Anı Kutusu

giriş “Anılarımı sakladığım bir kutum var. Nasıl bir kutu mu? Bir kutu işte, belki biraz sıradan. Ama anılarımı saklıyor, beni saklıyor. Neler mi var içinde? Dedim ya; anılarım! Keyifli bir günde yenen bir yemeğin hesap pusulası, eski bir sevgiliyle gidilmiş bir filmin yırtık bileti, yalnız bir tatilin mühürü bir deniz kabuğu, bir kalem, bir fotoğraf… Anılarım işte! Yoksa senin bir anı kutun yok mu?”

gelişme Böyle dedi bir dost. Benim bir anı kutum yoktu. “Olsaydı neler koyardım içine,” diye düşündüm ister istemez. Anılarım neler? Nedir bir nesneyi anı kutusuna girmeye değer kılan? Sadece nesneler midir anı olmaya hak kazanan?

Sonra bir kutu alıp, içine sözlerimi fısıldadım. Anı kutumu seslerle, sözlerle doldurdum.

mutluluk         kalem                sevgi
kitap             kapı
çocuk          oyun               müzik
şehir                yol

Mutluluk: mutlu bir martı gibi çığlıklar atmaktır her bir sözcüğü farklı bir cümlenin gelini yapmak.

Kalem: yıllarca kör bir çakıyla ucunu sivrilttim kalemimin, kan dolu bir hokkaya banıp, damarlarıma saplamak için.

Sevgi: nefes aldırmayan bir sıcakta, kar tanelerini kovalayacak kadar mevsimsiz sevmek istiyorum. aşkın mevsimi var mı?

Kitap: bir fasulye tanesini pamuklarla sarmalayıp sularsın, filizlenir, büyür… kendini kitaplarla sarmalayıp…

Kapı: kapının önünde durmuş bağırıyordu adam: bir anahtar… bir anahtara krallığım…

Çocuk: Hangi çocukların neye imrenmesi yalınayak şiirdir? (Ece Ayhan)

Oyun: gözlerini kocaman açıp, masanın üstünde koşturan söze sesleniyor kurabiye tadında bir çocukluk: ebe sensin!

Müzik: her dönüşte aynı şeyleri göreceğini bildiği halde, kahkahalarını atlıkarıncaya hediye eden bir çocuk gibi dönüyorum geceyarısının çevresinde.

Şehir: öpüşmeli ankara ile istanbul, bilmediğim bir gecede gölgem bedenimi terkedip başka bir şehre yürümeye karar verdiğinde.

Yol: dünyaya gelirken karanlık bir yoldan geçip aydınlığa ulaşıyorsun. sonrasında hep ışığa yürümek istemende şaşılacak ne var?

sonuç Peki senin bir anı kutun var mı ey okur? Neler olmalı içinde? Neler saklanmalı? Peki, sen anı kutuna nelerini koydun ey okur?

Comments (31)

Benim anı kutumda konser biletlerim var…O anlara bir daha dönemeyeceğim ama tarihine bakınca dostluk,neşe,hüzün çökerten biletlerim…Sonra fişlerim var.Yıllar öncesinin çocukluktan koca kızlığa adım atmaya başladığımda ilk yemekler arkadaşlarla…İlk tiyatro biletim yine arkadaşlarla gidilen…Aslında hep ilklerim varmış.İlk kıran aşka yazdığım mektup kustuğum öfke…Sanırım bu soru bu gece çok düşündürür beni…Aaa bir de güzel bir fotoğraf var yakın geçmişimden 17 Aralıktan.Kırmızı bir palto bende yanımda güler yüzlü bir adam.Elindeki kartlarda NTV yazıyor sesi sıcacık…Yer Bostancı Gösteri Merkezi….

Ey yazar, sadece nesneler gerekmez anı kutusuna. Hasret olmalı anı kutusunun içinde. Seni yakmalı, kavurmalı ve umut dolu günlere zaman akıp giderken seni ayakta tutmalı.

Meandshadows dedi ki;
Anı kutumu aradım..İçini açıp anılarımı bir kez daha koklamak,sarmalamak için..Hatırlamaya çalıştım yerini..İçine neler koyduğumu hatırlamaya çalıştım.Kumla doldurmuştum içini..Anılarım katı olmasın ki,istediğim zaman üzerine istediğimi yazıp,istediğim şekli anılarıma verebileyim diye..Kumun üzerine ne yazdığımı hatırlamıyorum,bulunca okuruz,hatırlarım diye..Bir şişe de su koymuştum,su temizliktir,saflıktır,berraklıktır diye..Az önce buldum anı kutumu..İçini açtım..Su devrilmiş,yazılar silinmiş,kum çamura dönüşmüş..Şimdi tekrar kum döküyorum anı kutuma,tekrar yazıyorum..Ve bir şişe su kumun üzerinde..olur da anılarımı silmek isterim diye..

