Paris, 6 Temmuz 1923. Mathurins Sokağı 40 numaradaki Théâtre Michel. Bir akımın sonlandığı, son Dadaist gösterinin gerçekleşeceği, Dadaistler ve gelecekteki gerçeküstücülerin kopuşunun yaşanacağı “Le Cœur à barbe” gecesi. Başrollerden biri, 1918 Dada Manifestosu’nda “Tüm düzenlere karşıyım, en kabul edilebilir düzen, ilke olarak hiçbir düzene sahip olmamaktır,” diyen Tristan Tzara’nın. Polis baskınıyla sonuçlanacak yumruk yumruğa kavganın diğer aktörleri Paul Eluard, Robert Desnos, Andre Breton, Benjamin Péret. Localardan birinde aynı gece ilk filmi (Retour á la Raison – Akla Dönüş) gösterilecek olan Man Ray ve yakın arkadaşı Pablo Picasso var. İkisinin arasında ise, yıllarca Man Ray’ın hayat arkadaşı olan, 1920’li yıllar Montparnasse’ının en bilinen, dikkat çekici isimlerinden model, dansçı, şarkıcı, oyuncu, ressam Alice Ernestine Prin oturuyor. Nam-ı diğer Montparnasse Kraliçesi Kiki.
2 Ekim 1901’de doğan ve yıllar sonra çocukluğunu “Annesi uzakta olan ve gördüğü tek şefkat büyükannesinden gelen, babasız bir çocuğun yüreğindeki derin acıyı kimse bilemez,” cümlesiyle özetleyecek olan Alice Prin, hayatının her dönemini uçlarda yaşamış, özel bir karakter. Jose-Louis Bocquet’nin hikayesini yazdığı ve Catel’in çizdiği 2007 tarihli grafik roman “Montparnasse’lı Kiki”, biz okurları, bu özel karakterin izinde ve olağanüstü bir dönemin atmosferinde yürüyüşe çıkarıyor. Yani kitabı sadece bir grafik roman ya da çizgi roman olarak tanımlamak haksızlık; ciddi ve zihin açıcı bir biyografi ile karşı karşıyayız.
Jose-Louis Bocquet senaryoyu tam da bu anlayışla yazmış. Her ne kadar, elli yıla yayılan hikayenin merkezinde Alice Prin olsa da, iki savaş arası avant-garde akımların bütün özneleri, baş kahramanımızın hayatına etkileri ve sanat tarihine katkılarıyla boy gösteriyor sayfalarda. Kitap görsel gücünü, cinsel ve duygusal özgürlüğün öncülerinden biri olan Alice Prin’in hayatını, bir kadının resimlemesinden alıyor belki de. Asıl adı Catherine Muller olan Catel, Fransa’nın önde gelen çizerlerinden. Bu senaryo üstüne yoğun bir çalışma dönemi geçirmiş. Mekanlar, tarihsel olaylar, dönemin ruhunu yansıtacak detaylar kurduğu çizgi atmosferini sağlamlaştırmış. Kimi zaman karikatüre yaklaşan karelerde, özellikle tarihsel kişilerin portre çalışmalarına özel bir önem vermiş. Bu nedenle karakter takibi çok kolaylaşıyor. Geniş plan-yakın plan dengesi, okuru hızla hikayenin atmosferine sokuyor. Ayrıntıya önem veren çizgisinde , kalın hatların ve siyah-beyazın gücünden yararlanıyor. Hikayenin kadınsı bir ton isteyen karelerinde Catel’in yumuşak bileği, hassas taramaları ve Fransa-Belçika çizgi ekolünü bilenler için tanıdık kamera açıları hissediliyor. (Fransızca bilenlere bir öneri; Catel’in sıcak ve samimi blogunu takip edin: http://catel-m.com/CATEL.muller/ )
1913’te geldiği Paris’te türlü işe girip çıkan Alice, henüz 16 yaşındayken Montparnasse’daki bohem yaşantıyı keşfeder. Kısa sürede, dışavurumculuğun önde gelen isimlerinden Chaim Soutine’e modellik yaparak girdiği dünyanın en önemli isimlerinden biri haline gelir. 1917’de ona Kiki adını veren Mendjisky’nin ve ömür boyu dostu olacak Foujita’nın yanı sıra Modigliani, Utrillo, Kisling, ve daha pek çok önemli ressamın modelliğini yapar.
Hüzünlü bir sonu var Kiki’nin. İnsanı girdabına çeken bir kadın. Kendisinin de sürekli alay ettiği o kemikli burnu ve pervasız halleriyle sanat felsefesinin dönüşüm dönemindeki varlığı o kadar sürüklüyor ki insanı, kitabı kapatınca işi bitmiyor okurun. Saatler süren bir internet aramasına hazır olun; bütün o resimleri, fotoğrafları görmek isteyeceğinize eminim. Her birinin hikayesinde müthiş bir yolculuğa çıkacaksınız. Çünkü sanat tarihçilerinin de dediği gibi Alice Prin, nam-ı diğer Montparnasse’lı Kiki “yirminci yüzyılın ilk gerçek bağımsız kadını”.
Yekta bey ne kadar güzel bir paylaşım olmuş. blogunuzu yeni keşfettiğim için çok kızdım kendime. bugün bütün mesaimi yazılarınızı okuyarak geçirebilirim sanırım:) sevgiler…
Bu yazınız ne iyi ki Milliyet Kitap'takinden daha detaylı.
Catel'in blogu bir harika. Teşekkürler.
Bizim kıza aile içindeki Kiki deriz, buna rağmen Montparnasse'lı Kiki'nin öyküsünü duymamıştım.
Ne doğru bir seçim olmuş. İsimler mi sahiplerini seçiyor yoksa kişi kendisine verilen isme göre karakter kazanıyor düşünmeye başladım:-)
Türkçesini kendime fransızcasını ona alayım bari.