“Yazar duruşu” nedir?

Bir yazar şöyle demişti, zamanın birinde: “Sosyal medyada falan bu kadar çok yazman iyi değil bence. Kendini biraz geri çekmeyi bilmelisin. Bir yazar duruşu sergilemelisin.”

Üstelik bunu, parmağını sallayarak ve biraz da haddimi bildirerek söylemişti. Anlaşılacağı üzere, “bir anda aklına gelen” bir düşünceyi, dostça bir söyleşi içinde paylaşmak değildi amacı. Üstünde düşündüğü bir kavramın, “yazar duruşu” kavramının ateşli bir savunucusu vardı karşımda.

Olabilir.

İşin “üslup” kısmına takılmadan ilerleyelim. İnsanların hayatlarının bir döneminde, bir kavramın sağlayacağı iktidar alanına meftun olmaları şaşırtıcı değil.

Sonrasında çok düşündüm: “Yazar duruşu nedir?”

Kendi gençliğimde gördüğüm ağırbaşlı, düşünceli, ulaşılmaz ve her sözünde bir hikmet saklı olan figürlerden mi alıyordu bu duruş gücünü?

Bilmediğimiz bir yerlerinde yaraları olan, dert yanardağının içine düşmüş insanlar mıydı yazarlar?

Kendini ağırdan satmakla, bilginin sahibiymiş gibi davranmak arasındaki çizginin kalınlığı neydi?

İflah olmaz bir romantizmin, sadece yeri geldiğinde sunulan ironiyle harmanlandığı bir cümle miydi yazar?

“Fotoğraf çektirirken gülmeyin,” diyenini de duymuştum. “Pişmiş kelle gibi sırıtmayın”la, “yazar dediğin derin bakar” arasında bir değerlendirme olsa gerek bu. Peki ama neden? Yazarın, bedeniyle vaadettiği ve bilmediğim bir şey mi vardı bu “yazar duruşu” formülünün içinde?

Bu söylediklerimin çoğu, Gezi Direnişi öncesinde defterlerime not düştüğüm şeyler. O zamanlar daha çok beyin patlatmışım bu meseleye demek ki. Ama arada sırada, özellikle daha çok kullandığım Twitter ortamında gezinirken aklıma yine düşüyor. Özellikle de takip ettiğim ya da arada yazdıklarına baktığım yazarlara söylenenleri falan okuduğumda.

Konunun orta yerine Gezi’yi yerleştirmem boşa değil, hemen söyleyeyim. Çünkü bu süreci “içeriden” yaşayanlarla, “gözlemci” pozisyonunda kalıp büyük değerlendirmeler yapanlar arasında bir üslup farkı var.

Orada olan yazarlar vardı. Bir de oraya bakan yazarlar.

Dolayısıyla şu “yazarlık duruşu” meselesine bu sürecin sonrasında daha geniş bir çerçeveden bakabiliyorum. Ya da baktığımı sanıyorum. Neyse…

Yanlış anlaşılmasın; o duruş dediğiniz şey, öyle değil böyle olmalı gibi bir cümle kurmayacağım. İsteyen istediği gibi durabilir, durmalıdır da. Ben sadece bu meseledeki ikiyüzlülüğe odaklanıyorum. Meyhane ortamında türlü maymunluk yaptıktan sonra, okurların karşısında “ağır abi” olanla benim meselem. “Yahu yazar dostlarının yanında her şekle giriyorsun da, okura mı senin havan?” diyesim geliyor. Oysa, edebiyatının varlığı o yazar arkadaşların değil, okurların. Bir süzgeçten geçirilmemiş gerçek yüzünü göstermen gereken, aslında onlar. Hayatın içinde nasılsan öyle olsan edebiyat arenalarında da… Zor mu? Yanlış mı? Nasıl normalde ağır bir adamsan okurla buluştuğunda takla atmanı istemiyorsak, normalde eğlenceli bir adamsan okurla buluştuğunda düşünceli-dertli hallere bürünmeni de bir o kadar istemiyoruz.

