Günden Kalanlar.45

  • 29 Mayıs 1976 tarihinde müzisyen Mesut Aytunca’nın öldürülmesi haberi ilgimi çekti. Mesut Aytunca önemli bir müzisyen ve dönemi için devrimci bir karakter. Hem gitar çalma tekniğiyle hem düzenlemeleriyle hem yaptığı müziği İstanbul sınırlarında tutmayıp Anadolu’ya taşıma isteğiyle, hem de bütün bunları eşcinselliğini saklamadan yapma-yaşama cesaretiyle. Bir cinayete kurban gidiyor, bir garsoniyerde çorapla boğulmuş olarak bulunuyor. Cinayetin ardında cinsellikle örülmüş bir hikâye var. Ama cinayetin ve katilin yakalanışının tam hikayesine ulaşamadım. Sadece katilin ünlü çizer Bedri Koraman’ın çizdiği bir robot resimle yakalandığı bilgisi var elimde. Gökhan Yücel ve Serkan Seymen’in yazıları-tivitleri olmasa bu kadarına da ulaşamazdım. Bu konuyu Murat Meriç’e de sormam lazım. Henüz Mesut Aytunca’yı tanıyan isimler hayattayken bu konunun bir kaydı tutulsa keşke. İyice inceleyip araştırıp geniş bir yazı yazmalı hakkında. Hatta ne yalan söyleyeyim, filminin çekilmesini çok isterdim.
  • Murat Daltaban’la onun bir projesi hakkında konuştuk bir süre. Ben de bir şeyler karaladım, bir düşünce zemini oluşturmaya çalıştık. Sonunda benim yoğunluğumdan dolayı yapamayacağımıza karar verdik ama bu süreçte aramızda çok güzel yazışmalar oldu. Birbirini anlayan yazışmalar, nitelikli eleştiri-katkılar o kadar iyi geliyor ki insana…
  • Yakın zamanda bir yol öyküsü yazdım. Hatta otobüs yolculuğu öyküsü. Sibel Oral, editörlüğünü yapacağı bir kitap için istedi bu öyküyü. Aslında sipariş işler yazmakta zorlanıyorum ama Sibel bir şey isteyince reddetmem mümkün değil. Yazarken de konu ve Sıtkı karakteri hoşuma gitti. Hem tanıdık hem de yeni bir karakter oldu.
  • Holden Kitap yeni bir seriye başlamış: Holden#Modern.

Serinin ilk kitabı da Perulu yazar Ricardo Sumalavia‘nın üç kollu bir babanın ölümüyle başlayan ve esrarengiz bir hikâyeye dönüşen kısa romanı Bir Kol Hikâyesi. Kitabı Hazal Akbaş çevirmiş, çok akıcı bir çeviri.

Zaten kitap da çok akıcı bir kitap. Üç kollu baba konusuna o kadar hızlı ve doğru bir yerden giriyor ki yazar, konu okur için de normalleşiyor. Bu “garabet” hikâyenin sert kırılmalarını oluştururken, kitabın temel yapısı “baba-oğul” hikayesi üstüne kuruluyor. Hatta babalar ve oğulları. Her ne kadar erkek ve eril bir yerden konuşsa da sonunda gücü ve aklı kadına veren bir hikâye. İşin bir de meta-kurmaca içine gizlenmiş “polisiye yanı var. Bütün bunlar 80 sayfalık bir anlatı içinde biraz yorucu gelebiliyor ama yine de severek okudum kitabı. Bu seriden çıkacak diğer kitapları da merak ettim açıkçası. 

  • Peru deyince oradan komşu Şili’ye uzanayım. Şili’ye gidip bir Barros Luco sandviçi yemeyi çok isterdim. Ya da Chacarero… Yani oralara gidip bir sandviç yemek ve And Dağları’na çıkmak…

Leave a comment