“Oğluma imzalar mısınız?” dedi.
Oğluna kitap alan her baba içimi ısıtıyor, gülümseyerek baktım; “Ne yazmamı istersiniz?” dedim.
“İçinizden ne gelirse…” dedi. Tam ben yazmaya başladığım anda söyledikleri ise uzun süre başım önde donup kalmama neden oldu: “Sizi çok severdi, bütün kitaplarınızı okumuştu. Geçen yıl kaybettik ama bu kitap da kütüphanesinde olsun istedim.”
• Salı günü Ankara’daydım. Öğlen yemeği Kebap 49’da kıymalı pide. Öyle özlemişim ki… Twitterda Kebap 49’u övünce katılanlar da oldu itiraz edenler de. Oysa Kebap 49, benim için karnımı doyurduğum bir yerden çok daha öte, bambaşka anıların mekanı. O bitmez tükenmez büyüklükteki pideyi yerken neler düşündüğüm, hangi isimlerin kulağını çınlatıp hangilerini rahmetle andığım bende gizli.
• Ankara’ya gidince Shades’e uğramamak, Süleyman Özyıldırım’la çay içip sohbet etmemek olmaz. Alın işte itiraf ediyorum; Ne zaman dünya üstüme gelse, her şeyden elimi eteğimi çekip kendime kaçmak istesem, Shades gibi bir dükkanda çalışmak-yaşamak isterim. Benim hayalimde plaklar, CD’ler, DVD’lerden çok kitaplar var. Gelen gidenle çay kahve içeceğim, müzik-kitap konuşacağım, kendine ait bir zamanı yaşayacağım dükkanımda görünürlüğümün küçülmesi oranında içimde büyümek isterim. Düşündüm de, yolu Süleyman’ın sohbetinden geçmiş biriyle, müzik konusunda daha kolay anlaşırım. Ankara’da konserlerin durumundan, yeni çıkan isimlerden, Türkçe caz albümlerinde sevdiklerimiz sevmediklerimizden konuştuk. Bursa’da faşistlerin saldırdığı “Üç Fidan: Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Arslan” heykelini yapan heykeltıraş Eşber Karayalçın da dükkandaydı. Kısa bir tanışmanın ardından hemen muhabbete başladık onunla da. Genç bir çift ile başka bir konuya sıçradık. Böyledir Süleyman’ın dükkanı; sahteliklerden uzak bir ruh oluşur kısa sürede. Üç plak, üç de CD aldım. Keith Jarret’in Köln konserinin plağını almak istiyordum kaç zamandır, Süleyman’a kısmetmiş. (Shades, Tunalı Hilmi Caddesi’nde, Tunalı Pasajın alt katında. Fotoğraf için Obstinate King‘e teşekkür ederim.)
• İş için gitmiştim Ankara’ya. Zeki Demirkubuz, yirmi yıllık hayalini gerçekleştiriyor ve Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar”ından bir uyarlama çekiyor: Yeraltı. Başrollerde Engin Günaydın, Sırrı Süreyya Önder, Nihal Yalçın, Sarp Apak, Umut Bayraktar var. Otel Tunalı’dan yayın yaptık. Öncesinde Ahmet Boyacıoğlu ile uzun uzun konuştuk; üç çay içimi. Festivallerle ilgili çok şey anlattı, şimdilik sende kalsın diyerek. Örneğin Adana Film Festivali büyük değişimlere gebe; bakalım neler olacak. Sonra Zeki ve ekip de geldi, yayın öncesi biraz mavra yaptık. (Zeki ile aramızda bir ayakkabı muhabbeti oluştu, sanırım ona bir çift ayakkabı borcum olacak.) “Gençliğimizde bu Tunalı Otelin önünden geçerdik de, bir şeyler içmek için bile içeri girmeye korkardık, sayende burayı da gördüm,” dedim; güldü. Filmi merakla bekliyorum.
• Akşam programı öncesi Levent ve Çağkan’ı göremedim. Şansıma Derya Billur Ankara’daymış, bir günlüğüne gelmiş. Cafe Bien’de buluştuk hemen; içkiler söylendi, sohbet başladı. Derya, bambaşka bir adamdır, hangi ruh halinde olursam olayım alır sohbetine hapseder. Dile kolay, neredeyse 30 yıllık bir dostluk. Sonra Sedat da katıldı aramıza. Arada İstanbul’a gidesi geliyormuş ama ne zaman dükkanın önündeki koca ağaca baksa vazgeçiyormuş: “Ortaokuldaydım daha, babam sulardı bu ağacı,” dedi. Bakıp kaldık öylece. Ankara gibi hafiften eğilmişti o ağaç da.
• Ankara yolculuğu boyunca Gonca Özmen’in şiirlerini okudum. Kitap, daha önce YKY’den yayımlandığında okumamıştım, şimdi Kırmızı Kedi’den çıktı: Belki Sessiz.Gonca Özmen’i çok sevenler kadar sıradan bulanlar da var, biliyordum bunu. Bütün bu ön bilgilerden uzak durarak okumaya özen gösterdim. Sakin dizelerin kurucusu. Keskin ama ince bir sesle konuşuyor; tuhaftır, tiz değil bas bir ses bu. Klişeye attığı bumerang dizeleri dönüp okuyana çarpıyor, yıkıyor yere: kolaya kaçmıyor, en zor atışlara hazırlamış bileğini. Okumaya devam edeceğim.