“Ben okurla buluşmam,” diyorsan itirazımız yok. Ama hem burada biraz olayım, buradan biraz sosyal medyaya bakayım, buradayken edebiyat ortamlarına iyi geleyim, buradayken de okurlara kutsallığımı hissettireyim diyorsan, durum tatsızlaşıyor.

Peki bu yazıyı neden şimdi yazıyorum? Nedeni basit, bu aralar Celine okuyorum.

Şimdi bu yazıyı okuyanlara sormak istiyorum: “Yazar duruşu nedir? Yazar nasıl davranmalıdır? Bu davranışların bir kalıbı çıkartılabilir mi? Yazar olmak isteyen herkes o kalıba dökülebilir mi?”

Nedir yani?

Yorumlar (11)

Dürüst olmalı yazar, dürüst.

Merhaba,

Yazdıklarınızın çoğuna katılmakla birlikte yazar ve okur arasındaki o kişisel bağı atladığınızı düşünüyorum. Bu da şu demek: Kitabını okuyup da derinlerimde bir yerimi acıtan, düşünmemi ve hatta ağlamamı sağlayan bir yazarın bu satırları yazarken Demet Akalın dinlediğini öğrenirsem bir daha o yazarı okumam. Yazarlık duruşu da aslında bundan çok da farklı değil. Esprilerinin çok kötü olduğunu bilen ve bu yüzden sadece arkadaşları arasındayken rahat rahat kötü espri yapan bir yazar tutup da Twitter'da da espri yaparsa tabiri caizse karizması çizilir. Okur da o yazarı asla eskisi gibi göremez artık.
Gerçek yüzünden hoşlanmayan ve gerçek halleriyle barışık olmayan yazarların da okurlarına bu yüzlerini göstermemesi kadar doğal bir şey olamaz şu durumda. Çoğu okurun çok sevdikleri yazarla tanışmayı istememesi de bundan dolayı… Büyü bozulmasın diye hepsi.Kaldı ki bunu sadece yazarlar değil, hepimiz bir yerde yapmıyor muyuz? Size yöneltilen "şöyle şöyle dur"cümleleri de gerçekten komikmiş. Kendinden emin olmayan bir insanın söyleyeceği sözler çünkü bunlar.
Çok konuştum. Sevgiyle kalın. Siz gerçekten iyi bir yazarsınız.

Virginia Woolf Orlando'da şöyle bir cümle kurmuş. "Aşk ve tutku,kadınlar ve şairler hepsi de boştu. Edebiyat maskaralıktı."

Ve yine şu cümlede Orlando'dan.
"Şöhret insana köstek olur, daraltır,tanınmamışlıksa insanı pus gibi kuşatır; tanınmamışlık karanlık,geniş ve boştur; tanınmamışlık zihnin yoluna engel koymaz. Tanınmayan adamın üzerine karanlık şefkatle yayılır. O adamın nereye gittiğini, nereden geldiğini kimse bilmez. Gerçeği arayabilir ve dile getirebilir; sadece o özgürdür; sadece o huzurludur."

Yazar duruşu bana göre "olduğu gibi görünmek ve göründüğü gibi olmakla" ilintilir.

Bir de şair olmak var. Nedir şair olmaktan anladığımız derseniz…

"Hiçbir şair kendini siyasi gücün ve erk'in yanında konumlandırmaz. Şair; hiçbir koşulda haksızlıktan, zulümden, adam kayırmadan, yanlıştan, sokak kültüründen, eksik demokrasiden yana tavır koyamaz. Şair; iktidardaki siyasi erk benim dünyevî görüşüme yakın diye, kötüye giden olayları görmezden gelme mantığıyla hareket edemez. Ederse o kişiye zaten şair denilemez. Belki konjonktür gereği popüler olabilir, ödüller alabilir, yazdıkları okunabilir, kitapları çok satabilir ama bu veriler gerçek şair olmak, geleceğe kalmak için yeterli ölçüler değildir. Şair olmak bütünüyle güç bir yaşam tarzına hazırlıklı olmayı, çile çekmeyi, sözü eğip bükmeden dosdoğru hakkı söylemeyi gerektirir."

Clive Barker, "Kutsanma Ayini" kitabına çok güzel bir giriş yapar.

