M
MİKAİL: Öykümüzün kilometre taşlarından biri olan “Aziz Bey Hadisesi” kitabının, duygusal coğrafyamızın haritasını okul çantalarımıza koyan öyküsüdür “Mikal’in Kalbi Durdu”… Anadol marka otomobili, bıyıkları, kara paltosu, sustalısı, Semiramis’e olan aşkı ve “Keşke onu sevseydin, sevmedin, beni mahvettin,” deyişiyle Mikail, öykümüzün nefes almayı bilen karakterlerinden biri olarak sayfalar boyunca okura “Ah!” çektirir. Onu böylesine gerçek ve yürek parçalayan bir karakter yapan, aşkının büyüklüğü kadar, “öykü anlatıcısı”nın insan olma halini aktarmadaki becerisidir. Sadece giriş paragrafı bile ne çok şey söyler: “Mikail’in kalbi durdu. Soğuk ve yorgun bir hesaplaşma gecesinin sonunda, bakımsızlıktan eksilmiş dişleri bir türlü tamamlanamayan iki küçük çocuğunun ve dudaklarından kahırlı beddualar dökülen karısının hazin bir sessizlik ve fakirlik içinde oturdukları, duvarlarından acı sular sızan evinde; ağladığını değil, yenilmişliğinin acısıyla ağladığını saklamaya çalışırken, ansızın kalbi durdu.”
Meraklısı için not: Öykü Sözlüğü etiketindeki diğer maddeler ve yorumlarla farklı bir sözlüğe ilerliyoruz. Sizlerden gelen yorumlar, etkileyici… Dileyen yorumlara kendi öykü maddelerini yazabilir. Okuduğunuz, sizi etkileyen bir öyküden bir karakter, bir nesne, bir sahne, bir isim, bir replik bu sözlüğün maddesi olabilir…
A
Aşk
Bana “Aşk nedir bilir misin?” diye sordu. Hiç kimse bana böyle bir soru sormamıştı. Ne diyeceğimi bilemedim. “Hayır, bilmiyorum.” dedim. “Dinle o zaman” dedi. ”Sevgili dokunduğunda ılık bir yaz yağmuru yağdığındaki gibi ferahlıyorsa için; dudakları, öptüğünde tadı tanıdık olan ama içtikçe içesin gelen ılık bir su gibiyse; kolları, seni sardığında onun ayrılmaz bir parçası olduğunu hissediyorsan; konuştuğunda sesi, bilinmez diyarlardan sırlar getiren rüzgâr gibi saçlarını okşuyorsa bunun adı aşktır.” diye ekledi.
E
eller: yorulmayan gözlerine inat aynı evin karşısında duran günlerin eriyişinin farkına varmadan, içini bir türlü avutamayan, sonunda bekleyişinin karşılığını alan ama yine umutsuzluğa saplanan bir adamın, ne olursa olsun sevmekten vazgeçemeyişi ve ilk kez çok uzundur beklenene bu kadar yakınken düşündükleri: eller. "yapamam ki! ellerini omuzlarıma sarsmak için koymamış mıydı? neden çekmiyor? alnımda incecik bir ter. gözleri böyle yakın. gök boncuklarım vardı benim. avcuma alır bakardım. böyle gömgök, pırıl pırıl. parmaklarımı oynattım. ellerim katı, kocaman. şimdi ne yapacağım ellerimi?"
yusuf atılgan, tutku'dan..
Mikail, beni Ayfer Tunç'la tanıştıran kahramandır benim sözlüğümde. Yalnızca unutulmaz bir öykü kişisi olduğu için değil, bu yüzden de önemlidir benim için. Öyküsüne de tuhaf bir bağlılık hissederim, 12 yılda (Adam Öykü 1998 Eylül Ekim sayısından bu yana) dönüp dönüp kaç kez okumuşumdur bilmem. Size de teşekkür ederim, onsuz bir öykü sözlüğü eksik kalırdı. (Sahi, Adam Öykü üzerine bir yazı yazsanız iyi olmaz mı?)
P
Pazar Sabahı: Pazar sabahları erkenden kalkardı. Kimse uyanmadan, uzun yemek masasının üzerine odasından kitaplarını, defterlerini ve kalemlerini taşır. Belli bir kurala uyarak, her şey yerli yerinde olacak şekilde dizerdi. Sonra sırtını cama verecek şekilde sandalyeye oturur, bir gözü kapıdan ilk girecek kişinin merakıyla tetikte, ödevlerini yapardı.
O
"O başka onun gibisini daha önce hiç görmedim. Evime girince tüm varlığıyla giriyor, evimden giderken bütün varlığıyla gidiyor, burada kendinden hiçbir şey bırakmıyor."
gezgin, sadık yalsızuçanlar, sf.14