Ankara'ya gelmişken keşke bir de imza günü yapsaydınız da bizler de sizinle sohbet edebilseydik!!!
Bu arada Gonca Özmen'in şiirinden paylaştığınız dizelere bayıldım; tuhaf bir etki yarattı bende…
zeki demirkubuz'la iki sene önce yıldız parkı'nda karşılaştığımda, çok büyük şuursuzlukla önüne atlayıp "ben size çok hayranım" demiştim. sonradan, ben 5-6 yaşlarındayken bizim evin bir sokak ötesinde oturduğunu ve aynı bakkaldan alışveriş yaptığımızı öğrendim. bu beni çok etkilemişti ama size göre dünyanın en gereksiz yorumu olabilir yekta bey. heheh.
İstedim fakat yetişemedim söyleşinize sevgili Yekta Kopan. Neyse, başka sefere diyerek noktayı koyayım. 🙂
kebap 49 üniversite yıllarımın en favorisiydi.. shades, hayran hayran bakakalıp, hayallere daldığımız cennet.. bien'i severim, sıcak bulurum, bir şeker dostumla jager gecemiz vardı ki off:)
Ankara benim tüm gençliğim. hayatım. her şeye, eğilmişliğine rağmen memleketim..
Kebap 49 gibisi yoktur,ben 24 yaşındayım ve ailemin beni oraya ilk götürdüğü günden beri ayrı ayrı hatıralarım var ve o büyük porsiyonları öğrenciyken paylaşırdık o zaman daha bi tatlı gelirdi 🙂 Ve gariptir bende otel tunalı hakkında sizinle aynı hisleri paylaşıyorum…İşte bir okur'un yazarda kendini bulması böyle bişi:)
"Ne zaman dünya üstüme gelse, her şeyden elimi eteğimi çekip kendime kaçmak istesem, Shades gibi bir dükkanda çalışmak-yaşamak isterim."
Ben de aynı şeyi canım sıkılıp Nick Hornby'nin High Fidelity kitabını karıştırırken düşünürdüm. Huzur vaadeden bir hayal.
“Gençliğimizde bu Tunalı Otelin önünden geçerdik de, bir şeyler içmek için bile içeri girmeye korkardık, sayende burayı da gördüm,”
henüz göremedik Ankara'da öğrenci olmaya devam eden birileri olarak.. Ama nasıl heyecanlandım aynı gökyüzünde "yer altından notlar" filmini konuşan birileri olduğu için.
Mekan isimleri için ayrıca teşekkürler, çünkü hani kebap 49'da pide yerken kimler neler geçti aklımdan diyorsunuz ya… işte tam da bu nedenle. Ankara'da mekanlar çok hızlı değişiyor. Bir daha geldiğinizde en sevdiğiniz kahve evinin "simitçi" olduğunu görebilirsiniz misal.
Yazı ve ziyaret için teşekkürler.
Ankara'dan sevgilerle..
Bahsettiğiniz Kebap 49 Ulustaki mi? Eğer oradan bahsediyorsanız; biz de küçüklüğümden beri hep oraya gideriz. Eskiden duvarlarını haltercilerimizin fotoğrafları süslüyordu. Duvarlarda asılı bu fotoğraflar çocukken bana çok ilginç gelmişti :)) Hakikaten çok lezzetlidir Kebap 49'da her yenilen şey. Shades'e de hiç gitmemiştim, bilmiyodum bi gidip keşfediyim o dükkanı 🙂
Size bir sonraki gezinizde Cafe Bien' den özel bir şarap ikram edelim sevgili Yekta bey, dilerim kison kitabınızı aldım ve imzalatma şansım olur…:)) Kocaman sevgiler… mugeanlasan /twitter
Az önce bir sürü güzel yorum yazmıştım ki Binary'lerin gazabına uğradı…Yolculukta şiir okumak, önermek…ne kadar ince ve aydınca. Tunalı, Kebap 49 (kıymalı P) Ankara KLasiği güzel ve nostaljik bir rit. Harika final Süleyman; taze bakır cezvede ustaca pişirilmiş orta kahve gibi:-)
kitap fuarında o babayla yaşadığınız diyolog dünden beri zihnimde..ne yazabildiğinizi düşünmeye çalışıyorum ,hayat bazen silkeliyor insanı değil mi..bu arada benim gibi İstanbul da büyüyüp yine burada yaşamaya devam eden bir insana, Ankara da büyüyüp sonra İstanbul'da yaşamaya başlayanlar daha şanslıymış gibi görünüyor…
adana da…cumartesi akşamüstü kitaplarla "gerçekten" ilgilenen bir okur olarak oradaydım…adana kitap fuarına ve söyleşinize dair bende kalan tad http://dusselhayat.blogspot.com/ da…biraz uzun… burayı kalabalıklaştırmak istemedim…