“G\u00fcm\u00fc\u015fl\u00fck’te kafa dinleyemezsin, Amasra’ya git!”

Gümüşlük yazıları benim için öğretici oluyor.

Neler öğrendim?

1. İlkeleri sevmiyoruz. İlkeli olmayı sevmiyoruz. İlkeler üstünden konuşmak istemiyoruz. Hemen olaya sardıralım, sağlı-sollu girişelim, yüksek perdeden cümleler sallayalım istiyoruz. Gümüşlük’te yaşamakla ilgili müşterekler yaratmak pek umurumuzda değil. Hemen ‘vukuata’ gelelim istiyoruz. “İyi yazmışsın, hoş demişsin ama falanca restorandaki hesap rezaletini yazsaydın daha iyi olurdu,” durumu heyecan veriyor bize.

2. Vurkaç yapmayı seviyoruz. Özellikle bayram günlerinde ‘can acıtıcı’ hesaplar ödendiğini biliyorum. Bayramdan iki gün önce adam başı 80-90 liraya masadan kalkılan balıkçının, aynı yemek-içki miktarına bayramda 100-120 lira aldığını duydum. Üzücü olan şu; bu duyduğumun gerçekliğine inanıyorum. Oysa “Köyümüzün esnafı yapmaz öyle şey,” diyip, sağlam bir defans hattı oluşturmak isterdim. “Bayramda kime ne kadar geçirsek kardır,” diyen esnafın nesini savunayım? Kötü giden turizm sezonunun acısını, bir haftalık bayram tatilinde çıkarmaya çalışan ama bu arada Gümüşlük’ün ticari ve turistik marka değerini yerle yeksan eden tüccarın nesini savunayım? Yahu ticaret bu; bu işin önümüzdeki yılı da var. Hay ben senin aklına…

3. Okumayı sevmiyoruz. Fil Uçuşu’nda Gümüşlük üstüne iki yazı yazdım. Bu yazıları okuyanlar, yorumlayanlar ve benimle de konuşanlar oldu. Bir de bu yazıları okumadan, birbirlerine aktaranlar var. “Yine yazı yazmışsın bugün, anlattılar,” diyenlere saygılarımla… Üstelik buradaki yine vurgusunu da çözmek zor değil. “Sana mı kaldı be Gümüşlük’ün meselesi” tonuyla, “Yüz verdik deliye, geldi sıçtı halıya” tonu arasında bir vurgu var orada. Okumadan anlayan, anlamadan yorumlayanlara selam olsun.

4. Derdimiz var ama başkası şikayet etsin istiyoruz. “Şunu da yazsana – asıl o değil  de bunu yaz – bunu yazarsan çok okunur” korosundan şarkılar dinliyorum. “Yazalım bunu,” dediğimde “Benim adımı verme ama” solosu başlıyor. Çünkü ilkeleri konuşacağımıza kavga etmek istiyoruz. Adımız kavgacıya çıkmasın diye, susmayı tercih ediyoruz. Seviyoruz Gümüşlük’ü, ama uzaktan… Seni uzaktan sevmek, aşkların en güzeli…

5. Suçu başkasına atmayı seviyoruz. Memleketin iliklerine işlemiş cümle burada da var: “Ben yapmadım, o yaptı!” Konuştuğum herkes Gümüşlük için canını vermeye hazır. Mekan sahipleri köyün bu hallerini görünce ağlayacak gibi oluyor. Tatile gelenler çok bozuldu burası, çok üzülüyoruz derdindeler. Yerli halk bayram geçse de rahatlasak ile bayramda ne kazansak kardır arasında bunalımda. Buraya yerleşenler ben de dışarıdan geldim ama ben düşünceli bir kişiyim, bu pisler gibi davranmıyorum filmini çekiyor. O yapmadı, bu yapmadı? Kim yaptı be, Miki mi yaptı? Bütün mekan sahipleri, bir yanındaki mekandan şikayetçi: Müzik olayını bilmemkim başlattı, falanca mekan az personelle servis yapıp voli vurmaya çalışıyor, öbürkünün zaten belediyede tanıdığı varmış, beriki sütten çıkma ak kaşıkmış ama o yapıyorsa ben neden yapmayacakmışım. İşte çözüm bulundu; o yapıyorsa ben de yaparım. Herkesin melek olduğu bir köyde, şeytani olayları kimin gerçekleştirdiğini bulmak zorundayız. Yaşasın Gümüşlük polisiyesi…

6. Yaşadığımız ya da ziyaret ettiğimiz yerle ilişki kurmayı sevmiyoruz. Ya da kendimiz ilişkiden ne anlıyorsak onu uyguluyoruz. Karşı tarafı dinlemekten hoşlanmayız biz, bu konuda da aynı davranıyoruz. Gümüşlük’ün bize anlatacakları olabilir ama hangimizin umurunda. Biz ne dersek odur sonuçta. Ey şanlı ülkem, ey onurlu vatandaşım, diyalog dediğin nedir ki, senin hayatın koca bir monolog!

7. En iyisini BİZ biliyoruz. İkinci bir görüşü dinlemeye ihtiyacımız yok. Bayılırım ülkemin bu özgüvenine. Mesut Süre’nin dediği gibi; Az bilgiyi yüksek özgüvenle pompala, elbet masada sana inanan biri çıkar. Örneğin ben Gümüşlük hakkında çok az şey biliyorum ve öğrenmeye çalışıyorum. Buraya yerleşmenin sonucundaki bir merak değil bu, kısa süreliğine gittiğim yerlerde de değişmez bu bakış açım. Öğrenmeye çalışırken düşüncelerimi paylaşıyorum, tartışmaya açıyorum. Karşılığında “Sen de Bizimkiler dizisinin Sabri Bey’i gibi oldun,” denmesine aldırmadan. İkinci ve üçüncü şahıs anlatılarını da önemseyerek. (Bir sonraki maddede bunun örneğini göreceksiniz.)

