Aslı Biçen, Tehdit Mektupları’nda heybesi yüklü bir vicdan muhasebesine girişiyor. Askeri darbe sonrasında mahkeme tutanakları, gönderilmiş ve gönderilmemiş mektuplar, tehdit içeren pusulalar, günlük sayfaları üstünden hem dönemin toplumsal bir haritasını çizmeye hem de okuru bu haritanın içinde çarpıyla işaretlenmiş yerlere götürerek gizemi çözdürmeye çalışıyor. Yazarın amacı romanın daha başlarında açığa çıkardığı sırrın ardındaki ruh haline ışık düşürmek. Çünkü bu ışıkla birlikte o çok klişeleşmiş “kardeşi kardeşe kırdıran anarşi dönemi” söyleminin bir otopsisini yapabileceğimiz biliyor.
Romanın bence en maharetli, dünya ve karakter kurmada en “eli rahat” bölümü “Cihan Perver’in Mektupları” bölümü. Cihan’ın sevgilisi Hale’ye yazdığı mektuplarda ‘ait olma-ait olamama’ çizgisinde gidip gelen bir izlek üstünden, güçlü ve akılda kalıcı bir karakterle tanışmış oluyoruz. Bölüm, mektup-roman anlatısı üstünden karakter yaratmanın püf noktalarını da içeriyor. Sadece babası tarafından değil, korunaklı bir dünyanın da dinamikleri tarafından sahiplenen ve bu nedenle de kendisini o dünyaya ait hissedemeyen Cihan, aslında sadece “harekete” değil, varoluşuna da mesafeli. Bu mesafe ruhsal olarak “hareketle” hesaplaşmada kendini gösterirken, fiziksel olarak da uzaklardaki Hale’ye duyulan aşkta karşılığını buluyor. Aslı Biçen, ait olma meselesini mesafe üstünden çözerken, okurun metinle arasındaki mesafeyi giderek kısaltmaya, okurla anlatıyı aynı düzleme çekmeye de özen gösteriyor. “Hayat bir sayıklama gibi akıyor,” diyen Cihan, gerçekten de meraklı, eğlenceli, sorgulayan, anlamayan, kıskanan, hesaplaşan bütün düşüncelerini birer sayıklamaya dönüşmesinden çekinmeden paylaşıyor Hale’yle.
Örneğin korkmakla ilgili düşüncelerinde, öylesine güçlü bir düşünce akışına giriyor ki Cihan, bir roman karakteri olmaktan çıkıp giderek etten-kemikten ve kandan (çok fazla kan) bir insana dönüşüyor: “Korku nasıl bir şey? Küçük bir hayvanın üzerinden bir gölge geçtiğinde hissettiği şey mi? Bir an sonraki ölümü haber veren bir şey. Yüksek bir sur boyunca yürürken, çok yakında ani bir fren duyunca, çakmağı çaktığın anda gaz kokusu alınca hissedilen bir şey. Zamanda ölümün bir an öncesi mi?” Üstelik Aslı Biçen, okuru Cihan’ın düşünce git-gellerine ortak ederken olay örgüsünün heyecanlı temposunu da bir an bile düşürmüyor. Gündelik ayrıntılar, detaylar ve göndermeler de okuma zevkini artırıyor. Cihan’ın bir mektubunda “Sen hiç Ankara’ya gitmemiştin değil mi? Aslında bir sokağının fotoğrafını çekip göndersem her yerini görmüş kadar olursun,” diyerek de, bir Ankaralıyı güldürmeyi başardığını söylemeliyim.
Ülkü Öncü’nün günlüğü, anlatının diğer ucunu oluşturmak, “öteki” karakteri yaratmak kaygısını hissettirdi bana. Anlatının “ülkücü” kanalı, daha klişelerle dolu bu nedenle. Bu klişe hissinin iki nedeni var: Bu bölümün “Cihan Perver” bölümündeki anlatı gücünün gölgesinde kalması ve Ülkü’nün farklı söyleyiş-düşünüş-kağıda geçiriş özellikleri gösterememiş olması.
“Bahattin’in Gönderilmemiş Mektupları”yla üçgenin köşeleri birleşiyor, anlatının geometrik yapısı okurun zihnine çiziliyor. Bu bölümle birlikte, Aslı Biçen, vicdan meselesini hikayesinin merkezinden alıp, okurun avucuna bırakıyor. Okuyacak olanların heyecanı kaçmasın diye sonunu söylemiyorum ama romanın tamamlanma çevrimi ancak okurun vicdan muhasebesiyle mümkün olacaktır. Aslı Biçen yazar olarak kendisini unutturup, okuru bir vicdan muhasebesinin eşiğinde bırakıyor. Unutmamak gerek “her tarih gibi şahsi tarih de utançla doludur.”
Aslı Biçen, usta işi çevirilerinin ve önceki kitaplarının başarısına bir yenisini ekliyor. Tehdit Mektupları, başarılı bir mektup-roman çalışması.
Merak ettim romanı, öyle güzel anlatmışsınız ki… Okumak farz oldu:) Teşekkürler…
Paylaşımınız adına teşekkür ederim, kesinlikle ilk fırsatta bu kitabı edinicem ve okuyacağım.
Sevgiler..
bu yazıdan sonra ilk alınacak kitaP …