Çöpleri kadraj dışında bırakmayın!

Bir bloggerla konuşuyorum. Son gezisini anlatıyor. Gittikleri yerde yiyecek bir şey bulamamışlar, çevre temiz değilmiş, daha pek çok sıkıntı yaşamışlar. “Ama yine de hep olumlu yönlerini gösterdim,” diyor. “Sponsor – marka – pozitif içerik” gibi şeyler söylüyor sonra da…

Kimse “olumsuz” bir şey okumak-görmek istemiyor. O olumsuz denen şey, gerçeğin ta kendisi olsa da…

Gölyazı ziyaretim sırasında bu konuşma geliyor aklıma.

Gölyazı, Bursa’nın Nilüfer ilçesine bağlı bir köy. Ulubat Gölü’nün hemen kıyısında. Eskiden Rumların yaşadığı bir balıkçı köyüymüş. Eski ismi Apolyont olan köyün tarihi Roma dönemine kadar gidiyor. Bu geçmişin izleri de var; Aziz Pantelemion Kilisesi, Apollon Tapınağı gibi… Ayrıca Ağlayan Çınar’ıyla, Zambak Tepe’siyle doğanın ziyaretçileri kucakladığı köşeleri var.

Bu yazı bir “gezi yazısı” olmadığı için şu kısacık paragrafla yetiniyorum. Gölyazı ile ilgili daha detaylı bilgi almak isteyenleri de uzun bir araştırmaya davet ediyorum. Özellikle Apollon Krallığı’nın merkezi olarak bilinen bölgenin tarihini mutlaka okuyun.

Benim sözlerim daha çok yazının girişine bağlanacak.

Gölyazı’ya, özellikle hafta sonları, yoğun bir ziyaret oluyor. Araç kuyruğu köyün girişine kadar uzanıyor. O girişte sizden 5 lira alacak (ve karşılığında bir belge vermeyecek) belediye yetkililerini geçtikten sonra Zambak Tepe’ye doğru kıvrılarak gidiyorsunuz. Elbette bir tabela yönlendirmesi beklemeyin. Arabanızı nereye park edeceğinizi, sonrasında hangi güzergahtan yürüyeceğinizi ya tahminle bulacaksınız ya da çevreden birilerine soracaksınız. Antik tiyatronun tarihi kalıntıları içinde piknik yapanların hemen yanından göle doğru inebilirsiniz. Hafta sonları köyle araç girişi yasak olmasına rağmen, yanınızdan geçen araçların altında kalmamaya dikkat edin. Bunun için yol kenarına kaçın ama oradaki çöp yığınlarına da çarpmayın elbette. Şansınız varsa, köyün hoşsohbet sakinlerinden biri size bu bölgenin kuşların göç yolu olduğunu, leyleklerin gelip gittiği günleri anlatabilir. Ama böyle bir sohbet olmazsa, karşınıza bir tabela çıkmayacağı için bilgi sahibi olamayacaksınız.

Neyse…

Amacım Gölyazı’yı kötülemek değil. Gidenler ne demek istediğimi biliyordur, gitmemiş olanlar da başka bir coğrafyayla mukayese ederek anlıyordur.

Kahverengi tabelalarına sahip çıkmayan bir toplum olduğumuz ortada. Elimizde buruşturduğumuz çöpü, sigara izmaritini yere attığımız anda başlıyor bu zavallı hikaye. Ne yönetiminde iyiyiz, ne denetiminde ne de bir parçası olmakta. Güneş güzel batıyor, o çınar ağacı görkemle kucaklıyor, tarihi binanın fotoğrafları çekiliyor, Rum evinin önünde bir selfie yapılıyor… İşlem tamam.

Çöpleri kadraj dışında bıraktığımızda içimiz rahat ediyor.

Sosyal medyada daha fazla beğeni almak, eşe dosta hava atmak, sponsoru mutlu etmek ve çevreye pozitif duygular saçmak için o çöpleri kadraj dışında bırakmamız gerekiyor. O çöplerin yelere atılmaması için ne yapılacağını düşünmenize gerek yok. Çekin fotoğrafı, sonra da çöplerin göründüğü bölümü “kesin atın”. Önce çöpü atın, sonra da fotoğraftaki çöpleri atın.

Çöpleri kadrajdan atmadığınız anda gerçekleri görmeye başlıyorsunuz.

Kendimize yalan söyleyerek mi devam edeceğiz yaşamaya?

Karar sizin.

Not: Bence Gölyazı’ya gidin. Sadece oraya değil… Misi, Tirilye, Cumalıkızık ve diğerlerine. Kendiniz görün, kendiniz karar verin. Kendi kadrajınızla bakın hayata…

Yorumlar (2)

Kahverengi tabelalara biraz daha önem vermek! Çok güzel yazmışsınız hislerinizi. Avrupa’yı hep bu duygularla geziyoruz, artık anladım ve vazgeçtim, asla böyle bir bilincimiz olmayacak. Ben kötümserim çöpler ve tarih bilinci konusunda.

40 yıl önce Almanya’da şehirlerarası bir otobanda giderken yarım cikletin kağıdını atmak için camı açtığımda işittiğim azarı hatırlarım ve anlatırım her zaman.
hayır tabii ki atmadım, atamadım o yuvarlanıp 2.5 milimetrelik top haline gelmiş kağıdı…..

bir yorum bırakın