Fazıl Say: Müzik ‘benim göğe bakma durağı’m

1970ler Ankara’sı.
Tavukçu Lokantası. Yedi-sekiz yaşlarındasın. Baban Ahmet Say ve onun şair
arkadaşlarıyla aynı masadasın. Cemal Süreya, Metin Altıok ve daha nice büyük
isim. O yıllar, o masalar sende nasıl anılar bıraktı?
Annemle babam ben beş yaşındayken ayrıldı. Annem İstanbul’a
gittiğinden babamla yaşıyordum. Piyanoya yeni başlamıştım. 1976’da babam, “Türkiye
Yazıları” dergisini çıkarttı. Tirajı 8000-9000 civarındaydı, bugüne göre
muazzamdı. Ankara- Kızılay’da, Sakarya’da derginin dört metrekarelik bir ofisi
vardı. Yazarlar içeri sığamadıkları için kapı hep açıktı. Ofisin hemen
yakınında Tavukçu Lokantası vardı, hala var. Her akşam gidilirdi. Cemal Süreya,
Metin Altıok, Turgut Uyar, onların eşleri ve çocuklar… Zeynep Altıok, ben…  Çoğu zaman sandalyelerde uyutulurduk, bazen bağrış
çağrış olurdu aralarında. Anlamasak da çok zevkli şeyler dinlerdik. Yaşar Kemal
o yıllarda Ankara’ya geldiği zamanlar bizde kalırdı. Çok uzun yıllardır
tanıyorum. Benim son 15- 20 yıllık serüvenimi de yakından takip etti. En son Zorlu
Center’da ‘Sait Faik’ konserime geldi. ‘Mezopotamya Senfonisi’nin önsözünü
yazmıştı. ‘Akdamar Efsanesi’ için de bir şeyler yapmayı konuşmuştuk ama sağlığı
el vermedi. Bazı insanların kendisi gökyüzü ve memlekettir. O’nun hayatta olup
olmaması önem taşımıyor çünkü eserleri yaşıyor. Son eserleri de çok güzeldi. O,
hala koşmaya devam ediyor…
Peki ileride Yaşar
Kemal’le ilgili bir proje yapmayı düşünür müsün?
Tabii ki, ilerde O’nunla ilgili bir şey yapmayı düşünürüm.
İlk Şarkılar, çok
başarılı bir albüm oldu. Bu albümün seni, sadece gazete haberlerinden takip
eden ama hiç dinlememiş olan bir dinleyici kitlesiyle de buluşturduğunu düşünüyor
musun?
Tabii ki. Türk halkı sözlü müziğe aşık. Klasik enstrümantal
müziği dinleyen kitle çok az, bu bir gerçek. Bizim kültürümüz bu. ‘İlk
Şarkılar’ geçen yıl ortaya çıktı ama yirmi yıl önce bestelenmiş şarkılardı.
Bunlar benim şiirle tanışmama da vesile oldu. Şiirin hayatımdaki yeri
ilginçtir. Madımak olayları sırasında Berlin’de yaşıyordum. Olayları radyodan
takip ettim. Düşünsene Almanca bir anonsla, tanıdığın yazarların-şairlerin öldüğünü
öğreniyorsun. Hepsinden imzalı kitaplarım vardı. O güne kadar şiir sevmez,
okumazdım. “Metaforlar, imgeler, kafiyeler ne ki?” derdim. Bence şiir erken
yaşların işi değil. Madımak’tan sonra oturdum, o amcam gibi olan insanların
şiirlerini okudum. Şiirler melodileriyle gelmeye başladı, besteler doğdu. O
güne kadar hiç sözlü müzik bestelememiştim. Sonra başka şairlere atladım. Orhan
Veli, Can Yücel, Pir Sultan… O yıllarda Berlin’de bu bestelerimi birkaç kere
seslendirdik. Üzerinden yıllar geçti, şarkılar sesini arıyordu.
