Yıllar önce İletişim Yayınları’nın arkası gelmeyen minik kitaplarından birinde, Robert Pinget imzalı “Yazamamak”ta okuduğum bu satırlar sıklıkla aklıma gelir. Yazmak-yazamamak ekseninde fragmanlardan, notlardan, iç döküşlerden ve hatta korkusuzca sabuklamalardan mürekkep kitabın bu satırları, benim zaman zaman ‘şekerli anlatım’ diye tanımladığım, Pinget’nin dilinde ‘baharatlanmak’ oluveren bir ruh haline götürür düşüncelerimi. Evet, o şeker damakta ağdalı bir tat bırakır, hatta doğru düzgün cümle çıkamaz olur öylesi yapış yapış bir ağızdan ama bir yandan da, anlatının tadı tuzu biraz da o şekerden gelir kimi zaman. Usta işi bir aşçı gibi elin ayarını bilmek gerekir sadece. Yemeğin tadını kaçırmadan ya da tatsız kılmadan tenceredeki karışımı, okura sunabilmek. Genzi yakan bir şeker tortusu yada mideyi delik deşik edecek bir baharat topu olmadan, edebi lezzet dengesini ayarlayabilmek. Ama unutmamak gerekir ki, o lezzet bir noktadan sonra metnin samimiyetini de yok edecektir. Nasıl ki aç kişi kötü bir yemeğe oturmaktansa kuru ekmekle doymayı ercih edebilecekse, edebi lezzete aç okur da, bütün o süsten püsten ırak, sade bir metinde kaybolmak isteyebilir. İsteyecektir.
Yazının başına her oturuşunda duvarlara toslayan Bay Rüya’nın notları, kayboluşları, savruluşları, tekrarları, kaçışları zihin açıcıdır. Şöyle bir not düşer hayatına Bay Rüya: “Esin perisini gıdıklamak. Bu itici ifadeyi kullanmaya cesaret eden herifin parmağını onu kullanmadan kesmemiş olmaları ne yazık.” Pinget’nin bu anında hesaplaşmaktan korkmayan üslubu, kısacık anlatıyı daha da değerli kılar. Hep o sadeliğe ve içtenliğe çağırır okurunu kitap. Okurun da yazarını o alana çağırmasını önerir. Edebiyat, içtenlikten uzaklaşıldığı anda, ülser sancıları çektiren bir baharat topu yutturur insana. Öyledir.
gazetecilik okuyan bir öğrenci için önerilebilir bir kitap gibi duruyor.