J.M.Coetzee: Bir edebiyat keşişi

Bir edebiyatçının otobiyografisi. Takıntılı okur için bulunmaz hazine. “Neden yazıyorsunuz, bu yazdıklarınızın ne kadarını yaşadınız, romanınızdaki kişiler gerçek mi?” sorularının cevaplarına ulaşabilmek için bir rehber. Daha da ötesi, hayran olunan yazarla, kendi varlığı arasında bir paralellik kurma umudunun belgesi. Bir bütün kitap boyunca, ortak arızalar arama çabası.
J.M.Coetzee, hayranı olduğum bir yazar. Otobiyografik romanı “Taşra Hayatından Manzaralar”ı bu vahşi duygularla okumaya koyuldum. Her romanıyla okurluk haritama yeni bir kıta yerleştiren yazarlardan birini, kendi kalemiyle tuzağa düşürecektim. Satır aralarında gizli sırları bulup çıkaracak, arızalarımızı eşleyerek, onu da gizli kardeşlik örgütüme dahil edecektim. Ama olmadı. Romanlarıyla yaptığını otobiyografik metninde de yaptı Coetzee, hep benden birkaç adım önde yürüdü, hep çizilmemiş bir rotada ilerledi, hep şaşırttı ve alışılagelmişin dışında bir finalle beni kitabının karşısında diz çökmüş bir halde bıraktı.

Bu diz çöküşün öncelikli nedeni her zaman arka planda kalmayı tercih etmiş, görünürlükten uzak duran bir yazarın otobiyografik metnini okuyor olmam elbette. Ayrıca yazarın ilk iki bölümde (kitapta) kullandığı üçüncü tekil şahıs anlatısı ve bu bakış açısının olanaklarını da kullanarak kendi hikayesine karşı aldığı mesafeli tavır, bütün otobiyografik metin okuma ezberini alt üst etmeye yetiyor. Bu mesafe sadece bakış açısından değil, içe bakışta bile sonsuz bir dürüstlük ve hesaplaşma cesareti göstermesinden kaynaklanıyor. Bir başka Coetzee sever olan yazar dostum Murat Gülsoy ile eşzamanlı okuyup, üstüne sohbet ettiğimiz bir kitap oldu “Taşra Hayatından Manzaralar”. Ona göre bu mesafe, okurun ortak payda bulma alanını genişleten bir “ortak kullanım alanı” yaratıyor. Gülsoy’un bir başka tespitiyse sevdiğimiz yazarların çoğunun uzun denemelerden sonra kendilerini “ümitsiz bir şair” olarak tanımlayan isimler olması. Her iki yorumun da üstünde düşünmek gerekiyor.

John Maxwell Coetzee, 1940’ta Güney Afrika’nın Cape Town kentinde doğmuş bir yazar. Cape Town’da tamamladığı İngilizce ve Matematik eğitimlerinin ardından önce bir bilgisayar programcısı olarak İngiltere’ye gitmiş ve üç yıl burada yaşamış. 1965’te ABD’ye gitmiş. Texas Üniversitesi’nde Edebiyat doktorası yapmış. Doktora tezi olarak da Samuel Beckett’in çalışmalarının biçimsel analizini bilgisayar ortamında yapmış. New York Üniversitesi’nde İngilizce ve edebiyat dersleri verdiği yıllarda ilk romanı “Dusklands”i yazmaya başlamış. 1971’de Vietnam Savaşı karşıtı bir gösteriye katıldığı için oturma izni iptal edilince Güney Afrika’ya dönmüş. Hep bir taşra olarak gördüğü ve bir türlü barışamadığı Güney Afrika’da 2002’de Cape Town Üniversitesi’nden emekli olana dek çalışan Coetzee, daha sonra Avustralya’ya yerleşmiş ve 2006 yılında da Avustralya vatandaşlığına geçmiş. Bir de büyük acı var bu hayatın içinde; 1989 yılında 23 yaşındaki oğlu Nicolas’ı bir kazada kaybetmiş J.M.Coetzee. Bütün bu yoğun hikayenin diğer ucunda da başarılarla dolu bir edebiyat kariyeri duruyor; 1974’te yayımlanan ilk romandan sonra hep artan bir okur kitlesi, 10 roman, 2 otobiyografik anlatı, 4 makale kitabı, iki Man Booker ödülü ve 2003 yılında da Nobel Edebiyat Ödülü.

