Kültür:
- Bir toplumun duyuş ve düşünüş birliğini oluşturan, gelenek durumundaki her türlü yaşayış, düşünce ve sanat varlıklarının topu.
- Tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada, sonraki kuşaklara iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü.
Google’a “Kültür nedir?” yazınca, sözlük karşılığı olarak bu iki madde düşüyor ekranınıza. İkinci madde, toplumbilim tanımı olarak belirtiliyor.
İki tanımı da kelime kelime açmaya çalışınca bir takım belirsizlikler, tartışma doğuracak açılar, uzun lafın kısası sıkıntılı haller görüyor insan. “Gelenek durumundaki her türlü yaşayış” ya da “insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü” bölümlerini bir konuşmaya başlasak laf uzadıkça uzar. Hatta genel kabul görmüş “kuşaktan kuşağa aktarılabilir olma durumu” da tartışılır.
Aman yanlış anlaşılmasın… Bu tartışmalara karşı değilim. Hatta değerli ve gerekli buluyorum. Sadece kültür ve sanat konularında tartışmaların belli “tanımlara ve bakış açılarına” sıkıştırılmasına itiraz edebilirim.
Tanımlandıkça alanı daraltılan bir kavram kültür. Şimdiki zamanı konuşmaya hep gecikerek başlıyor. Çünkü önce geçmiş zamanla hesaplaşması ve o meşhur “miras, köprü” benzetmelerini tamamlaması gerekiyor. Konuşmaya başladığı anda şimdiki zaman yine geçip gitmiş oluyor. Her konuşmasına geçmiş zaman kipiyle başlayan, kıymeti kendinden menkul dede halleri var. Neyse ki bu dedenin gelecek tahayyülleri pek fazla. Eh buna da şükür…
Bütün bunlar nereden aklıma geldi?
Cumhuriyetimizin ilânının 95nci yılını kutlarken, elbette kültür-sanatın şimdiki zamanını da düşünmek istiyor insan. “Şunlar yanlış yapıldı – Bunlar harika olacak” tahterevallisinden inip ayağını şimdiki zaman toprağına basmak istiyor.
Rövanş isteyen bir savaşçı diliyle “kültürel iktidarı” ele geçirmekten söz edenler bir yanda, kültür sanatı sadece bir zümrenin “hakkı” olarak görenler öte yanda… Kültür sanat masasına otururken “Buyurun şu tavla müsabakasına. Beyaz pullar oryantalizm, siyah pullar oksidentalizm” diyen eril bir dil. Sanat üretimini, vergiler ve ekonomik sınırlandırmalarla ehlileştireceğini sanan çiftlik sahipleri, sahiplerinin emirlerinden yasakçı cümleler üreten kahyalar. Aktarılan bütçeler, engellenen kaynaklar. O bitmek bilmez üstten bakışlar. O bitmek bilmez el pençe divan durmalar.
Süslü cümlelere gerek yok.
Cumhuriyetimizin 100ncü yılına koşar adımlarla gidiyoruz. Ama ben şimdiki zamandan konuşmak istiyorum. Tam da şimdi ve burada…
Bu yazıyı yazmama neden olan bir Murat Yetkin yazısı. Yazının tümüne yetkinreport.wordpress.com adresinden ulaşabilirsiniz. Murat’ın kısa ve vurucu yazısının finalini şuracığa kopyalayayım önce…
(…) “Yaşasın Cumhuriyet” derken, yaşasın laiklik, yaşasın çoğulcu demokrasi, çok sesli basın, laiklik, toplumsal cinsiyet eşitliği, adil yargı, adil kalkınma demek istiyorum.
Ben de bütün bu isteklere katıldıktan sonra kendimce küçük bir ek yapıyorum: “Özgür – çok sesli – eşitlikçi bir düşünce dünyası, kültür algısı ve sanat üretimi” istiyorum.
Atatürk’ün düşüncelerini “şimdiki zaman kipiyle” okuduğumuzda, güzel bir gelecek zaman cümlesinin kendiliğinden oluşacağına inanıyorum.
“Yaşasın Cumhuriyet” deyip bir sonraki 29 Ekim’e kadar yorgan altına girmeyin.
Ve “Yaşasın Cumhuriyet” demekten de korkmayın.
Yaşasın Cumhuriyet!!!