8. Gümüşlük ve Müşterekler başlıklı yazımın altına, adını vermek istemeyen biri şu yorumu yapmış.

Türkiye’nin bir numaralı eğlence merkezi Bodrum’un bir köşesine yerleşip “aman buralar bozulmasın” demek çok saçma. Nitekim dişarıdan buraya yerleşen herkes mevcut rantı biraz daha arttırıyor ve Bodrum markasının özü de eğlence ve gece hayatı. Gençler ve yaşlanmayanlar yorulana kadar eğlenme, bayılana kadar içme ve sabahlara kadar sohbet ve muhabbet etme özgürlüğü arıyor Bodrum’da. Bundan rahatsız olanlar, erken yatıp geç kalkmak ve özellikle de kafa dinlemek isteyenler Bodrum’u tercih etmesinler ve boşuna ranta katkıda bulunmasınlar. Enfes bir deniz, tertemiz bir doğa, sakin bir ortam ve mantıklı fiyatlara rakı-balık sofrası arayanlar bunları Amasra’da da bulabilirler.

Bu kişiyle tanışıp sohbet etmek isterdim. Elbette kendi bakış açısıyla çok ama çok haklı. “Huysuz ihtiyar” olarak tanımladığı nüfusu Amasra’ya davet ediyor. Fena fikir değil aslında…Elbette Bodrum’un tarihinden, Balıkçı’dan Mavi Yolculuk’a uzanan süreçten haberi olmayabilir bu kişinin ama genel algıyı okuyabilmek için birkaç veri var yazdıklarında. Bir; Bodrum yarımadasını ‘homojen’ bir yapı olarak görüyor. İki; bu ‘homojen’ olma halinin ana maddesinin ‘eğlence ve gece hayatı’ olduğuna inanıyor. Üç; eğlenmek fiilinin içki-sohbet-dans-müzik vb ile oluştuğuna inanıyor. Dört; ülkeye hakim olan “Burası böyle kardeşim, beğenmiyorsan çeker gidersin” diline yenik düştüğünün farkında değil. Beş; turizm ideolojisini hiç anlamamış.

Yine de bu genç ve eğlenmeyi çok iyi bilen arkadaşım haklı. Özellikle rant konusundaki sözlerini ciddiye almalı. Eğer Gümüşlük’ü dinlemeyi başaramadığımız gibi, dinletmeyi de başaramazsak çekip Amasra’ya gitmemiz gerekiyor. “Gençler ve yaşlanmayanlar” demesi beni biraz üzdüyse de, çabuk toparlandım. Ayrıca eğlenmekten zaman bulup bana uğrarsa, bu arkadaşa da vereceğim kitaplar var. Bayılana kadar okuyabilir.

9. Bu yazı çok uzun oldu, kimse okumayacak biliyorum. Ama sabah yürüyüşünden sonra bir enerjik oluyorum ki sormayın. Üstelik dün akşam bayılana kadar içmiştim…

Gümüşlük hakkında yazmaya devam edeceğim.

Comments (7)

Betimlemelerinizde, madde madde tanımlarınıza sonuna kadar katılıyorum.
Bunları düşününce, artık bu konularda konuşmak, betimlemeler yapmak yerine, nasıl çözeriz, nasıl değişiriz üzerinden gitmemeli miyiz?
Artık sizce de yetmedi mi betimlemeler. Nasıl, biz, yüzünü doğuya, dümenini batıya dönmüş (?) Türkiye, özendiğimiz yeni dünya ülkeleri gibi olacak. Ne zaman ilkeler ve sistemler üzerinden hepimiz gideceğiz ve hepimizin ortak iyiliği için bunu savunacağız. Ne zaman her kasabanın her şehrin geleceğinin çocuklarımız için önemli olduğunu kavrayacağız, yaşadığımız yeri kendi ömrümüz kadar değerlendirmektan vazgeçeceğiz…
Çok üzülüyorum.
Sevgiler, Saygılar,

Hiç kimsenin okuyacağını düşünerek yanılıyorsunuz. Ben okudum mesela. Okuyup da yorum yazmayan onca insan olduğuna da eminim. 🙂

Gümüşlük'e hiç yolum düşmedi ama merakla takipteyim yazılarınızı. Malum, mesele sadece Gümüşlük meselesi değil. Her yerde aynı şey. Neden ortak bir paydada bulusmak bu kadar zor? Sevgiler….

Samimi yazilariniz icin cok tesekkurler, esen kalin.

Okunmaz mı sizin yazılarınız? Gümüşlük yazılarınız da ayrı ilgimi çekti. Keyifli ve düşündürücü. Hem gülümsüyorum, hem üzülüyorum okurken. Özellikle bu yazınız Gümüşlük üzerinden ülkemizin genel durumunu yansıtır gibi…

yazıları ilgiyle okuyorum, köyde normalde dedikodu boldur ama sen açıktan yazdığın için konular netleşiyor, bence iyi ediyorsun, sevgiler

daha yeni buldum blogunuzu. çok da sevdim. tüm yazıları okuyamadım gerçi. önüme geldikçe okuyorum. sadece bir soru takıldı aklıma. fil adımlarıyla nasıl uçabilir insan?

Leave a comment