Buradaki vurgu, okumamış olduğum kitap kısmında. 8 Mart tarihli ve “Engin Ergönültaş’tan Bir Roman: Minare Gölgesi” başlıklı o yazıdan sonra bir okur haklı olarak, okuamdan kitap önermem konusunda beni eleştirmişti. Oysa yazı heyecanla beklenen bir romanı, çok kişiyle aynı anda okuyabilmenin tavsiyesi idi. Şöyle demiştim: “İletişim Yayınları‘ndan ustanın romanının çıkacağı haberi
geldiğinden beri heyecanlıyım. Sonunda dayanamadım, okumadan tavisye etmeye
karar verdim. Ama tavsiyem romanla sınırılı değil. Ulaşabildiğiniz kaynaklardan
Engün Ergönültaş’ın çizgi romanlarına da ulaşın derim.” Evet, bir yandan bir süredir çıkışını merakla beklediğim romanı okuma sürecinde paylaşmak bir yandan da Engin Ergönültaş adını bilemeyenlere kısa bir bilgi vermek için yazmıştım.
O kısa bilgilendirme metninde, ustanın çizgi romanlarına atfen şöyle yazmıştım: “… şimdilerde çokça konuşulan kentsel dönüşümün, sosyolojik yansımaları müthiş bir
mizahın içinde her macerada bir tokat daha atar bize. Background tesbitini bu
noktada bir adım ileri götürmekte fayda var. Ergönültaş çizgisi, arka planlar
sayesinde hikaye içinde hikaye anlatarak, bakmakta olduğumuz sayfada birden çok
olayı görmek ve takip etmek konusunda ders niteliğindedir. Çizgilerde
karşılığını bulan “bakmak-görmek” eksenini, hikayelerine de taşır ve sınıflar
arası ilişkileri görmeye başlamamızı sağlar usta çizer. Üstelik
Ergönültaş hikaye kuruşunda ve bunu çizgiye aktarışında, kahramanlarının
tarafını tutmak gibi bir davranışın içinde değildir. Bireyler iyinin ve kötünün
içinde hemhal olurken, hesaplaşma hep toplumsal olanla yani büyük resimle
gerçekleşmektedir.”
Ergönültaş’ın çizgilerinden ve çizgileriyle anlattığı hikayelerinden yola çıkarak söylediklerimi romanı için de rahatlıkla tekrar edebilirim. Anlaşılacağı üzere sonunda Minare Gölgesi’ni okudum. Ama ne okumak! Her satıra yayılan çaresizlik duygusunun karşılığını romanın adındaki ‘gölge’ kelimesinin taşımasını arzulayan yazar, aslında o duyguyu adına-namına bakmadan kitabın her sayfasında okurun taşıyacağının farkında. Çünkü tarafsızlığını yine korusa da, kantarın duygusal topuzunun ne tarafa yatacağını da biliyor.
Karakterlerini kahramanlaştırma derdi olmadan, altı çizilecek cümleler yazma tuzağına düşmeden kanatıcı bir duygunun altını çizerek, merkeze odaklanma klişelerine yenik düşmeden ayrıntılardan hikaye çıkartmayı bilerek yürüyor roman. İmla ihlalleriyle aslında bu şehrin, hani uğruna şiirler yazılan İstanbul’un insanlık imlasındaki ihlalleri yüzümüze çarpılıyor neredeyse. -Ki bazen dili daha da bozsa, daha da kurallaştırsızsa anlatısını diye düşünmeden edemiyor insan.
Üç beş tane imzaya hayranlık kuraklığıyla geçip giden edebiyat günlerimizde, iliklerimize kadar hissettiğimiz bir rüzgar Minare Gölgesi.
Engin Ergönültaş, içine fena halde dalmak istediğimiz bir İstanbul fotoğrafının, en siyah-beyaz baskısını alıyor yazarın karanlık odasında. Ve fotoğrafçılar kusura bakmasın ama yazarın karanlık odası gerçekten fena karanlıktır.
Okuduğum en güzel kitaplardan biri, sanki o mahallede yaşamış gibi oldum, iyi ki almışım kitabı.
benim de bu yıl okuduğum en güzel, en etkileyici metinlerden biriydi Minare Gölgesi.
http://www.neokudum.com/kurgu/minare-golgesi-engin-ergonultas/
Çok merak ettiğim kitaplardan biri.En kısa zamanda okuyacağım.Tanıtım için teşekkürler..