Nasıl oluyor da plaza kadınları…

radikal.com.tr’de 6 Ağustos 2014’te güncellenen yazı
Yoga Academy’de yaşananlar hem basında hem de sosyal medyada
çok konuşuldu.
Spotlar daha çok akademinin gurusu olan kişinin cinsel
maceralarını, taciz hikayelerini, hipnozları, enerji aktarımlarını aydınlattı.
Özellikle Hürriyet’ten Zeynep Miraç’ın ve Ayşe Arman’ın meselede adı geçen
kadınlarla yaptığı röportajlar çoğu kişinin ağzını açık bıraktı.
Herkesin aklındaki soru şuydu: “Varlıklı, kültürlü
ailelerden gelen, okumuş, iyi üniversiteler bitirmiş, hatta doktora yapmış,
büyük şirketlerde üst düzey yönetici olarak çalışan, ekonomik durumu gayet iyi
olan bu kadınlar, bu plaza kadınları, nasıl olur da böyle bir hikayenin öznesi
olurlar?”
Olay yargıda. Süreç işliyor. Her zaman olduğu gibi, bu
konuda da adaletin aksamadan işleyeceğine inanalım.
Ama şu herkesin aklındaki soruya da bir çengel atmakta fayda
var. Günümüzde genel bir tanımlamayla ‘plaza insanları’ ya da ‘beyaz yakalılar’
denen, homojen olmadığını bildiğimiz ama ortak kodlarını da ezberlemeye
başladığımız kitleye bir bakalım. Gerçekten de bu plaza insanları ve özellikle
plaza kadınları, nasıl oluyor da böylesi hikayelerin öznesi oluyorlar?
Bu soru bir süredir Türkiye’de de sanatın ve edebiyatın ilgi
alanında.

Hakan Bıçakcı son romanı “Doğa Tarihi” ile konuya net bir
giriş yaptı. Roman çok okundu, konuşuldu. Bıçakcı bu romanında bizi 35 yaşında
bir plaza çalışanı, bir AVM-sever olan Doğa ile tanıştırdı. Bir röportajında
kendi kahramanı ile ilgili duygularını şöyle dile getiriyor yazar: Karmaşık duygular içindeyim; üzülmekle sinirlenmek arasında gidip
geliyorum galiba. Sahip olduğu imkanlara rağmen kendini baskılardan
koruyamadığı için kızıyorum. Ama neden böyle yaptığını da anlayabiliyorum.
Adına yaşam denen o koskoca boşluğun içinde öylece salındığı gerçeğiyle
yüzleşmemek için böyle yapıyor. Bunu düşününce sinirim üzüntüye dönüyor.”
Hakan Bıçakcı’nın roman karakteriyle dürüst yüzleşmesi
önemli. Bu yorum, aslında çoğumuzun bakış açısının dillendirildiği bir yorum.
“Doğa Tarihi”nin kahramanı Doğa’dan sonra, şimdi de yeni bir
plaza kadınına merhaba dedi Türkçe edebiyat: Melodi İnanoğlu. Yapı Kredi
Yayınları’ndan kısa süre önce çıkan romanı “Size Müthiş Bir Yemek Hazırladım”da
Melida Tüzünoğlu –kendi adıyla da bir oyun oynayarak- özel bir karakter
kurgulamış. Melodi, tümüyle içeriden olan ama dışarıdan bir bakışla bütün bu
durumu tartışabilen bir karakter.
Melida Tüzünoğlu, romanında bir akşam yemeğine götürüyor
okurlarını. Karakteri Melodi’nin zihninde ve dilinde sahteliğin, yıkıcı bir
gerçekliğe dönüştüğü bir akşam yemeği. Kısa bir zaman diliminin, roman
sanatının yetenekleriyle genişlediği, akıcı ve vurucu bir anlatı. Tüzünoğlu,
önceki kitaplarında olduğu gibi, post-modern bir yapı kuruyor ve plaza
kadınlarına özgü dili, sert bir bilinç akışının içine hapsediyor. Üstelik bunu
yaparken, gerilimi yüksek, heyecanı bol bir geceyle buluşturuyor bizi. Ama
Hakan Bıçakçı’nın Doğa’ya gösterdiği anlayışı, göstermiyor Melodi’ye. Daha
öfkeli. Daha kırıcı. Melodi’nin bütün çaresizliklerinde ya da zihninin patinaj
yaptığı anlarda bile, mesafesini koruyor. Okurun aklından şu soru bir an olsun
silinmiyor böylece: “Bu insanlar, bu kadınlar nasıl oluyor da böyle bir
hikayenin öznesi oluyorlar?”
Cevap arayan değil, sergileyen bir roman “Size Müthiş Bir
Yemek Hazırladım”
. Yüzleştiren bir roman. Bugünün romanı.
Önce Doğa, ardından Melodi. Türkçe edebiyat, özellikle son
on yılda kimi romanlarda-öykülerde merkeze aldığı konuda, yeni karakterlerle
tanıştırıyor bizi. Bu sırada, gazetelerde şu son Yoga Academy meselesinde
olduğu gibi tuhaf olaylar okumaya devam ediyoruz. Kimi zaman hayat edebiyatı,
kimi zaman edebiyat hayatı takip ediyor.

Her zaman olduğu gibi.

Leave a comment