Günaydınları Terk Ettiren Yer: X’ten Çekilme Notları

Telefonumun ekranına bakıyorum. Eski ve hala kullandığım adıyla Twitter, yeni adıyla X simgesi orada duruyor. Hâlâ orada olması tuhaf… çünkü ben artık orada değilim. Tümüyle kapatmadım hesabı. Hâlâ okuduğum bir kitabı, izlediğim bir filmi, yaptığım bir işi duyurmanın pratik bir yolu olarak duruyor. Ama kendimi o meydanın ortasında hissettiğim günler bitti. Bu kararı verirken şaşkınlıkla fark ettim: 2009 yılında kullanmaya başlamışım. Uzun bir zaman dilimi. Yeni tanıdıklar edinmişim, değerli düşüncelere, yazılara ulaşmışım. Sabahları oraya bir “günaydın” bırakmak bir tür ev içi ritüelim olmuş.

Eskiden bu “günaydın”lar, gerçekten günün iyi başlayabileceğine dair ortak bir imaydı. Birbirini tanımayan insanlar arasında kısacık, masum bir selamlaşma… Bir meydanda denk gelip başını hafifçe eğmek gibi. Ama sonra —evet, bunu herkes biliyor ama yine de söylemekte fayda var— bu meydanın akustiği bozuldu. Seslerin tınısı değişti. Kutuplaşma, gürültü, öfke… Ve en çok da kimliksizliğin o ürpertici gücü. Aynı masaya otursak çay ısmarlayacak insanlar, ekranda yan yana geldiğimizde akıl almaz bir saldırgana dönüşüyor. Siyasetin yarattığı fay hatları, lümpenliğin ham gücüyle birleşince ortaya çıkan sonuç ne yazık ki tahmin edilebilir: Gürültü.

Her konuda “fikrim var” denilen ama o fikrin çoğu zaman bir dayanağı olmayan bir alan burası. Spor, edebiyat, sinema, ekonomi… Fark etmiyor. Bir düşünce paylaştığınız anda, bir anda kendi gündemini sizin üzerinizden test etmek isteyen bir kalabalığın içinde buluyorsunuz kendinizi. Çoğu zaman konuştuğunuz konuyla ilgisi bile olmayan bir saldırı. “Sen sus.” “O öyle değil.” “Asıl mesele…” Tatlı bir sabahın, kahvenin kokusunu bile kesen gürültüler.


Çok uzun zamandır oradaydım. 16 yıl olmuş. O yıllar, sosyal medyanın bir araya getirdiğine inandığımız zamanlardı. Bir yazının altına düşen sakin ve içerikli yorumların, başka yazılara kapı araladığı çağ. Şimdi aynı alan bana başka bir şey söylüyor: “Burası artık senin yazma hızınla, düşünme biçiminle çalışmıyor.”

Belki de bu yüzden Fil Uçuşu bana daha çok “ev” gibi geliyor. Gürültünün yerine düşüncenin sesi var burada. Acele çağrıların yerine durup bakmanın, tartmanın, cümleyi sakince kurmanın alanı. Sosyal platformların hızlı tüketim alışkanlığı düşünceyi hep yüzeye çekiyor ama ben yüzeyden daha derin bir yerde nefes almayı tercih ediyorum. Fil Uçuşu da bunun için var zaten: acele edilmeden, kimsenin bağırmadığı, fikirlerin birbirine çarpmadığı bir köşe.

X’ten çekilmek büyük bir karar değil aslında. Hayatımı değiştirmiyor. Ama zihnimi değiştiriyor. Sabahları artık o “günaydın”ı yazmak zorunda hissetmiyorum kendimi. Belki buraya, Fil Uçuşu’na bir günaydın bırakırım arada: “Bugün yine düşüncenin sesini duymak istiyorum.” Ve belki okur da kendi günaydınını sessizce ekler.

Bazen bir platformu terk etmek, bir mekanı kapatmak değil; yeni bir odaya geçmek gibidir. Benim yeni odam burası. Fil Uçuşu’nda, daha düzenli, daha sakin, daha uzun soluklu yazılarla buluşmak niyetindeyim.

Gürültünün dışına çıkınca, günaydın bile daha güzel söyleniyor.

Comments (3)

Günaydın🌸 Günümüz güzel geçecek gibi gözüküyor.

19 Kasım sabahından sessizliği ve düşüncelerimi duyabilmenin verdiği berraklıktan günaydın 🙂

Seviliyorsun Yekta abi. Yeni yazılarını okumak için sabırsızlanıyorum. 😊😀

Leave a comment