Evde oturuyoruz. Bir sürü “ayrı” insan. Sıkıntılı insanlar, çizgi film seven insanlar, kapuska yapmaktan hoşlanan insanlar, kapuska yemekten hoşlanan insanlar… Evin parçalarıyız. Eşyalar var. Masa, sandalyeler, kahve makinesi, bilgisayar, fincan, bisiklet, zaman yolculuğuna karışmış bir köpeğin oyuncakları… Evin parçaları. Biz onları tamamlıyoruz. Görsel bütünlük. İçte yaşanan parçalanmışlık. Biz parçayız. Zaten bir anlamda paramparçayız. Ama sinirlenirsek parçalarız. Merak etmeyin sakiniz.
Bir hayaldi. Ama artık hayalimize dokunabileceğimiz mesafedeyiz. Şaşkınız. Belki de o yüzden biraz parçalanmış durumdayız. Herkes bir yana koşturuyor. Herkes kendi içinde daha çok parçaya bölünüyor. O parçalarda doğru olanlarla yanlış olanlar yer değiştiriyor. İlişkilerde roller değişiyor. Rolleri kimin yazdığını bilemiyoruz. Yazarla eser yer değiştiriyor. Her şey bir bütünün parçası olmaya çalışıyor. Bütünün tekrar parçalanabileceğini kimse düşünmüyor.
Sokaklar, sokaklardaki köpekler, yirmi dört saat açık işkembeciler, tinerciler, son model arabaların petrol mamulü lastikleri… Hepsi bu kentin parçaları. Hepsi kendi bütünlerinden yola çıkarak bir kent oluşturuyor. Kendi bütünleri toplumun normlarıyla tekrar parçalara ayrılıyor. Parça/bütün sorunu çözülemiyor. Bunun bir sorun olduğunu iddia ettiğim şu anda ben de kendi içimdeki parçalanmışlığın tuzağına düşüyorum. Belki de bu şehir beni asla eskisi gibi kabullenmeyecek. “Bütünün parçası” olmamaya çalıştıkça ait olduğum bütünü parçalamaya çalıştığımı kim yadsıyabilir? Peki beni dışına tükürürse ben yine eski bütünüme kavuşabilecek miyim?
Peki bu cümle kaç parçanın bütünlenmesinden oluşuyor?
Parça/bütün arasındaki ilişki gerçek/görüntü arasındaki ilişki gibi görülebilir mi? Gerçek görüntülerin bütünlenmesinden mi oluşuyor? Bir insanın gölgesi her an yanında ve kendi gerçeği içindedir. Peki bu durumda gölge gerçek midir yoksa sadece bir görüntü mü? Parça bütün ilişkisinde de bütünü oluşturan parçanın tek başına ne kadar “bütün” olduğunu düşünmek gerekmez mi?
Kafa karıştırmak amacıyla sormuyorum bu soruları. Amacım bu belleksiz toplumda sık sık rastlanan polemiklere ya da post-modernizm kılıfı altında kelime oyunlarına sığınmak da değil. Çözemiyorum ve soruyorum.
Bütünü oluşturan parçalar tekrar parçalandıklarında bütünden özümsediklerini unutamazlar kanımca. Hiç bir parça bütünü oluşturmadan önceki “parça” değildir. Bunun mutlaka felsefede, fizikte, matematikte akılcı çözümleri vardır. İnsanlar artık bu konuda kafa yormuyorlardır eminim. Ama ben belki de yeni yeni parçalanıyorum!
Parçalar inanılmaz bir özveriyle bütüne yürüyor. Peki o bütün tekrar parçalandığında geriye ne kalacak? Bu ev aynı olacak mı? Kapuskanın lezzeti değişecek mi? Çizgi filmler aynı keyfi verecek mi?
Paramparçayım…
Yazılarınızı büyük bir zevkle okuyorum ve hani derler ya farkındalığı sağlayan bazı kilit noktalar vardır hayatta,bazı cümleler…İşte ben de bunlara sizin sayenizde ulaşıyorum.Düşünmeye bile vakit ayırmadığım şeyler üzerine kafa patlatıyorum artık ve bu yazı da onlardan biri olmuş.
Galaktik bakışa götüren bir yol sanki bu yazı. Nedense üşüyüverdim okuyunca.
Harika.
Kendi bütününün hangi parçalardan olustugunu bilmeyen insanlar, evrenin bütününün parçası olmaya devam ediyor. O zaman dünya ne kadar mükemmel, ne kadar tamam?
I know the pieces fit 'cause I watched them fall away… Tool
paramparçayım
çok güzel…
Bir psikolog olarak bana Gestalt'i hatırlattınız..Yazınızı çok beğendim..
Meandshadows dedi ki;
Bir bütünün parçası mı olmaya çalışıyoruz yoksa zorunlu parçası olduğumuz her bir bütünden kopmaya mı çalışıyoruz? Kendi benliğimizi, sona kalacak ve bizi temsil edecek, bütünden kopmuş o en küçük, en ''BEN'' parçasına mı bölünüyoruz? Bölündükçe bütünden kopuyor muyuz yoksa her ''tek tek bütün'' parçamız, o en bölünemez, en küçük ''Matruşka'' parçasına ulaşamamanın sonsuz parçalanışına mı ayrılıyor?
