“Merhaba, ben Johnny Cash!”

Etkisi nesiller boyu süren müzisyenlerden Johnny Cash‘in kişisel hikayesinin dinamikleri sonucunda kendisini iyice dine verdiği bir dönemi var. Aynı noktada, böylesi bir dine dönüşün, keskin bir Hıristiyanlığın izlerini Bob Dylan, Leonard Cohen, Joan Baez’de de görürüz. Şarkı sözlerinde iyice içe kapandıkları, coğrafyadan ve sınıf sorunlarından, ruhsal dünyaya ve ölümle yaşam arasındaki sınıra yoğunlaştıkları dönemler.

Cash için bu dönemin köklerine gidildiğinde, 1944 yılında kardeşi Jack’in odun keserken testereye kapılıp hayatını kaybetmesi olayıyla karşılaşıyoruz. Üstelik sonraki yıllarda Johnny, kardeşinin onun yapması gereken işleri yaparken geçirdiği; bu kazadan dolayı hissettiği suçluluk duygusunu dile getiriyor. Bir diğer nokta ise, 1950’lerin yani müzikal yükseliş döneminin tam ortasında, ilk olarak kemancı Gordon Terry’den aldığı Benzedrine ve Dexedrine ilaçlarına yani genel adıyla Amfetamin’lere olan bağımlılığı. Bu bağımlılık 1960’lara gelindiğinde geri dönüşü olmayan hasarlara ve çok sayıda tutuklanmayla sonuçlanacak olaya yol açıyor.

 
Reinhard Kleist’in, Fidel Castro hakkındaki çizgi romanını merak etmemek elde değil…

Alman çizer Reinhard Kleist 2009 yılında yayımlattığı Cash biyografisini çizmeye başladığında, şarkılardan olduğu kadar, bu çöküş sürecinden de etkileniyor. Yönetmen James Mangold benzer bir bakış açısını 2005 tarihli ve Oscarlı filmi “Walk The Line”da göstermişti. Cash ve June Carter‘ın bilgisi dahilinde ilerleyen senaryo, Cash’in anlattıklarından çok yaşamının virajlarına odaklanmıştı. Ne de olsa izleyici, esere değil, eserin üretiminde yaşananlara, özellikle de çöküşlere ve aşklara daha çok ilgi duyar.

Bunda bir sakınca yok ama bir yandan da Johnny Cash’in, Amerikan orta sınıfı, tarım işçileri, yoksullar, işsizler, sömürülenler, suçun eşiğinde yaşayanlar, suçlular, hapistekiler üstüne yazdıklarına odaklanmak gerekiyor. Açıkçası Klesit’in çizgi romanı, bu noktada Mangold’un filminden bir adım önde duruyor. Bir not: Çizgi romanın girişindeki Hilmi Tezgör‘ün güzel metninden öğrendiğimize göre, Kleist filmden önce kitabını çizip bitirmiş durumdaymış.

Çizgi romanın bir başka başarısı, hikayesinin Folsom Hapishanesi mahkumlarından Glen Sherley’in bakış açısından yansımaya başlaması. Bir çeşit üst anlatıcının varlığı, okurun taraf tutmasına engel oluyor ve daha nesnel bir değerlendirme yapmasına izin veriyor. Konuşma balonlarının ve diyalogların yoğunluğundan çıkıp, grafik anlatıma yönelinilen sayfalarda, okurun duygusal yoğunluğunun arttığını düşünüyorum.

Cash hakkında söylenecek çok söz var. Bitmek bilmeyen bir vicdan azabının etkileri, June Carter’la olan aşkı ve evliliği, country’den rock’a ve hatta grunge’a etkileri, Sun Records döneminin parıltılı rock yıldızlarınaın aksine kaba ve ikonik duruşu, başarıları, başarısızlıkları…

Çoğu değerlendirmede tüm zamanların en önemli konser albümlerinden biri olarak görülen 1968 tarihli “Johnny Cash at Folsom Prison” konser albümünü dinliyorum. Karanlığın müziğini, karanlığın kalbine götürmek fikri bile yeterince etkileyici. Elimdeki çizgi romanda bu konserin olduğu bölüm de vurucu.

Flaneur Yayınevi tarafından Bilge F.İnandı‘nın çevirisiyle çıkan “Cash – I see a darkness / Her Yer Karanlık” çizgi romanını müzikseverlere özellikle önermek isterim.

Cash üstüne notları bir şarkıyla noktlamak gerekir diye düşündüm. Bütün konserlerinde izleyicisini “Merhaba, ben Johnny Cash,” diye selamlayıp yola koyulan üstada, biz de buradan bir selam çakalım. Rick Rubin‘in prodüktörlüğünde yeniden doğduğu “American Recordings” serisinin dördüncüsünde yorumladığı Nine Inch Nails şarkısı “Hurt” ile yola devam…

 

Comments (1)

Sıkı bir Country dinleyicisi, Siyah Giyen karanlık hislerinin şarkıcısının hayranı olarak ilgiyle okudum yazdığınızı, tebrik ederim.

Bunca erişilebilir bilgi arasında bu grafik romanı görmemek modern zamanların bir kusuru olsa gerek.

Sizin eserlerinizin de takipçisiyiz, dilerim sizin de grafik romanınız çizilsin bir gün.

Leave a comment