"Tarçın gezegeni" var benim anı kutumda.
Hayal kırıklıklarının tozları, onlar benim tarçın tozlarım.
Tarçın tozlarım… Hep anı kutumdalar kaçamıyorlar oradan kolay kolay.
Kaçıp gitseler de havaya karışsalar da yenileri geliyor bir nefesle geri alıyorum onları. Ne de olsa hayal kırıklıklarım benim anı kutumdakiler…
tarçın tozlarım.

Anılar yüreğimize yer eden yaşam bağlarımız.Kimi an gözyaşı damlamızdaki hüzün kimi an mutluluk.Ve kalemimden dökülen sözcüklerin yazdığı;

Sandığımın başına oturdum
Elimi uzattım kapağına
İçinde saklı yaşam bağlarıma
Yüreğimin mutluluklarına
Yüreğimin acılarına
Yalnızca düşler değildi
Sandığımla paylaşılan
Çocukluğumun tek bebeği
Öğretmenimin taktığı
Kırmızı kurdele
İlk okuma kitabım
Ailemin sevgileri
Genç kızlığımın
İlk saklı defteri
İlk aşkımın verdiği
Kurutulmuş çiçekler demeti
Ayrılığın gözyaşlarındaki
Derin hüzünleri
Birden gülümsediğim
Mezuniyet resmindeki
Canım arkadaşlarım
Ve içimi ısıtan
Beyaz gelinliğim
En sevdiğim
Çiçek buketi…(Ş.Ö)(YAŞAM BAĞLARIM)

Ayak ucumda merdivenlerden indim… Kütüphanemin derinliklerinde sakladığım "kutumu" buldum, yine aynı sessizlikle odama döndüm. Bu kutuyu çok uzun bir zamandır açmamış, hatıraları tazelememiştim.Çok heyacanladım. Siz yukarıdaki satırları yazarken Gülda ile neleri sakladığımızı -başka bir bağlamda olsa da- konuşuyorduk ve aklıma kutum gelmişti. Yazınızı da okuyunca…Dayanamadım ve herbirini elime alıp uzun uzun baktım:
Bir aldanmanın öğrenildiği babama ait bir günlüğün orta yerinden kopmuş 5-6 sayfa bir yaprak

Aşık olunan ve saha kenarında saatlerce basket maçı seyredilen esmer bir adamın maç sonunda verdiği kirli terli mavi Adidas marka bileklik..

Çocukluktan genç kızlığa geçtiğimizde bir arkadaşımın verdiği üçü birbirine yapışık kabuklu bir fındık ..

18.yaş pasta mumlarım!

Bir gümüş bilezik…Bir yüzük…

Çok genç ölen bir komşu kızının verdiği pembe yonca şekilli toka..

Kaybettiğim ağabeyimin verdiği bir mıknatıs

7 yıl boyunca sabahları kalkarken Mozart'ın 40. senfonisini çalarak eşlik eden ilk çalar saatim..

Doğuma giderken bileğime takılan bilgi notu ve mavi başlık….

Onun haricinde güzel yemeklere ait fişler, biletler, peçeteler ile dolu olan kutularımı saymıyorum bile…

Bir mendil? İşte bunu hatırlayamadım…

Kutuyu kapattım.Kapatmadan önce fısıldadım seslerden ve sözlerden eksik olmasın diye;

Bağışlama

Aşk

Kahkaha

Cesaret

Kayıp

Sabır

Minnet

Coşku

Müzik

Hayat….