Gölgeler; parçalanmayan ama kırılgan, var olmayan ama aydınlıkta yok olabilen, binlerce parçayı bütünleyen gölgeler…
Bir yapboz değildir kalp, kırılınca tamiri olmaz diyenlere kanmamayı öğretirken hayat,
Bütün parçalarım bütünlemeye kaldığında özünüzden özür dilemeyi kesin artık, derim ben de ona inat…
"bana nasıl oluyor da okumaya zaman ayırabiliyorsun diye soruyorlar, ben de soruyorum, asıl siz nasıl ayıramıyorsunuz; okumak benim için bir yaşam biçimi" diyen üstadım, zaman bağışı gönüllüsü olur da okursunuz belki diye;
http://www.erdostyuksel.blogspot.com/2012/02/ozunuzden-ozur-dilemeyi-kesin-artk.html
Puromu tüttürürken yazınızı büyük bir heves ile okudum. Lakin bir erkeğin ne zaman böyle karmaşalardan bahsedebileceğini biliyorum. İtiraf edin özel hayatınızda, ilişkilerinizle ilgili bir problem mi yaşadınız ? Ayrıca çizgifilmlerin eski çizgifilmler olmadığı bir gerçek, artık üç boyutlular o çizgifilmsi havayı vermiyor. Kapuskaların eski tadını vermeyeceği günü beklemenize gerek yok, zaten vermiyorlar. Çünkü lahanalar o eski lahanalar değil.
Yazının başlığını bile görmeden resme odaklandım;ben resimde insanlar değil atomlar gördüm önce.
Herşeyi oluşturan ve tek gerçek öz.
Atomlar yeni formlar oluşturuken bazen fedakarlıkta bulunurlar;bu etkileşim (yeni form) için şarttır .Ama ilginç ki bütünlükleri bozulmaz.Kimisi daha çok fedekarlıkta bulunur.Fedakarlık değil bu özlerinden katmaktır.Kimisi daha fazla özünden katar.Ama ayrıldıklarında başlangıçta da asıl olan kalır;kendi varlıklarının bütünlükleri.
Ayrıldıklarında yeni formlar oluşturabilirler yeni etkişimler kurabilirler.
Yazı gerçek sandığımız dünya ile parçacıklar dünyası arasında geçiş yapıyor.
Bu parçalanmışlığın sorunsalını aynı anda iki dünyayı kıyaslayarak çözmeye çalışmak zor değil kafa karıştırıcı sadece.
Aslında isyanımız bütüne değil etkileşimi sağlayan sisteme…
Korkumuz etkileşimsiz kalmak mı?
Yoksa bu sistemin bir özü olarak bütünlüğümüzü kavrayamamız mı ?
Bütünden yola çıkarak oluşmaz hiçbirşey her zaman bir öze ihtiyacı vardır.Öz olmadan form hiçbirşeydir.'Bütün'ü var eden tek gerçek özdür.Bunu 'form'dan ayrılması ya da 'forma' katılması değiştirmez.
Aslında parça olarak ifade ettiğiniz şey hep aynı,değişen sadece etkileşimler.
Gölge gerçek değildir ama görüntü gerçektir.
Bu arada bannerdaki filler bütüne uyuşamadığından dışarı tükürülüyor.
yekta abıcım benım (: kışın sobanın basında oturup bır yudum sıcak cayından yada kahvesıni yudumlayıp,dısardakı karı yada yağmuru ızleyen huzurlu bır ınsan potresı olur ya.. işte sen ve yazıların benım ıcın oyle…senın varlıgını bılmek,senın yazılarını okumak bana huzur ve guven verıyor..iyi ki sen ve o guven veren sesın varsınız (: saygılar kalemıne saglık…
seker portakılındaki küçük zeze yı hatırlamak gıbısın.
Müthiş! Ve tam da Avril Lavigne'nin "Fall to Pieces" şarkısındaki gibi hissettiğim için aynen alıyorum sözleri…
"And I don't wanna fall to pieces
I just want to sit and stare at you
I don't want to talk about it
And I don't want a conversation
I just want to cry in front of you"
Bütün, bütün bütünsel, bütünden bağımsız,… Bu not defterine yolu düşen hepimiz suyun gücünü en başından kabullenip kendimizi akıntıya bırakabilseydik; bırakabilseydik de şimdi hiçbirimiz kendimizi un ufak ediyor olmasaydık.
Not: – Parçalanmadan ziyade ayrışma.
Ve "yüzümde az önce fil görmüş bir çocuğun" ifadesi var!
Okudum dusundum paylastim…
Paylastiktan bir kac saniye sonra gelen yorumdan sonra "pekte butunluk sikimde degil.once de degildi galiba "bir karar verilmistir ama pekismesi icin ezmek lazim "sen ya da digerileri" ezdi biri…
ne zaman butun oldum olduk ya da butunuz ki parcalanalim,biz hep tek tek toparlanmasi gereken yapbozlariz …
Yazidan buyuk keyf aldim hatta o kadar ki avazim ciktiginca bagirmak ses tellerimi kirmak istiyorum guzelcemen.
God has to break you in order to build you.