O ses Serenad
Bağcan’mış demek ki…
Evet. Serenad Bağcan, ‘Nazım Oratoryosu’ sırasında prova
yapıyordu. Bizim solistimiz gelmemişti. Nazım’ın Memleketim’ini Serenad Hanım
söylesin, dendi. Bir deneme yaptık. Şarkı bittiğinde koro sekiz- on dakika
alkışladı. O ünlü solist inşallah bir daha gelmez dedik… Daha sonra, Zeynep
Altıok’un babası için hazırladığı “Düşerim” ve “Bu Kekre Dünyada”yı Serenad ile
kaydettik. Duruluğu ve her kelimeyi yaşaması çok hoşuma gitti. Böylece “İlk
Şarkılar”a kadar geldik. Böyle bir başarıyı beklemiyorduk, iddiamız yoktu. Yaptığım
işin çok satması, listelere girmesi falan beni hiç ilgilendirmemiştir. Ama
müthiş bir ilgi oldu. O şarkıların yazılmasından bu yana yirmi yıl geçti.
Üstüne altmış eser eklendi. Yani “Yeni Şarkılar”da bütün bu geçen yılların damıtılmışlığını
hissedeceksin.
Şarkılara şiirlerin
değil şairlerin adını vermişsin. O zaman biz de şairlerin adlarıyla
ilerleyelim. Edip Cansever?
“Şey şey şey ve şeylerden” şiiri ile başlıyor albüm. Metaforların
uçuştuğu bir şiir.
Benim şarkım da denizden geliyor, denize gidiyor. Ama başka
bir gezegenin denizine… Alışılmışın dışında bir kurgu yaptım. Şarkıda farklı
enstrümanlar var.
Turgut Uyar?
“Göğe Bakma Durağı”… İkinci Yeni’nin ve Uyar’ın baş yapıtlarından
biri. Çok mert bir tavırla yazılmıştır bu şiir. Ben de şaire ve şiire
acımasızca davrandım ve o tavırla devam ettirdim. “Göğe Bakma Durağı”nı basit bir
aşk şiiri zannedenler yanılıyor. Büyük bir ayrılık acısı ve travması var.
“Senin bu ellerinde ne var, tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum” diyor.
Acıları çok mertçe açığa çıkarmış bir şiir. Serenad Bağcan da dişlerini sıkarak
okudu şarkıyı. O travmanın aktarılmasında hem benim hem de yorumcunun büyük
katkısı var.
Senin göğe bakma durağın var mı?
Benim göğe bakma durağım, müziğim.
Cemal Süreya?
“Bu Bizimki” yıkıcı, hain, yasa dışı bir aşkın şiiri. On yıl
önce temelini attığım, evirip çevirdiğim bir şarkı. Konserde aynısını
çalamayacağımız bir kayıt çalışması yaptık. Serenad birinci vokali verdikten
sonra ikinci vokale geçiyor ve sonra şarkı, on iki kişilik bir operaya
dönüşüyor.
Nazım Hikmet?
“İlk Şarkılar”da ben ve Serenad vardık fakat “Yeni Şarkılar”da
koro ve Türk Sanat Müziği enstrümanları dahil olmak üzere çok kalabalık bir
orkestra var. Türkiye’nin tanınmış müzisyenleri albüme ses ve emek verdi. Nazım’ın
“Masalların Masalı” şiiri de böyle bir şarkıyla geliyor. Felsefî ve benim de en
sevdiğim şiirlerinden biridir. Orkestralı bir parça. Kediyi kanun, güneşi ney
simgeliyor. Yirmi neyi üst üste kaydettik. Müzikte, fizikte ve sosyolojide ‘cluster’ diye bir kelime vardır.
Sıkışmış demek. Seslerin sıkışması ve hepsinin toplamının bir sarı ışık yaratması.
Bunu en iyi ney verir diye düşündüm. “Masalların Masalı” şarkısı benim bu
albümdeki özellerimden biri…
Ve elbette Hayyam.
