleri için. İnsan bir hissin bedelini ödeyebilir mi?
Bir kitapla, yazarla kurulan bağ bazen sadece okumuş olmakla kalmıyor.. Her ödülde kendiniz almış gibi seviniyor, hakkında yazılanları o kitabı açarkenki merakı, okurkenki melodiyi, sonrasındaki karşılaşmaları hatırlayıp benzer bir hisle okuyorsunuz.. O yazarla aynı şairleri sevmekten mutlu oluyor, onun sayesinde tanıştığınız yazarları ondan daha çok okuyup sevince tuhaf bir hisse kapılıyorsunuz.. Bu bir tür ihmal ya da aldatmaymış gibi..Kurmaca metinlerin yazarı yeni bir dünya kurduruyor, gittikçe genişleyen.. İlkinden çok daha size yakın bir dünya, bir öykü..
Okurken hep babamı ve abimi düşündüm.. Ben baba kız penceresinden bakmaya alışığım ilişkimize.. buna rağmen öyle içselleştirdim ki bazı anları.. anıları.. abime de aldım kitabınızdan..
kaybettiğini anımsaması için bu yeni pencereden bakması için..
oğluma da aldım.. babasına bir de bu kitabın gözünden bakması için..
annem hastanede iken.. adalet ağaoğlunun "romantik bir viyana yazı" kitabını okuyordum.. ara ara da ona yüksek sesle okuyordum.. öykülerden birinde .. londrada kitap okuyan delikanlıda.. onu da anımsadım..
teşekkür ederim.. anılar.. duygular.. ve pencereler için..