Sevgiler

Kitap tanımı şahaneymiş 🙂

Benim de anı kutum var… İçine sizin koyduğunuz duyguları anımsatan eşyaları koyuyorum. Çeşitli yerlere ait biletler, bir dondurma kapağı, bir minik siyah ip, toka, bir bileklik, bir peçete, bir kağıt parçası… Minik minik koca anı kutuları aslında onlar:)

ANI KUTULARI ve HATIRLAMAK YETİSİ

I. Anı Kutusu: İçinde ilkokul, ortaokul, lise defterlerim dolu. Adını hatırlayıp yüzünü unuttuğum arkadaşlarıma yazdığım notlar, onların bana yazdıkları… Benden başka okuyan kimseye bir şey vermeyeceğini bildiğim günlüğe öykünen küçük defterler… 90'larda çekilmiş çirkin profil fotoğraflarım var bir de. Kutunun orada olduğunu, içindekileri ezbere bilirim; ama bakmam. Geçmişin gerçekten de çok uzakta olduğu bilgisi incitir beni.
II. Anı Kutusu: Posterler, biletler,gazete kupürleri. Daha çok "boş yaşamadım"ı kanıtlamak için seçilmiş egosantrik savunma verileri. Benden sonraki işsiz güçsüz birine eğlence çıksın diye arada bir içine bir "şey" atıyorum. Başına oturup karıştırdığım olmuyor. Geçip giden müzik sesleri, ruhsal çaklantılarla hemdem olduğum oyunlar, baka baka içinde yok olduğum resimlerin sergileri; fazlasıyla sarsıcı… Günlük yaşam sarsılmaları kaldırmıyor. Bu anı kutusu kalsın yine rafta.
III. Anı Kutusu: Mektuplar. Postalanmışlar çok eski tarihli, 90'lar ; postalanmamış da bir kitabın arasına, çantama, armağan paketinin üzerine, yurt odasındaki yastığımın altına,arabanın ön camına, kabanımın cebime sıkıştırılmış küçük notlar, mektuplar. Anıya benzeyen sanırım en çok bunlar. Onları karıştırıyorum ara sıra. Küstüğümde yeniden barışmam için kendimle, ben iyi biriydim demek için. Bu, işlevsel bir anı kutusu.
IV. Anı Kutusu: Belleğimde ansızın beliren bir kutu. Hiç hesapta yokken hatırlanan bir gülüş; çekmeceyi karıştırırken bulunan bir rozet, yaka kartı… Durduk yere olmadık biçimde ortaya çıkan anıların yerleştirildiği soyut, "hikaye"den bir kutu… Hayır belki de anıya en çok benzeyen bunlar. Yersiz yurtsuzlar, tarifsizler ama fazlasıyla derindeler.
Anı Kutularına Son Söz:
*Rüya Körü'nde Stefanos der ki "İnsanın tek Tanrısal yanı hatırlamaktır."
*Madem geleceği göremiyoruz, "şimdi" ise tutamayacağımız kadar uçucu, hatırlamak yetimizi beslemeliyiz ki tutunabilelim yaşama…

Benim bir kutum yok ama kitaplarımın aralarında biriktirdiğim şeyler var; Kitap aralarında saçlar, sigaralar, fotoğraf ayraçlarım, sinema, tiyatro, konser biletleri, kurutulmuş balıklar, kelebekler, böcekler, kuru kuru yapraklar, küçük küçük notlar, cümle başı ve sonu işaretli konuşmalar, otobüs biletleri, tutunamayan piyango biletleri, kâğıt mendillerde rujlu haritalar, pullar, mektuplar, anlık esinler, sessizlik, nerede kaldığımı, neden ilerleyemediğimi, neden çok az ilerleyebildiğimi hatırlatan satırlar, sanatçılardan imzalar; tümü beyaz haliyle Suavi'nin bana gülümsediği cümleler… Tükenme! Olur. Deneyeceğim.

