Sevin Okyay’ın hayatımda ayrı bir yeri var. Kısa süren radyo programcılığımızda birbirimizin suç ortağı olduğumuz günlerle sınırlı değil ilişkimiz. Tanıyan herkes gibi ben de onun ışığına uçanlardanım. Çeviri Derneği’nin Onur Ödülü benim canım ortağıma verilmiş. Aldığı ödüllere şaşıracak değilim, almadığı ödüllere üzülürüm ancak. Bu vesileyle Ebru Çapa’nın yazısını (yazının bir kısmını) ziyaret edeyim dedim. Fil Uçuşu’nda Ebru Çapa cümleleri görmek de ayrı bir güzellik. Kaleminin ve zihninin hastası olduğum iki insan, bu sayede bir yazıda buluşacak. İşte fotoğraflar eşliğinde, Ebru…
Sevin Okyay
Dağ tatili mi, deniz tatili mi? Canon mu, Nikon mu? PC mi, Mac mi? Rakı mı, şarap mı? Makarna mı, pilav mı? Bu ‘karşılaştırmalar listesi’ uzar gider. Akla hayale gelmeyecek şeylerin taraftarları saatlerce kapışabilir bu konularda. Ama bir konu var ki, onun tartışması asla bitmez ve bir başladı mı saatler sürebilir: Kedi mi, köpek mi? Hiç şüphesiz bu tartışmaların en bilineni, en eskisi. Taraftarlarının birbirlerine en sert cümlelerle girişmekten çekinmediği bir kavga alanı. Bütün tartışmalarda olduğu gibi bunda da sonuç…
Kim’e teşekkürlerimle… Kimberly Peirce adını ilk olarak o can acıtan film “Boys Don’t Cry” ile duymuştum. Hillary Swank’ın çoğu sahnedeki yüz ifadesi hala gözümün önünden gitmez. Yıllar sonra Peirce adını bu kez Carrie’nin yeniden çevirimi gündeme geldiğinde duyduk. Hem Stephen King imzalı romanı hem de Brian De Palma imzalı ilk filmi seven biri olarak, nasıl bir sonuç ortaya çıkacağını merakla beklemeye başladım. Yeniden çevirmeler konusunda çoğu zaman mesafeli davranıyorum. Sanat üretiminin sürekliliği, farklı bakış açılarıyla çoğaltılması konularına önem veren bir…
Gerçekten heyecanlanarak müzik yapmak. Duyguları saklamadan, ticari bir maskenin kahakasına gizlemeden, klişe hikayelerin merkezine oturtmadan sahneye çıkmak ve müziği yaşamak. Karsu Dönmez‘in insanda yarattığı ilk his bu. Basın bültenleri Avrupa gazetelerinde çıkan “Hollanda’nın Norah Jones’u” tanımlamasını parlatmaya çalışıyor. Oysa gereksiz pırıltılara yaslanmadan, olanı aktarmak yeterli. Olan ne mi? Karsu, müzik yapmayı seviyor. Çok kişiye ulaşmak, alkışlanmak konusundaki isteğini de gizlemiyor. Sezen Aksu’ya hayranlığını dillendirirken cidden nefesi kesiliyor. Şarkıları düzenlerken aklına gelen ritmleri anında masaya vurarak çalıyor. Yetmezse ağzıyla bossa-nova ritmleri…
Teklif Sevin Okyay‘dan geldi… “Birlikte radyo programı yapalım,” dediği anda, bir saniye bile düşünmeden “Evet!” dedim. Sevin Abla’yla stüdyoda birlikte olmak başlı başına yeniden öğrenci olmak, yeniden okul sıralarında dirsek çürütmeye başlamak demek. O bitmek bilemeyen öğrencilik halini çok değerli buluyorum. Hele bir de öğretmeniniz Sevin Okyay ise… İşin bir de radyo aşkı bölümü var. Çocukluğumda, Ankara Radyosu’nun bürokrasi ve ciddiyet kokan koridorlarında koşarken, büyük stüdyonun arkasındaki “sağır oda”da yaşıtlarımla yerlere yayılıp ders çalışırken, gülüşürken içime düşen bir aşk bu….