"Ben bir insanım. Ve insanlar, öyküler anlatan hayvanlardır. Bu, türümüzü yaratan ama öykümüzün sonunu anlatmayan Tanrı'nın bir armağanıdır. Bu gizem bize sıkıntı verir.Zaten başka türlüsü nasıl olabilir ki? Öykünün sonunu bilmeden daha önce olanları, yani hayatlarımızı nasıl anlamlandırabiliriz?

Bu yüzden yaratıcımızı,heyecanla ve kıskançlıkla taklit eder, kendi öykülerimizi yazarız, Tanrı'nın yarım bıraktığını şans eseri anlatabileceğimizi umarak. Ve öykümüzü bitirirken niye doğmuş olduğumuzu anlarız."

Barker'ın bu girişi, yazarken benim en önemli duruşumdur diye düşünüyorum. Çünkü yazar olarak ya da hikayeci olarak anlattıklarım ile bilinmezlerime çözüm aramayı seçerken, belli bazı kalıplara ya da insanların itelediği fikirlere göre oluşacaksam, kendi hikayemi nasıl dürüstçe anlatırım?

Ormanın içine minaresiz bir cami koyayım. Camiye giren bendendir. "Hani minare niye yok? diyene "Sen ormanda ne arıyorsun?"diye sormalı asıl

Bana göre samimi bir anlatım duruştan daha önemlidir. Anlatımında samimiyetten yoksun bir yazar istediği gibi dursun, isterse amuda kalksın beni etkileyemez 🙂

Eskilerin bir lafı vardı "Ağır ol molla desinler" Şimdilerde de biriler " Kendini kas ki yazar desinler" şeklinde yazar duruşu isteyebilir. Yazarın duruşu kalemidir. O yazmaya hazırlandığında yazar onu eline almak zorundadır. Yoksa kalem sizi terk eder HALİT ÖZDÜZEN(Araştırmacı Yazar)

bence 'o' eseri yazabildiyse yazar.. icinde ' o' insan var demektir.. ben iste o insanin pesindeyim hep yazar durusu degil insan durusunun icindeyim.. ama copte dostoyevski buldum belgeselinin en sonunda dendigi gibi bizi bunca etkileyen seyleri yazan guzel eserler ve onlari yaratan insanlar oldugu gibi.. cok kotu seyleri konu alan .. ovup yucelten eserler ve kisiler ve onlarin pkuyuculugu da var..
demek yazardan beklentimiz kisisel.. her yazarin bir ojuru var her okurun bir beklentisi…
atalet

"her şey"in özü ya da başı ya da sonu dürüst olmaktır.
tırnak içine istediğinizi yazabilirsiniz ama hep doğru sonuca ulaşırsınız….

salaş bir restaurantta da bulabilirsiniz harika bir tadı, çok lüks bir restaurantta da ama unutmamalı ki yediğiniz her şey o restaurantın mutfağında pişer ve o mutfak bir yazarın iç dünyasıdır bence yani ÇoĞu kez sadece yazarın parmakları ile hayat bulan dünyasıdır.

Twitter birçokları icin "fenomen" olma mekanı. Takipçi sayısını artırıp tanınmak icin turlu taklalar atanlar da hemen sırıtıyorlar. Bunların içerisinde bazı yazarlar da var ne yazık ki… bunlardan biri ile yine o site uzerinden ufak bir tartisma yaşamıştım bu yuzden. Belki ona da rast gelmissinizdir. Sorun yazarların ne olduklarından cok, ne olmaya çalıştıkları. Beni onun siyasi görüşü vs ilgilendirmiyor. Ama bunu göstermek icin çırpınışı edebi yönünün önüne geçiyorsa evet benim yazar profilimle örtüşmüyor. Bu bir bakış, duruş olarak nitelendirilebilir belki haklisiniz. Yalniz cok satmak icin bunları yapan yazarlar yerine sadece kitaplarıyla konuşan yazarları tercih etmek de pek abes olmasa gerek.

Yazdıklarıyla nasıl hayata, okurlarına dokunuyor-temasa geçiyor? Bu önemli. Diğer yaptıkları ile ilgilenmek biraz, nasıl desem, kimseyi ilgilendirmemesi gerektiğini düşünüyorum.

bir yorum bırakın