Bu kez Pessoa’nın dünyasına gidiyoruz. Fernando Antônio Nogueira Pessoa… Portekiz’in dünya edebiyatına armağan ettiği en önemli isimlerden… 13 Haziran 1888 ile 30 Kasım 1935 arasına sıkışan çok renkli, çok “kişilikli” ve çok şiirli bir yaşamın baş kahramanı… Alvaro de Campos’un, Alberto Caeiro’nun, Ricardo Reis’in “babası” Lizbon’lu modernist… Karşınızda, Pessoa derlemelerinden oluşan “Huzursuzluğun Kitabı”ndan üç küçük bölüm…
* Düşlerin en sıradan tarafı herkes tarafından görülmesidir.
Günün bir vakti elektrik direğine yaslanıp bir şeyleri yüklemek ya da boşaltmak için bekleyen işçi geceleyin karanlıkta hiçbir şey düşünmüyor olabilir. Ama ben bilirim aklından geçenleri: Sıkıntılı bir yaz gününde sessizliğe gömülmüş kalem odasında evrak defterindeki hesaplarla boğuşurken neler geçiriyorsam aklımdan, işte onları.
* Varlıklarının en ücra köşelerinde, kendi müstemlekesinde tüm insanlığın mutlak hükümdarı olduğunu, kadın milletinin önünde dize geldiğini, en sefil çağlarda bile herkesin gözbebeği olduğunu düşler hemen herkes. Benim gibi hayalperestlere gelince, böylesi hülyalara kapılma vehminin yaratacağı o letafet hissine bıyık altından gülebilen akıl izan sahibi ademler ise sahiden pek az bulunur bu cihanda.
* Uzak, çok uzak diyarlara ait bir şarkı söylüyordu, yumuşacık tatlı sesiyle. Öyle bir ezgi ki sözleri bile ister istemez bir aşina geliyordu kulağa. Hani neredeyse şu ruhlarımıza hitap eden Portekiz fado’larını andırıyordu, ama yine de uzaktan yakından benzerliği yoktu onlarla. Hepimizin ruhlarında cereyan eden ama ne olduğu bilinmeyen bir şeyleri dile getiriyordu boğuntuya getirilmiş sözlerine karşın bir insanoğlunun ağzından çıkan bu nağme. İzleyenlere kayıtsız, sokakta kapıp koyuvermişti kendini, bir mahmurluk vardı tınısında.
Etrafına toplaşanlar, sessiz ama alaycı bir tavırla onu dinliyordu. Bu şarkı herkesindi, an geliyor sözler doğrudan bize hitap ediyor, Şark’ta maziye gömülmüş bir neslin esrarengiz hikmetinden dem vuruyordu adeta. Bir an kulaklarımızın eşiğindeki şehrin uğultusunu işitmez olduk hiçbirimiz. Sırtımı verdiğim sokakta bir arabanın ceketimin ucunu yalayıp geçiverdiğini hissettim, ama yaklaştığını duymamışım bile. Hayal dünyamıza, yenilmişliğimize deva olan bir kıvamdaydı taşralının nağmesi. Derken sokak başında aheste aheste yürümekte olan polisi fark ettik. İstifini bozmadan yaklaştı. Bir şey fark etmiş gibi, şemsiye satan çocuğun ardında durdu. İşte o saat şarkısını kesiverdi adam. Kimse sesini çıkarmadı. Bunun üzerine polis olaya el koydu.
Pessoa gibi yazarlar gerçekten çok az,Huzursuzluğun Kitabı da öylesine bir kitap ki,önemli yerleri çizeyim dediğinizde kitapta çizilmedik yer kalmıyor nerdeyse.
Benim için ne güzel tesadüf bu blog post… İzmir Kitap Fuarı'ndan satın aldığım bu kitabı karıştırıyorum iki gündür.
Fernando Pessoa'nın Huzursuzluğun Kitabı ile tanışmam tesadüfen oldu. Elime alınca da bırakamadım. "…Gündüzleri bir kumaş mağazasında çalışan, geceleri yağmurun sesinde, ayak seslerinde yalnızlığını duyumsayan bir Lizbonluydu Bernardo Soares ya da Fernando Pessoa…" kitabın arka kapağındaki bir cümle… İnsanın zihninin labirentlerinde dolaşıyor Pessoa diye düşündüm, bu güzel blogda paylaşmak istedim…