Günden Kalanlar.20

• “Bence iki ayrı blogun olmalı,” dedi bir arkadaşım, “haber veren, gündemi takip eden başlıklarla, edebiyata dair başlıklar ya da iyice kişiselleşen metinler birbirinden ayrılmalı.” Yine aynı soruyu sordurttu bu sözler: Neden bir blog açtım? Hızı, güncelliği, paylaşımındaki demokratiklik elbette önemsediğim, konuşmalarda vurguladığım şeyler. Ama bir de gevezeliğim, okuduğum-dinlediğim-izlediğim şeyleri paylaşma iştahım yok mu? Özellikle yorumları önemsiyorum, anında bir değerlendirme yeni kapılar açıyor bana. Kimi zaman uzun uzun düşünüyorum, çoğu zaman kendimi sorguluyorum. Tehlikesi de var; görünür olmaktan uzak durayım dedikçe, yaptığım her iş biraz daha görünürlüğe neden oluyor. Böyle böyle, kendimi sorgulaya-yargılaya ilerliyorum işte. Bazen bana bile fazla romantik geliyor okuduğum bir kitabı bir kişiye daha okutmak konusundaki arzum, dinlediğim bir şarkıyı farklı kulaklara yollamak konusundaki isteğim. Varsın olsun; devam edeceğim.

• Çalışkan stajyerimiz Duygu Kambur, kararlı bir şekilde yoluna devam ediyor. Bizden ayrıldıktan sonra, gece demeden gündüz demeden çalıştı ve üretmeye devam etti. Yaptıklarından haberdar ediyor. Son haberleşmemizde bir sürpriz yaptı bana: Çok sevdiği bir albümü hediye etti. ECM sanatçılarından Mathias Eick’in “The Door” isimli albümü. Eick, 1979 doğumlu, Norveçli bir trompetçi. Albümde gitar ve vibrafon da çalmış. 2009 tarihli albüm, uzun zamandır ECM’den dinlediğim en akıcı albümlerden biriydi. Su gibi. Duygu’ya teşekkürlerimle.

• Çeşitli ortamlarda dinlemiştim ama bir türlü alamamıştım; sonunda John Coltrane ile Thelonious Monk’un “Complete Studio Recordings” albümünü alabildim. Her iki isme de büyük bir tutkum var; birini diğerinin önüne koyamam. Ama albümde beni delirten, baştan baştan dinlememe neden olan bir isim daha var: Art Blakey. Çok acayip bir davulcu. Hafta boyunca her vuruşunu ezberlemeye çalıştım, her seferinde de üstadın gerisinde kaldım.
• Bir hediye daha; müthiş Eldon Dedini’nin Playboy için çizdiği karikatürlerin toplamı. 1921 doğumlu usta, 2006’daki ölümüne kadar derginin önemli parçalarından biriydi. Afişleri, Esquire ve The New Yorker’daki işleri de meşhurdur. Satirler, masallarla ya da klasiklere göndermeler ve hatta Japon resim sanatından yola çıkan çalışmalar. Monterey Caz Festivali için yaptığı ünlü afişinden kara kalem çalışmalarına müthiş bir seçki. (Eldon Dedini ile ilgili geniş bilgi için çok sayıda İngilizce kaynak var, örneğin: http://artworksmagazine.com/2006/03/eldon-dedini/)

Oya Baydar ile Melek Ulagay’ın konuşmalarından oluşan bir kitap: “Bir Dönem İki Kadın”. Perdelerin kalktığı, etkileyici bir samimiyetin şaha kalktığı bir sohbet kitabı. Su terazisi gibi iki insandan bir sivil tarih metni. Özellikle sohbetin içtenliği, kendiliğinden akan hali çok etkiledi beni. Piyasaya çıkmadan okuma şansım olduğu için mutluyum; önümüzdeki günlerde çok konuşulacağına inanıyorum.

Kitap-lık dergisinin, Ocak 2011 sayısındaki Tolstoy dosyası beni doyurmadı.

Fillerin hamileliği 660 gün sürüyormuş, yaklaşık 2 yıl yani.