Benim anı kutusundan ziyade bir anı sandığım var. Ankara'da. Orada bıraktım yedi yaşından beri sakladığım her şeyi. Evet onlar elle tutulabilir şeyler.İlk aldığım şeyse sekiz dokuz tane bilezik. İnce bileklerime rağmen bin bir mızmızlıkla teyzemden istediğim, ailenin en hikayesi bol, en cadı yiğenine daha fazla dayanamayıp verdiği ve hâlâ da büyük gelen gümüşten bir çocukluk özeti. Küçük bir çocukken, merdivenlerin hemen bitimindeki o beton bölmede, okul çıkışlarında canhıraş oynamak için gittiğim evin hemen altından ilk defa döne dolaşa seçtiğim, sonraları gittiğimiz her ilçeden ve her ilden toplayıp bugüne kadar taşıdığım; o küçük ellerin küçük "beş taş" taşları… Orta okul sıralarında öğretmen korkusundan çıt çıkaramayıp her şeyi yazarak anlaştığımız zamanlardan kalma sıra arkadaşımın bana verdiği, arada benimkilerin de yeniden bana geldiği "fısıltı notları"… Kimsenin okumadığı ilk şiir denemelerim, el işi kâğıtlarından yapılmış origami çalışmalarım ve daha aklıma gelmeyen neler neler… O sandık Ankara'daki evin bodrumunda duruyor. Kocaman. Hepsi yedi-yirmi dört yaş arasını kaplıyor. En son içine atmaya kıyamadığım iktisat ders notlarımı koymuştum. Yazılarına özen gösteren düzenli not tutan biriydim. Yazmadan hiç çalışamadım ben.Anılar kuşbakışı görüntüsüdür düşlerin. Bir gün zamanı gelir büyürsün, hatta yaşlanmaya başlamışsındır bile, işte o zaman geçmişin kendini sakladığı o zindan daha bir hızlı yürür bulunduğun yere, odana, kalemine, düşüncelerine… Dağınıktırlar. Ne kadar toparlamaya çalışsan da görüntüler öylesine hızla gelip geçer ki hangi duygunun içerisinde tutsak olduğumuzu, çoğu zaman anlamak kolay değildir. Hayal kırıklıkları, yaşanan aşkların bağbozumları, yalnızlığın ilk defa bireysel tarihinde kazandığı anlam, mutluluklar, sevinçler… Senin yazdığın kutuna sadece "düşlerimi" ekleyebilirim. O kelimelerin hepsini yıllardır yazılarımda, yaşantımda tutuyorum. Bazen fısıldamak bazen avazım çıktığınca bağırarak. Şimdi dahi yazarken onca şeyi erteleyip bir süre düşündüm de… Düşündüm de yazamıyorum. İçimde bir kapı, hep aynı sesi duyuyor. İlk tık sesindeki görüntüler aklımdan çıkmıyor.

Mutluluk: Kalp atışlarıdır harflerin hangi kelimeye bağlanacağını bilmeden coşku içinde kalemin ucunda pıt pıt atan…
Kalem: Düşlerimin o cızırtılı sesiyle akıp gitmesini sağlayıp içimdeki okyanusları birbirine katan…
Sevgi: Bilinmeyen öyküsüyle gelip koca bir ormanın ağacı olmak…
Kitap: Boyumdan büyük bir kütüphanenin uzanmak için zıplayıp zıplayıp da başıma düşürdüğüm kimi zaman canımı yaksa da beni hiç mi hiç bırakmayacak olan bir büyü…
Çocuk: Hep taşan hep taşan ve dizlerimizde onurlu bir iz gibi taşıdığımız yaramazlığımız…
Oyun: Pantolana girmekten kaçıp külotla koltuklar üzerinde yürümenin zevki…
Müzik: Girişini öğrendiğim ama çıkışını bir türlü bulmadığım, bulmayı da istemediğim bir tek bana ait kelimelerle yürüdüğüm labirent…
Şehir: Ankara'da başlayan hayallerin İstanbul'da bir gün sonlanacağının ve bir zamanın bütün yollarını yazılarla taşırdığım yol çizgileri…
Yol: Hep bilinmeyen…

Saklıyorum her şeyi. Anılar biraz da ömür törpüsü değil midir kulağımızda çınlamasını hiç sonlandırmayan?

Hiç böyle bir anı kutum olmadı. Almaya üşenmedim aslında, üstelik almak ve oluşturmak aklıma gelmişti. Bilmiyorum işte, yapmadım, ve bunun hiçbir sebebi yok.

Ama olsaydı şayet, içine ilk koyacağım 'o' olurdu. Hayatıma sinsi sinsi giren, girip de her şeyi değiştiren, bütün kişilik gelişimimi olumlu yönde etkileyen ve bazen dünyadaki her şeyden çok sevdiğim 'onu' koyardım anı kutuma. Ve her baktığımda "belki de" derdim.
"Belki de bir gün buluşuruz yine bir yerlerde…"

Çocukluğum var benimkinde..tekmili birden hem de..ne vakit sıkılsam;kutumdan çocukluğumu çıkarır koklarım;sulanmış bahçe kokar,ıhlamur kokar,duraktan geçmiş otobüs eksosu kokar,meşin top kokar,biçilmiş çimen kokar,kokar da kokar eski günlerim.Ankara sinemasında kızlarla bakışma kokar,Hababam Sınıfı kokar,patlamış mısır ve alaska kokar…arkadaş Patrick Suskind gibi adammışsın dediğinizi duyar gibiyim,kısa kesiyorum;''buralar varya hep dutluktu'' kokar benim çocukluğum.