Dünyanın bugünüyle yine Hayyam aracılığıyla hesaplaşıyorsun…
“Ey Kör”ün bir dizesinde “Şu kurulup dağılan evrende…” diyor
Hayyam.  11.yy’ın teknolojisi ile
düşünürsen Hayyam’ın ne kadar iyi bir bilim adamı olduğunu görürüz. Bugün de
evrenin kurulup dağılması fikrini tartışıyoruz. Ama Hayyam bunları 11.yy’da, o
zamanın bilimsel bakışıyla, astrofiziğiyle söylemiş.
Her zaman yeni sesler
arayan bir besteci oldun. Yeni Şarkılar’da da farklı enstrümanlara önemli roller
veriyorsun. Hatta, seni dinleyenleri şaşırtacak bir enstrüman da var; elektro
gitar. Nasıl karar verdin buna?
Sadece elektro gitar değil bas da var. Bu parçayı ben öyle
duydum, öyle kurguladım. Bir rock parçası değil. Konsept içinde ramazan davulu
da var klasik müzik korosu da köy meydanı da… Gitarı Okan Ersan, bası Eylem Pelit
çalıyor.
Parçaya farklı esintiler koyduk. Neden? Ben, cazda da hep
akustik enstrümanlarla çaldım. Ama Hayyam’ın şiirinde tüm enstrümanların
birlikteliği olduğuna inanıyorum. Böylesi bir ‘birlik’ Hayyam’a yakışırdı.
Uzay senin için ne
ifade ediyor, merak ediyorum. “Universe” bu dünyanın dışındaki sesleri
arayışının bir göstergesiydi. Yeni Şarkılar’da da sesleri hep yeryüzünden uzaya
fırlattığını söylüyorsun. Müzikte ve hayatta bu dünyanın çıkardığı sesler sana
yetmiyor mu artık?
Kaçıyor musun dertlerden diyorsun yani? Kaçılması gerekenlerden
kaçmak zorundayız, doğru. En zor savaş, kendimle olan. Kültür savaşları falan
daha kolaydır. Kendime savaş açtığım an, o en zorudur. Çoğumuz için de öyle. Sanatçılar
bazen en uzağa kaçmayı ister.
Savaşıyor musun
kendinle, kaçmak istiyor musun?
Kendimle çok savaştım ama barışta kendimi daha rahat
hissediyorum.
Kendimle olan savaşım çok sert oldu ve çok uzun zaman aldı. Şimdi
barış zamanı.
Barışa dair
cümlelerin karşılığını buluyor mu peki? Örneğin 2014’ün Ekim ayında
Cumhurbaşkanlığı
Senfoni Orkestrası konserlerinin bakanlık tarafından programdan çıkarılmasıyla
ilgili hükümete mektup yazdın. Bu mektuba bir cevap geldi mi?
Hayır, cevap
gelmedi. Senfoni çalınacaktı. Çalınmadı, sansürlendi. Bakan “Sansür yok ,” diyor.
Sansürden anladığı ne bilmiyorum. “Su” diye bir eserim de çalınacaktı Mayıs’ta,
ondan da haber gelmedi. Ben bu eseri zaten dünyanın her yerinde çaldım. Benim
için kayıp değil. Ben onlara bir sanatçıyı sansürlemenin çözüm olmadığını
anlatmaya çalışıyorum.
“Barış ve umut” diyorsun hep. Neyin umudu
bu?
Aydınlık bir dünyada yaşamanın umudu. Kendimi Nazım’ın, Hayyam’ın
öğrencisi, akrabası gibi hissediyorum. Ben aydınlanmacı dünyanın taraftarıyım.
Bildiğim ve sevdiğim şey bu, diğer tarafı da pek bilmem. Ama bu tarafta olup
günümüz Türkiye’sinde dertli olmamak mümkün değil.
Bu kadar çok ve yüksek değerde üretirken
kendini ülkende yalnız hissediyor musun?
