Gümüşlük’e sonradan yerleşenler, doğanın sesini dinlemek isteklerini sıklıkla dile getiriyor. Zaten, büyük şehirden “kaçmanın” bir nedeni de bu. Doğayla iç içe olmak.
Mandalina reçeli yapmaktan mantarın mevsimini öğrenmeye, Filizkıran Fırtınası hikayelerinden içkini hangi ayda satsuma ile içebileceğini bilmeye uzanan bir “doğa bilgisi” süreci bu.
Gelin biz bu duruma, adı Gümüşlük ile anıldığı için, Satsuma Sendromu diyelim.
Gümüşlük ya da başka bir diyar… Dileyen dilediği kasabanın-şehrin adını koyabilir… Doğal yaşama “sevgi pıtırcığı gülüşleri” ve “iyiniyet elçisi bakışlarıyla” yerleşen burjuvazi, sakaletine sandalet giydirmeyi de başarıyor. Bütün o “doğallaşma” çabaları, kolonyal gelenekten gelip vahşi dünyada belgesel çeken antropologun yaklaşımından farklı olmuyor, hal böyle olunca.
Köy yaşamının “domatesim bahçeden-yumurtam köylü komşumun kümesinden” hali, önce “satın alınan”, sonrasında da hala şehir hayatında bocalayan eski dostlara “satılan” bir şeye dönüşüyor.
Oysa çoğunun (çoğumuzun) yaptığı satsumanın o akıl çelen kokusunun peşinden, celladına aşık idamlıklar gibi yürümek. O yaşamın bir parçası olmaya özen göstermiyoruz. O yaşamın “satılabilecek” kadarını “satın almak” yeterli çoğumuz için. “Bu yıl bir mandalina reçeli yaptım, parmaklarını yersin” diyebilmek için bütün çabamız.
Yaşadığımız (yaşamaya karar verdiğimiz) coğrafyanın gerçekten bir parçası olmaya zamanımız-gücümüz yok. Belki de korkuyoruz bundan. Emek vermek, cesaret ister.
“Doğanın ve yaşadığımız coğrafyanın bir parçası olmak” derken, kişisel gelişim kitaplarındaki zıpçıktı önerilerden söz etmiyorum elbette. Kimse romantik anlamlar yüklemesin. “Kafayı kırmaktan” değil, “kafayı toplamaktan” söz ediyorum.
Unutmayalım: Bütün bu “satın alınabilir-satılabilir” özentiliğin üreticilerini, yani atadan Gümüşlüklü olanları da ayrıca yazmak gerekiyor. Çoğu zaman, kısa vadede paraya dönüştürebilecekleri bir kaynak olan “doğal yaşam teranesini” nasıl ucuzlaştırdıklarını ve aslında onların da yaşadıkları coğrafyadan çok, kasalarındaki paraların bir parçası olduğunu söylemeli. (Genellemeler yapmıyorum elbette. Durumu kabalaştırmak-karikatürleştirmek hızlıca anlatabilmenin en “kaçamak” yolu.”)
Doğa, emek istiyor.
Satsumayı severim. Ama satsumanın yetiştiği toprağı, coğrafyayı daha çok seviyorum.