Yazıyla olan ilişkim üstünden günlük hayatımı nasıl düzenlediğim sorulduğunda sadece defterlerden ve kalemlerden söz etmem garip gelebilir. Ama oturduğum yerden, yazdığım an’a bakınca, sahne ışıklarının en çok onları aydınlattığını görüyorum. “Sabahları erken kalkar, hafif bir kahvaltının ardından, günlük gazeteleri okur, yürüyüşe çıkar sonrasında da…” diyemem; yok böyle bir şey. Ya da “Gecenin geç zamana kadar yazar, gün ağarırken…” diyemem; bu da tam anlamıyla doğru olmaz. Yazmanın zamanı yok benim için. (Evet, geceleri tercih ederim ama bu değişmez bir kural değildir.)…
Nabokov
Geçenlerde Sabit Fikir dergisinden bir soru sordular: En sevdiğiniz oyun nedir? Dünya edebiyatının önde gelen isimlerinin oyunbaz hallerinden yola çıkmış, minik bir dosya için soruldu soru. Masabaşı oyunlarından sokak oyunlarına türlü cevap verilebilirdi. Benim en sevdiğim oyun hep kelimelerle, harflerle oldu. Galiba biraz da o yüzden “cevabınız sekiz-dokuz kelimeden oluşsun” kısmına takılıp oynadım oyunumu. Cevabım aşağıda. Pek sevdiğim Nabokov’un satranç oynarken çekilmiş bir fotoğrafıyla birlikte ben de size sorayım: En sevdiğiniz oyun nedir? “En sevdiğiniz oyun nedir?” sorusu yanında bilgilerle…
“Edebiyat Dersleri”, Nabokov’un Wellesley ve Cornell üniversitelerinde verdiği derslerin notlarından oluşuyor Vladimir Nabokov: Bir kez çekim alanına giren okurun, bir daha uzaklaşamayacağına inandığım bir yazar. Hani deyim yerindeyse, kelebek gibi avlıyor sizi. İlk birkaç satırını okuduğunuzda, ne olup bittiğini anlamaya çalışırken, elindeki fileye düşüveriyorsunuz. Artık Nabokov’un geniş koleksiyonunda geçecek ‘kelebek okur’ ömrünüz. Yıllar içinde farklı yayınevlerinden kimi iyi, kimi kötü çıkan çevirileri derleyip toparladığı, özenli yayın hazırlığı, baskılar ve önsözlerle bizlere ulaştırdığı için İletişim Yayınları’na teşekkür ederek başlayalım. “Rus…
İşte Fil Uçuşu’nda kişisel bir not. Kendi tarihime kayıt düşüyorum izninizle. İngilizce’sine cesaret edemediğim/edemeyeceğim için yıllardır Türkçeye çevrilmesini beklediğim Solgun Ateş, üç gündür başucumda. Yavaş yavaş, sindire sindire okumaya/anlamaya çalışıyorum. Kimi zaman tekliyorum, kimi zaman düşecek gibi oluyorum ama çoğunlukla yerden bir karış yukarıdayım. Severim Nabokov‘u. Çok severim. Her yazdığı, bir derstir benim için. Ama bu başkaymış, çok başkaymış. Daha ilk sayfalardan başlayarak nasıl bir heyecan sardı beni, anlatamam. Okuduğum Nabokov’ları yeniden okuma isteğinin doğması da ayrı bir heyecan. Sürdüğü…
Aynı dönemde “Pal Sokağı Çocukları”nı birden fazla kez anmam tuhaf. Öyle oluyor bazen, çocukluk çağırıyor. Gerçi aynı durum “Günlerin Köpüğü” için de geçerli; demek ki gençlik de çağırıyor. Çağırıyorlar çağırmasına da bu yaşımdan bir yere gideceğim yok. Ne düne ne yarına. O an nefes alıp veriyorum, hepsi bu. Gazeteci arkadaşım Elif Tanrıyar sormuştu bir süre önce, “Hayat yolculuğunda yanında olan kitaplardan birkaçını söylesene”, demişti. İki satırlık bilgiler eşliğinde bir liste yolladım, bazı kitaplarda kesişme yaşadığımızı söyledi. “Hangi kitaplar?” demedim. Sizin…
Vladimir Nabokov’un kelebeklere olan tutkusu bilinir. Bu konuda yıllarca kendini eğitmiş ve uzmanlaşmış. Öyle ki, iş Harvard Üniversitesi’ndeki Zooloji Müzesi’nde pul kanatlılar bölümünün küratörlüğünü yapmaya kadar uzamış. Kelebkeler bahsi açılınca Nabokov’un mavisinin ayrı bir anlamı var; üstat 1945 yılında Polyommatus Blues (Çokgözlü Mavi) olarak bilinen bir kelebek türünün evrimi üzerine bir hipotez geliştirmiş ve bu kelebeklerin milyonlarca yıl boyunca Asya’dan Amerika’ya dalgalar halinde geldiğini ileri sürmüş. O zamanlar ciddiye alınmayana bu tez, son on yılda ciddiyetle inceleniyor ve Nabokov’un hakkı…
• Ortaçgil’in yeni albümü demlendikçe lezzet kazanıyor. İlk günlerde “Denize Doğru”ya yoğunlaşmıştım. Bu sabaha “Acıtır” ile uyandım, şu anda bu satırları yazarken “Ayrıntılar” çalıyor. 1969’dan gelen “Niçin” şarkısını dinlerken, geçen ay İzmir’de birlikte olduğumuz Ümit Tunçağ’ın kulaklarını çınlattım. Ümit ve Hülya Tunçağ ile caz konserlerinin önünde-sonunda sohbet etmenin keyfi bambaşkadır. Onların bitmez heyecanları ve tükenmez enerjileri anında sarar insanı. Neredeyse yaşıt olduğum “Niçin”i dinlerken, bu güzel insanların o yıllardaki sohbetlerini kafamda canlandırmaya çalıştım. • İki yeni kitap aynı anda düştü…
• “Anayurt Oteli”nin son bölümünü tekrar tekrar okuyorum. Pazar sabahı bölümünü. Romandaki 28 meselesi üstüne düşünmek hoşuma gidiyor. • Yusuf Atılgan’ın çevirdiği Toplumda Sanat’ı o zamanların “Sanat Olayı” dergisi fasikül fasikül vermişti. Ben de biriktirmiş, sonra da Ankara’da Kolej’in oralarda bir ciltçide ciltletmiştim. Bir süredir evin altını üstüne getirmeme rağmen bulamadım. Aramaya devam etmeli. • Nabokov’un “Saydam Şeyler”i zihnimi açmaya devam ediyor. Gözlemlenebilir nesnelerin değişen dünyasına inanılmaz bir cesaretle, balıklama atlayış. Dün gece bir çekmeceden fırlayan kurşun kalemin tarihine yoğunlaştığı…