Gizem Erdem: Şimdiki Zaman Hoyratlığından Uzakta…

Tuhaf çağrışımlar oluyor bazen.

İyidir.

2012 tarihli “Led Zeppelin / Kennedy Center Honors” videosunu izleyip duygulandığım anlarda böyle bir çağrışım oldu. Konserin son şarkısı elbette ‘Stairway to Heaven”. Seksenli yıllarda kalbimizi alan gruplardan Heart, yani Nancy ve Ann Wilson sahnede. Davulda Bonzo’nun oğlu Jason Bonham oturuyor. Hem müthiş çalıyor hem de duyguları bedeninden fışkırıyor. Başında babasının alamet-i farikalarından olan o melon şapka var.

Robert Plant, Jimmy Page ve John Paul Jones, her bir notayı hisseserek dinliyorlar. Plant’in gözü yaşarıyor bir ara. Page, o meşhur solosunu dinlerken dudakları kıpırdıyor, sanki notaları fısıldıyor. Derken arkadaki perde açılıyor ve başlarında melon şapkalarla kalabalık bir koro, şarkıyı başka boyuta taşıyor. Anlayacağınız müthiş bir konser.

O anda aklıma Gizem Erdem geliyor. Tuhaf değil mi?

Nedenini söyleyeyim hemen. Arkadaki kalabalık koroda sarışın, kısa saçlı bir kadın var. Müziğin ritmini bedeninde hissederek söylüyor şarkıyı, boynu bir sağa sola kırılıyor. Davulun her vuruşunu geçiriyor izleyene. Müzisyenlerle, vokalistlerle, kalabalık koroyla dolu sahnede izleyenlerin gözü ona takılıp kalıyor. Birkaç saniyelik bir rolü var belki ama herkesin ona bakması kaçınılmaz.

Çünkü hücrelerinde hissediyor şarkıyı.

İşte bu nedenle Gizem Erdem düşüyor aklıma. Gizem de, ister başrol oynasın ister figüran, izleyicileri hemen yakalayan bir büyüye sahip. Koronun en arka sırasındaki şarkıcı da olsa, tek kişilik bir oyunu sürüklemesi gereken bir başrol de olsa aynı kararlılıkla asılıyor rolüne. Belki de şöyle demeliyiz, bedeninin mıknatısı öyle bir çekiyor ki rolü, koparabilen koparsın.

DOT, Serkan Salihoğlu rejisiyle “İki Kişilik Yaz” dedi bu yıl. David Greig / Gordon McIntyre imzalı oyun üç oyuncuyla sahneye taşınıyor. Gizem Erdem, Tuğrul Tülek ve Oğuzhan Özturan. (Oyunun müzik yönetmenliğini yapan ve sahneden gitarıyla üçüncü bir oyuncu yaratan Oğuzhan Özturan‘dan ayrıca söz etmek gerek.)

Tuğrul Tülek, izleyen herkesin hayranlık duyduğu bir oyuncu. Çoğu zaman oynadığı oyunun metnini, yakın bir arkadaşı kendisi için kaleme almış hissi veriyor. Kendisi için yazılacak her tür övgü metnini, yeni bir rolünde alaşağı ederek yeniden alkışlanması gerekiyor. Oynamıyor, hayatı öğretiyor.

Tuğrul’un izniyle Gizem’e dönmek istiyorum.

Gizem’le iki kere birlikte çalışma şansım oldu. Birinde tamamlanmamış bir çalışma sürecinden geçtik. O ve tüm DOT kadrosu bana çok şey öğretti o süre boyunca. Tamamlanmış işimiz ise bir set deneyimi. O deneyimde ise, Gizem küçük cümleler kurarak büyük hikayeler anlatılabileceğini gösterdi bana. Edebiyatta eksiltmeleri seven biri olarak, hayatta bunun karşılığını görmek hoşuma gitti. Öfkenin dilini kıran bir sükunet Gizem Erdem’inki. Kendisine dönük gibi duran ama aslında dokunabildiğinin ötesi ile ilişki kuran bir zihni var. Sanki hep şunu soruyor: “Peki ama bu duvarların arkasında ne oluyor?”

Rolünün küçük ya da büyük olması önemli değil Gizem için. “Rol ile bir olma anı” diye bir şey var onun için. O an, bir saniye bile olabilir. O an için günlerce düşünmeyi, uzun yürüyüşlerinde kendisini ‘şimdiki zaman gerilimi’nden kurtarmayı seviyor. Çoğu oyuncu (hatta insan) için kaynağı kurumaz bir zehir olan ‘şimdiki zaman gerilimi’ onun zihninde sıfırlanıyor. Elbette seviyordur alkışları. Ama sanki alkışlar ya da övgüler için değil de, şimdiki zamanı parçalamak ve yine uzun yürüyüşlere çıkabilmek için oyunculuk yapıyor.

Tuhaf çağrışımlar oluyor bazen.

“İki Kişilik Yaz”ı izlerken sizlerde de sayısız çağrışım olacak. Tabii gülmekten düşünmeye zaman ayırabilirseniz. Tuğrul-Gizem ikilisinin sahne üstündeki varlığı, uzun zamandır izlediğim en gerçek aşk oldu. Kesinlikle gidin ve o aşkın tanığı olun.

Tuğrul, Serkan, Özgehan başta olmak üzere bütün DOT ailesine ve oyuna emek veren herkese teşekkür ederim.

Ama kimse kusura bakmasın; son söz Gizem Erdem’e.

Bizi şimdiki zaman kipinin bütün hoyratlığından kurtardığın için teşekkür ederiz Gizem. Seni izlemek ne güzel bir bilsen…

Leave a comment