Hani yerli dizi yersiz uzundu?

Transfer
mevsimi geldiğinde kalbi futbolda atan spor basını coşar. Reytingi bol büyük
takımlara her gün yeni bir oyuncu alınır, futbolun dünyadaki yıldızlarına (elbette
fotoşopla) daha transfer olmadığı takımın forması bile giydirilir. Transferin
gerçekleşip gerçekleşmemesi pek önemli değildir. Gerçekleşirse, gelen oyuncunun
elinde bir kaldıraçla geldiği ve dünyayı yerinden oynatabileceği vurgulanmaya
başlanır. Neden sonra, oyuncu sihirli değnekle geldiği takımı ve Türk futbolunu
değiştiremezse gözden düşer, reyting alanından çıkar. Sıradanlaşır. Unutulur.
Bir süredir televizyon dizileri de farklı bir muamele görmüyor. Boy boy
ilanlar, reklamlar, afili tanıtım filmleri, gazetelerde tam sayfa haberler.
Heyhat, dizinin yayını başladıktan sonra, hele bir de reyting tabloları alt üst
olmazsa sıradanlaşma ve unutulma süreci başlıyor. Futbolcunun kaderi yedek kulübesi,
dizinin kaderi erken veda. Dizinin vedası gerçekleşmeden önce türlü numara
deneniyor elbette; öncelikle yayın günü/saati değiştiriliyor, sonrasında ilk
ceza senaryo ekibine ve ardından yönetmenden makyajcıya uzanan bir süreçte
teknik ekibe kesiliyor. Başrol oyuncularının satranç tahtasındaki yeri pek
değişmiyor ama yan roller hemen feda ediliyor. Bütün bunlar olurken temcit
pilavını ısıtıp ısıtıp seyircinin önüne sunan yapımcı ve televizyon kanalı, bir
gün olsun başlarını ellerinin arasına alıp düşünmüyor sanki.

Biraz hafıza
tazeleyelim: “Yerli Dizi Yersiz Uzun” eylemi 24 Aralık 2010 günü yapıldı. Eylemin
ateşini Senaryo
Yazarları Derneği
ve Sine-Sen yakmıştı. Setten eve dönerken hayatlarını kaybeden Tülay
Erdilgi
ve Zehra Sezgin için düzenlenen eyleme oyuncular, yönetmenler, set
işçileri ve senaristler katılmış, hep bir ağızdan “Uzatma kısa kes” demişlerdi.
İsyanın merkezinde televizyon dizilerinin süreleri vardı. Doksan dakikanın çok
üstündeki dizi süreleri, çalışma koşullarını zorlaştırıyor, insan hayatına kanalların
reklam geliri üstünden değer biçiliyordu. Türkiye’nin televizyon yıldızları “Bu
koşullarda çalışmak istemiyoruz, ölümler başladı artık dur demek lazım,
mücadeleye devam edeceğiz,” diyorlardı.

Peki geçen iki yılda ne oldu?
Sen-Der’in kararlılığına Oyuncular Sendikası başta olmak üzere diğer meslek
birlikleri de destek verdi. Konu meclise kadar taşındı. Görüşmeler yapıldı.
Dosyalar gitti geldi. Bir daha soralım; peki geçen iki yılda ne oldu? Açıkçası
net şekilde değişen bir durum yok. Seyirci uyuşturucusu elinden alınacak
müptela benzeri bir panikle sessizliği tercih etti. Kimileri de başrol
oyuncularının magazin malzemesi olmuş gelirleri üstünden “Çuvalla para
kazanıyorlar, bir de söyleniyorlar,” ezberini tekrarladı. Benzer konuların,
sıkıcı hikayelerin iktidarı sürdü gitti.


Yapımcılar hala aynı kafada. Çalışma
koşulları televizyon kanallarının umurunda değil. Ya da bizlerden gizli bir
takım gelişmeler oluyor ve ben cahilce yazıyorsam, sonuçlar gözümüzün önünde
değil. Makinenin çarkları sermayenin istediği gibi dönmeye devam ediyor.
Toplumsal manipülasyonun dinamiklerini belirleyenler istedikleri oyuncuya
istedikleri formayı giydirip sahaya sürüyorlar. Belki birilerinin yüzü gülüyor
ama çoğu yüz acı çizgilerle doluyor. Diziler başlıyor, diziler bitiyor. Televizyonlar
iki reklam arası yayın sürelerini, gazeteler reytingi bol magazin sayfalarını
dolduruyor.


Tülay’ın ve Zehra’nın adını anan kalmadı. Yine de bir başarı
cümlesi aranıyorsa, o da var. İstenen gerçekleşiyor: Bir Millet Uyuyor!

Yorumlar (2)

Bu hususta özellikle oyuncuların tavır koyması şart; eylemle, yürüyüşle, taleple hemen hemen hiçbir hak elde edilemiyor maalesef. Amerika'da olduğu gibi oyuncu ve teknik ekip işlerini durdurma protestosu yaparlarsa, yapımcılar ve kanallar o vakit taviz vermek zorunda kalırlar. Buna cesaret edemedikçe böyle çirkin işlerde, böyle çirkin şartlarla çalışmaya devam edecekler büyük ihtimalle, yine maalesef.

Diziler ve futbol bizi uyuşturmak için var. Bu bir gerçek…

bir yorum bırakın