Comments (8)

kitap lık dergisinin Tostoy dosyası için okuduğumda bende aynı şeyi düşünmüştüm.sizden de okuyunca şaşırdım

Şu kadarını söyleyeyim sayın Yekta Kopan: Şu iki blog açma işine filan karşıyım ben. (Radikal Kitap’ın cumartesileri çıkmasına, Varlık’ın biçimini değiştirmesine, sevdiğim kitapların kapağının yeni baskıda değiştirilmesine karşı çıktığım gibi…) Neden mi? Fil Uçuşu'nu okumayı bilenler için başlıklar yeterli oluyor çünkü. Günden Kalanlar, Eskiz Defteri, Öykü Sözlüğü … Günden Kalanlar çok yönlü yazarın bu kıyıya izdüşümleri, Eskiz defteri gayretli acemi yazara ödev kağıdı, Öykü Sözlüğü anımsamalar, tanışmalar… Bir de apayrı başlıklar var ki onlar deneyimleri, derin okumaları, dinlemeleri vs. içeriyor. Görünürlük kaygısını anlıyorum ama neyin görünebilir neyin görünemez olması gerektiğine ilişkin karar verme doğrultusunda ciddi bir sağduyunuz var kanaatimce; dolayısıyla okuduklarınızı, dinlediklerinizi, izlediklerinizi okurla paylaşmanızı romantik olmaktan öte "demokratik" ve "insani" buluyorum. Hayatta her şey süreğen biçimde acımasızca değişip duruyor, varsın değişsin de. Ama şimdi durduk yere Fil Uçuşu'nun bölünmesi, yeniden tanımlanması filan bana endişe verici geldi. Fena! Sanki uzun yıllar sürmesi gereken bir "merci" gibi geliyor bana Fil Uçuşu. Tabii yine siz bileceksiniz. Okur bu, ister durur tatminsiz özne! Ama yazar n'apar bilemeyiz de bilemeyiz 🙂 Son tahlilde yine de ben söyleyeceğimi söyleyeyim, içimde kalmasın: Şu iki blog açma işine filan karşıyım ben. Sevgiler…
Not: Aklıma Oğuz Atay’ın “Babama Mektup” öyküsü düştü şimdi. ” …’e karşıyım babacığım.” diyordu ya bir yerde! Tatsız bir şeylere… İçimi sızlattı şimdi. Bakınız Fil Uçuşu şimdi de anımsama durağı oldu. Var olun!

Ekmekle yeseydiniz dosyayı sgfhmshdşh

etiketler bu işi görür, bence blogunu ayırma. ve devam et görünür olmaya. edebiyat kokusunu içine çekiyor insan ne yazarsan yaz. buranın havası güzel. çünkü bu kelimeleri yazan insan güzel.

"iki ayrı blog" okur açısından neyi ne kadar değiştirir, tartışılır, değerlendirilir. Ancak yazan açısından, iki farklı zihin kanalını organize etmek olacağı için taraftarıyım.
Karar okurların olacak gibi ama…:)

Meandshadows dedi ki:
İki ayrı blog…Hiç gerek yok. Ne gibi mantıklı bir nedeni olabilir ki iki ayrı blog olmasının? Kafa karıştırıcı, okuyucu açısından takip etmek zor. İki ayrı kişilik gibi.Spor için ayrı, haber için ayrı, televizyon için ayrı gazete çıkarmak gibi…Nasrettin Hoca nın hikayesine dönmesin bence. Arkadaşınıza selam, tek bloğa devam…:)

Bana da Turgut Uyar'ın 'Denge' şiirini hatırlattı, iki ayrı blog ihtimali ve üstüne yazılan yorumlar..Öyle olur da 'Fil Uçuşu' kendi olmaktan azalırsa diye mi korktuk birden, böyle güzelken..
''Ben tam kendime göre/Ben tam dünyaya göre/Ama sizin adınız ne/Benim dengemi bozmayınız''
İki ayrı blog belki azaltmaz da çoğaltır; ama siz de böyle memnunsanız dengemizi bozmayınız..
''Şiiriniz adamakıllı şiir/Dumanı caba..''

Önemli olan; sizin okurunuz ile doğru zaman ve doğru yerde buluşabilmeniz. Paylaşım alanınızı istediğiniz gibi kurabilmeniz.

Leave a comment