Bu özet “Çocukluk (1997)”, “Gençlik (2002)” ve “Yaz Mevsimi (2009)” adlı üç kitap olarak yazılan otobiyografik roman “Taşra Hayatından Manzaralar”da kurmacanın manevra yeteneğiyle büyük değişimlerle karşımıza seriliyor. Özellikle de son cilt “Yaz Mevsimi”nde. Bu manevraları daha iyi yorumlayabilmek için Coetzee’nin üçlemesine seçtiği tür adını vurgulamak lazım; Kurgulanmış/romanlaştırılmış özgeçmiş (Fictionalised autobiography). Gerçekle hayal dünyasının, anlatılanla yaşananın sınırlarının tümüyle belirsizleştiği bir metnin izinde yürürken, Coetzee anlatısının bütün dinamikleriyle karşılaşıyor okur. Ayrılıkçı Güney Afrika rejiminin ötekileştirdiği bireyler, siyahın-beyazın ve özgürlüklerin sorgulandığı bir coğrafya, edebi kaynakların madeninde yapılan kazılar ve bitmeyen bir hesaplaşma duygusu.

“Çocukluk” ve “Gençlik” bölümlerinde kendisine (üçüncü tekilde anlattığı Coetzee adlı karaktere mi demeliyiz?) o kadar hoyrat davranıyor ki, ayna karşısında yapılan bir otopsiye dönüşüyor okuma süreci. Ve her edebiyatseverin dönüp dönüp defalarca okuyacağı mükemmel son bölüm “Yaz Mevsimi”nde en ileri noktaya kadar gidiyor Coetzee. Yıllarca yazınsal varlığı dışında ortalarda görünmemeye dikkat eden, söyleşi vermeyen, pek fotoğraf çektirmeyen, hatta ödüllerini almaya gitmeyen ‘edebiyat keşişi’ Coetzee, bu bölümde yazarı tümüyle ‘öldürüyor’. Bu bölümü ölmüş bir Coetzee’nin arkasından onun kişisel tarihinde yeri olan beş kişiyle yapılmış söyleşilerden oluşturuyor. Bir bütün kitap için (ama özellikle bu son bölüm için) rahatlıkla son zamanlarda okuduğum en iyi edebi metin diyebilirim.

Bütün kitaplarını sevdiğim, çoğu zaman üslubundaki soğukkanlılığı gıpta ile takip ettiğim bir yazarın eseri hakkında nasıl bir tanıtım yazısı yazabilirim diye düşündüm önce. Sonra da kişisel deneyimimden yola çıkarak en içten sözlerle önermek istedim. Siz de tıpkı yazar dostum Murat Gülsoy’la yaptığımız gibi en yakın kitap dostunuzla paylaşın bu cildi ve günler geceler boyu J.M.Coetzee’nin kaleminin rehberliğinde edebiyat konuşun. Başka ne diyebilirim ki?

Comments (2)

Coetzee ve Gordimer 'minority' writer katagorisinde en sevdigim ve begendigim yazarlardir. Yaziniz icin tesekkur ederim, guzel bir paylasim olmus keza ..

Sizin deyiminizle, "kitaplardan kule" yapmayı seven biri olarak, ne yalan söyleyeyim, kulenin ortasına dikmiştim bu kitabı. Kule uzun, iş temposu yoğun olunca, azar azar ilerlemeyi "vicdan yapar" hale gelmiştim.
Beni, yazınız ile vicdan muhasebesinden "sarsarak" kurtardığınız için teşekkür ederim.
Zira, dört günlük Bodrum kaçamağına saatler kala, Coetzee'yi, hop hemen kulenin başına diktim.
Bence kesinlikle "rahat kafa" ile okunması gereken bir kitap. Kafayı rahatlamak için değil yani! Dili ağır ve kurgusu komplike değil. Ama şaşırtmalar yapıyor! İyi takip etmeli! Oya gibi işlenmiş işte! Ve en önemlisi benim bu "enteresan" yazarı keşfimi "özel" kılmam lazım.
Çünkü bunu hakediyor. Bitirince tekrar yazacağım. Söz! Sevgiler…

Leave a comment