Benimde bir anı kutum var içinde yollanmamış mektuplar,kazandığım ve kaybettiğim insanların bıraktığı dokunuşlar var.İçinde geçmişimin ve hayallerimin kavruluşu var.Bir şiir defteri; içinde kılıktan kılığa girmiş bir kız çocuğu var.İnatçı,umutlu kimi zaman şiddetli dalgalarla sarsılmış kadar şaşkın, kimi zaman meltemle okşanmış kadar uysal bir çocuk var.Ben anılarımı her açışımda bir kere daha eskiyorum ve gülümsüyorum.Çünkü o kutuyu kalbimde sakladığımı biliyorum.

Ankara'nın dudaklarının yaşı büyütülüp, İstanbul'un dudaklarına asılmalı. Aşk, aklımıza atılmış bir klitoris darbesi olarak anılmalı.
Deniz…
Denizi adlandırmak onu ayırmaya yetmez ki. Deniz bir tanedir, ve tektir, onu adlandırarak çoğaltan insanlardır. İnsan insan olmadığı zaman,yalnız olur.

sevgili kardeşim ,benim anı kutumda sana da hiç yabancı gelmeyecek kokular tatlar sesler var..Mahkeme fırınının sıcacık iftariyeliklerinin,tuzlu çubuklarının ve babaannemin pişmesi için fırına gönderdiği böreklerin kokusu,ticaret lisesi ve erkek lisesinin bahçesinde tepesine tırmandığımız ağaçların içindeki kuşların cıvıltıları,gecelerimizi şenlendiren bozacı çığlıkları ve bir bardak üstü tarçın ve leblebi dolu bozayı içtikten sonra bardağın içinde kalanları parmaklarımla temizlemenin zevki…anımsadın mı tüm bunları Yekta'cım..

anı kutum var benim de… hep oldu… eskidekiler elle tutulur, koklanır,kalemle yazılır materyallerdi.şimdiki ise bir blog…sizin yazdığınız kelimelere sadece "fotoğraf" ekliyorum.
fotoğraf: zaman deposu…fotoğraf balosu…

anılar, yorumlamalar, ece ayhan alıntısı ve her şey güzeldi de, yazarın kalemine şehir değil kent yakışır. keşke "kent" diye yazsaydınız.

benimde aynı öyle bir kutum var.içinde neler mi var?gittiğimiz bir yerin (tabii eğer çok hoş vakit geçirmişsek) ıslak mendili bile saklıdır onun yanında sevinçten ağladığımda gözyaşlarımı sildiğim peçetem bile var iyiki böyle şeyleri saklamışım bunlar gerçek kanıt belki bir fotoğraftan bile daha kıymetli…o kutuyu çocuklarımın yanında açacağım günü heycanla bekliyorum

Tanpınar ne demiş: "Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner." Demek ki bize ait, değerli anıların izlerini saklayan eşyaları saklamak önemli. Benim de bir kutum var uzun yıllardır. Yazıyı okuyunca baktım bir kez daha ne var içinde diye. İşte bazıları:
Muhtelif tiyatro, sinema ve konser biletleri, çocukken söylediğim birkaç şarkıyı kayıt ettiğim bir kaset, babamın ölmeden kısa bir süre önce bana verdiği son para, Öss sonuç belgesi …
Bu kutuda uzun yıllar durduktan sonra artık bir anlamı kalmadığı için atılan şeyler de oldu tabii ki. Evet eşyaya siniyor anılar ama o anıların bir değeri kalmayınca eşyalar da onlar gibi değersizleşiyor işte.

Mektuplar! Bir de, ya doğru cümle ya da doğru kişi bulunamadığından, -biri olduğunda diğeri olmadığından- arkası yazılmamış kartpostallar!

anı kutum , önceki hayatında bir çift iskarpinin yuvasıydı aslında.içine anneannemin vitrininden çaldığım, büyük amcam orhanın düğününde kullanılan limonata bardaklarından yalnızca bir tanesini, bir gün batımı esnasında ,ilk aşka içinde şarap ile sunulan kristal kadehi ve dedemin, ben köye her gidişimde,cebinden çıkartıp elime sürdüğü hacı misini koydum…sizce anıların kokusu olur mu?