Bizim durumumuzda çok insan var, çünkü üzerimizde bir baskı
var. Onlardan olmayanın bertaraf edildiği bir durum. Siyasi konulara pek girmek
istemiyorum aslında. Önce Yeni Şarkılar dinleyiciye ulaşsın istiyorum. Biz bu
albümü altı yedi kişilik bir stüdyoda yaptık. Bu durumda da üretim
yapabiliyoruz, önemli olan bu.
Şarkı” yapmana popçular, rockçılardan
destek var mı?
Yok.  Herkes işini
yapıyor.
Bir de “Mozart
Maratonu” var. Yorumculuğuna yeniden bir vurgu sanki…
Doğru. Yorumcu Fazıl Say ne yapıyor? Benim 1,5 yıldır kafamda
dönen, hayatımın en büyük projelerinden biri bu. Müthiş bir emek ve çalışma
sonucundan oluşmuş, toplamda 6 CD’ye yayılmış altmış track’lik bir eser. Dört
konsere bölerek Salzburg’da, Berlin’de, dünyanın farklı yerlerinde Mozart
günleri yapıyordum. Uzun yıllardır yapan olamamıştı bunu. İKSV’nin projeye ilgi
duyması bizi neşelendirdi. İlginç bir konsept oluşturduk. İstanbul’un dört ayrı
mekanında Heybeliada, Süreyya Operası, Lütfi Kırdar Kongre Merkezi ve Boğaziçi Üniversitesi’nde
çalacağız. Yani, dört ayrı konser dört ayrı İstanbul mekanı. Dinlemek isteyenler
aynı zamanda İstanbul’un mekanlarına da bir ziyaret yapmış olacak.
“İlk Şarkılar”
sahneden de dinleyiciye ulaştı. Peki “Yeni Şarkılar” için teknik zorluklar
olabilir mi? Konser olacak mı?
Olacak. Parçaları piyanoya uyarlanmış, diğer enstrümanlardan
yoksun, duru bir haliyle sunacağız. Orkestranın tamamını toplamak büyük bütçe,
büyük organizasyon gerektirir. Günümüz Türkiye’sinde zor görünüyor.

“Fazıl’ın eli kolaya gitmiyor!”
Serenad
Bağcan, Fazıl Say’la çalışmanın zorluklarını anlatıyor
“Yeni Şarkılar”daki
besteler önüne geldiğinde ne düşündün?
Açıkçası korktum, nasıl üstesinden geleceğim diye. Hummalı
bir çalışma başladı. Tabii bir de şairleri bilmek ve empati kurmak gerekiyordu.
O hummalı çalışmadan sonra hafif bir depresyonla da birlikte daha da güzel
çalışmaya başladık. Fazıl şiirin matematiğini çözüyor. Müziğe matematik
ekliyor. Yani ben hem müziği hem matematiği çözmeye çalışıyorum. Bir de,
dinleyici “bunu ben de söylerim” desin istiyorum şarkılar için. İnsanlar
zorluğa odaklanmasınlar, şairin yüreğe dokunduğu noktaya odaklansınlar
istiyorum..
Fazıl Say’la çalışmak
zor mu?

Fazıl Say’la çalışmak çok güzel. Ama şarkıları yorumlamak
çok zor. Kolaya eli gitmiyor hiç. Hatta benim bir hayalim var;
80 yaşımıza geldiğimizde ben onun bir eserini 4 nota içinde söylemek istiyorum…
80 yaşında artık diyafram kalır mı bilmiyorum ama bunu yapalım çok isterim. Bir
de küçük şikâyetim var: “Ey Kör” parçasını stüdyoda oldukça sert söyledim,
hatta ‘brutal’ vokaller yaptım ama Fazıl onu albüme koymadı. Belli olmaz; belki
bir gün stüdyo kayıtları yayınlanır.    

Yorumlar (1)

Müzik hayatın ufuk çizgisidir.

bir yorum bırakın