Schnitzler: Çağının ötesinde bir yazar

Adını sıklıkla duyduğum Arthur Schnitzler’i
ilk kez Ölmek (Sterben) ile okumuş oldum. Yüz sayfayı bulmayan oylumuyla,
rahatlıkla okunan bir novella. Ilık bir Mayıs gününde, huzurlu bir parkta, kitabını
okuyarak Felix’i bekleyen Marie’nin görüntüsüyle açılan kitap, sonrasında
bitmek bilmeyen bir huzursuzluğun resmini çiziyor. Tedirgin ve örtük konuşmalar
kısa sürede, Marie’yi (ve biz okurları) acı gerçekle yüzleştiriyor. Felix’in
ölümcül bir hastalığa yakalandığını öğreniyoruz. Böylece Marie’nin (ve yine biz
okurların) sayfalar boyunca taşımak zorunda kalacağı bir yükü omuzlamış
oluyoruz. Üstelik yük giderek daha da ağırlaşıyor ve romantik bir duruştan,
varoluşsal bir noktaya taşıyor okuru. Çünkü iki aşığın son yolculuğa birlikte
çıkmak konusundaki gelgitli ruh halleri, Felix’in Marie’ye “Benimle gel,”
demesine kadar uzanıyor.

Schnitzler, bütün eylemleri gösteren,
karakterlerin hareketleri üstünden duygusal tablolarını çizmeye çalışan ve
bütün bu yapının içinde akışkan diyaloglara önem veren bir anlatı kuruyor.
Elbette konu derinleştikçe, kitap bizi psikolojik bir anlatıma ve içseslere
taşıyor. Çoğunlukla Felix’in, kimi zaman da Marie’nin zihninde ilerliyoruz. Schnitzler’in
hayat hikayesine bakınca bu psikolojik çerçeveyi daha iyi anlıyoruz.

Schnitzler, günümüz okuru için Stanley
Kubrick
’in “Eyes Wide Shut/Gözü Tamamen Kapalı” uyarlamasını yaptığı Rhapsody
(Traumnovelle) adlı kitabın yazarı. 1925-26 yılları arasında yazdığı bu kitapla,
1895’te kaleme alınan Ölmek arasında koskoca bir dünya savaşı var. Bu savaşın
yıkıcılığı anlatım tarzını değiştirmiş olsa da Schnitzler’in temel meseleleri, burjuva
yaşamının ikiyüzlülüğüne, orta sınıf ahlakına ve duygusal şiddete bakışı aynı. Elimizdeki
kitapta da, romantik edebiyatın ezberlerini, psikolojik bir bakışla ters yüz
eden yazar, iki sevgili arasındaki duygusal şiddeti adım adım, her yönüyle
ilerleterek okura yaşatıyor. Tekrar eden duygular, iletişimsizlikler,
çözümsüzlükler, bizi de o bunalımın ve hesaplaşmanın parçası haline
getiriveriyor.
Bir tıp doktoru olan, psikiyatri alanında
çalışan, telkin ve hipnoz yönetmlerine özel ilgi duyan, Sigmund Freud’un
çalışmalarına kafa yoran bir Viyanalı Arthur Schnitzler. Tiyatro alanında
verdiği eserlerle ve özellikle de Rondo adlı eseriyle hem çok tanınmış, hem de
çok tartışılmış. Bu eseri önce Max Ophüls, ardından Roger Vadim ve son olarak
da Fernando Meirelles sinemaya aktarmış. Zaten Schnitzler’in eserleri, her daim
sinemacıların gözdesi olmuş. Bir diğer tiyatro oyunu Anatol, 1921 yılında Cecil
DeMille tarafından sinemaya uyarlanmış örneğin. Okuduğumuz kitap, Ölmek
(Sterben), 1971’de, Peter Beauvais imzasıyla bir televizyon filmi olarak
çekilmiş. IMDB verilerine bakacak olursak, yazarın eserlerinden 97 tane sinema ve
televizyon uyarlaması yapılmış.
Okuyunca, sinemanın yazarı bu kadar sevmesine
şaşırmıyor insan. Anlattıkları ne kadar psikolojik çözümlemelerle dolu olsa da
sahne kurmaya ve durumu diyaloglarla aktarmaya özen gösteriyor Schnitzler.
Karakterlerinin zihninde yaptığı yolculuklarla da, çerçeveyi iyi çiziyor. Hiç
kuşku yok, özel bir yazar. Uzun yıllar tiyatro metinleri yazdıktan sonra
yöneldiği roman ve öykü türünde de, korkusuz ve deyim yerindeyse sivri eserler
vermiş. Arthur Schnitzler, nitelikli edebiyat severlerin mercek altına alması
gereken bir isim. Bütün bu söylediklerimizin toplamında, Ölmek, özel bir okuma
deneyimi yaşatıyor okura.
Bir küçük not da Dedalus Yayınları için.
Zeynep Tuğçe Özcan’ın yetkin çevirisi, daha iyi bir ‘düzelti’ çalışmasını hak
ediyor. Bu konunun çoğu yayınevinin sorunu olduğunu biliyorum ama daha iyisini
istemek, okurun en doğal hakkı. Aynı şekilde, kendi başına iyi bir desen ama
kitabın ruhunu ve dönemini daha iyi yansıtan bir kapak deseni beklemek de
okurun en doğal hakkı. Şu ana kadar çok nitelikli bir seçki yayımladı Dedalus,
böyle devam etmesi dileğiyle.

bir yorum bırakın