bir anım kutum var evet; kalabalık, annemin deyişiyle "çöp yığını"yla dolu bir oda. bi' dolu kutum da var zaten..yazdıklarım,bitmiş eski kalemler,neden sakladığımı bile hatırlamadığım her bulduğumda aynı hissettiren tarih düşülmüş kırpık kağıt parçaları.. tanıdık el yazılarından dökülmüş hitabetsiz notlar, gönderemediğim mektuplarım, arkalarına güne dair ufak notlar alınmış sinema biletlerim..koca bir kutu dolusu taş, gittiğim sahillerden toplayıp getirdiğim, ıslandıklarında sihirli renklerini ortaya döküveren..oyuncaklarımın çoğu hala durur, büyüklü küçüklü, hepsi sevmek için sebep aramadıklarımdan hediye..an an fotoğraf kareleri, bir raf dolusu annemden bana geçen eski küçük içki şişeleri, kimisinde eski tanıdık sesleri doldurduğum kasetlerim.. "saklamak" anneanneden dededen anneden babadan kalma bir anı zaten başlıbaşına benim için. bana kutular pek yetmedi anlayacağınız, ben zaten "anı kutu"m içinde yaşıyorum çok zamandır.. =)

anı kutum hafızamdır..anıları yaşadıgım kşileri nesneleri mekanları çevremden uzaklaştırmayıp, yozlaştırmayarak canlı tutarım onları gördüğüm her defasında olanları hatırlayarak.. anı kutumu böyle açarım ..sanırım yeni anılara yol alma istegini sevdiklerine aşılamak anı kutunu doldurmanın en iyi yolu..

Benim bir yıldır konuşmadığım bir anı kutum var ve bugün onun doğum günü. Hiç bir günce, hiç bir sırdaş, kendi kendime konuşup dertleştiğim hiç bir gece onun kadar beni tanıyamadı. Onun kadar ruhumu okuyamadı ve dokunduğum hiç birşey bana onun kadar yakın olmadı. Biz büyüyüp hayatlarımız küçülürken, neşemiz ve heyecanlarımız yerlerini teselli ve çırpınışlara bırakırken hayat ona yeni yaşında kendi gibi bitmek tükenmek bilmeyen enerjiler getirsin…

fatma
kutum yok ama defterim var öyle günlük gibi değil sadece önemli gördüğüm notları tuttuğum.hatırlamak stemediklerimi yazmıyorum sonra dönüp defterimi okuyorum evet bunları yaşamışım diyorum sanki başka hiç bişey yaşamış gibi.15 yaşımdan beri aldığım bütün hediyeleri kırılsada bozulsada saklamak gibi bir huyum var ne yazıkki en büyük anılarım onlar.

Anı kutumu yokladığım da o kadar çok anı var ki.Ama en güzeli bir dil oğrenmek için Beyazrusya ya gitmekti. çok heyecanlıydım. Uçak bileti vize falan her şey hazırdı artık gidiyordum. uçağa bindim Adana istanbul daha sonra İstanbul minsk…
Minsk hava alanına indim. bu arada kış ayıydı hava alanın nın kapısını yavaşça bir açtım dışarıdan öyle bir soğuk geliyordu ki biran ürperdim içim dondu. çünkü adana dan geliyorum soğuk nedir fazla bilmem. Minsk'te etraf bembeyazdı herşey o kadar güzeldi ki 1 sene o güzel şehir de yaşamak bana çok iyi gelmişti.

Dökülmüş sarı saçlar, üç tane kan tüpü, tiyatro ve konser biletleri, oyuncak Kadıköy-Pendik dolmuşu ve bir kepçe aracı, arabalı bir baksır, fotoğraflar, tırnak içerisindeki cümleler, gülüşmeler.

Hic olmadi ve galiba da hic olmayacak oyle bir ani kutum cunku kokulari saklamak isterdim yanlizca.
http://ruzgarinfisildadiklari.blogspot.com/

var olmaz mı sadece ona bakınca mutlu oluyorum,doğru şeylere gözyaşı döküyorum.

christopher nolan'ın following diye bir filmi vardı. Orda kutusu olan adam, anı hırsızı, şöyle diyordu: "Herkesin bir kutusu vardır."

Filmi VCD'den izlemiştim, o zamanlar Nolan kimdir bilmeden pek sevmiştim. Sonra bir arkadaşıma verdim o CD'yi, geri gelmedi.

Pek yaşlı sayılmam ama ne kitaplar ne VCDler ne DVDler verdim insanlarageri gelmediler. Ne yönetmenler sevdim zaten yoktular.

Leave a comment