Birlikte çoğalmak

“Müzik konusunda kendimi gerçekten yetersiz hissediyorum,” dedi bir arkadaşım.

Sözünü ettiği yetersizlik “müzik bilgisi”ne dair yetersizlikti elbette. Ama tuhaf olan, bu yetersizlik hissinin, müzikle arasında bir mesafe koymasıydı. Sohbet derinleştikçe, arkadaşımın derdi netlik kazandı. “Okuduğum, izlediğim, dinlediğim eser hakkında bilgi sahibi olmak istiyorum,” diyordu.

“Okuduğun romanın yazarı, izlediğin tablonun ressamı ya da dinlediğin müziğin bestecisi hakkında bilgi edinmek mi?” dedim.

“Bütün bunlardan fazlası gerekiyor o eserle ilişkimi belirlemem için,” dedi. “Tarihsel bağlama da oturtmalıyım. Entelektüel etkilerini araştırmalıyım. Öncüllerini bilmeliyim. Diğer sanat disiplinleriyle etkileşimlerini araştırmalıyım. Bütün bunların ötesinde, o esere dair kendime ait bir cümle kurabilmeliyim.”

Sonra başka yerlere savruldu sohbetimiz. Ama bu sözler benim zihnimde asılı kaldı.

Yaklaşık yirmi yıl önce çok güldüğüm bir olayı hatırladım. Sinemaya hep mesafeli davranan, günün popüler filmlerine burun kıvıran, sanat sineması diye tanımlanan alanda savrulmaktan korkan bir arkadaşımız vardı. Günün birinde “Sinemaya merhaba demeye hazırım artık,” demişti. “Potemkin Zırhlısı’ndan başlıyorum. Yavaş yavaş bugüne kadar geleceğim.”

Çok gülmüştük bu cümleye. Yanlış hatırlamıyorsam herkesin Matrix’i konuştuğu yıllardı ve arkadaşımız o noktaya gelebilmek için bir sıfır noktası belirlemişti kendisine. Aslında ortada gülünecek bir şey olmadığını şimdi daha iyi anlıyorum. Arkadaşımız günceli tartışabilmek için tarihsel ve entelektüel bir süreci tamamlaması gerektiğine inanıyordu. Kendi cümlelerini kurabileceği bir “bilgi”ye ulaşmak istiyordu.

Potemkin Zırhlısı filminin meşhur merdiven sahnesi

Bunları düşünerek eve döndüm ve kısa süre önce dostum Murat Yetkin’in bir sahaf mezatından benim için aldığı 1963 tarihli “Musiki Sanatı” adlı kitabı karıştırmaya başladım. Edip Özışık‘ın 1962 tarihinde yazdığı kitabın “Musikide Zevkın İnkişafı” başlıklı bölümü okudum.

“Musikiden zevk alma hassasını inkişaf ettirmek için iki şey gereklidir,” diyordu Edip Özışık: Anlamak ve bilmek. Yani müzikten zevk alma yeteneğini geliştirmeyi bu iki olguya bağlıyordu. Anlamak için nesnel ve öznel bir değerlendirmenin gerekliliğine, bilmek içinse teknik gelişime ve duymak/duyumsamak eksenine işaret ediyordu.

Günümüz dünyası farklı bir müzik dinleme pratiği sunuyor. Dijital platformdan bir liste seçiyorsunuz ve başlıyorsunuz dinlemeye. Çoğu zaman çalan gruptan haberiniz olmadan, bir daha dinleseniz tanıyacak kadar yoğunlaşmadan. Elbette bu dinleme pratiğini dışlamıyorum. Örneğin bir Spotify kullanıcısı olarak ben de sıklıkla uyguluyorum bunu. İnsan böyle de zevk alabilir müzikten. Ancak böylesi bir süreç, Edip Özışık’ın söyleyişiyle “musikiden zevk alma hassasını inkişaf ettirir” mi, bilemiyorum.

Kitabı kapattıktan sonra Keith Jarret‘ın “The Köln Concert” albümünü dinlemeye başladım. 1975 tarihli bu harika albüm hakkında bildiklerimi hatırlamaya çalıştım. Konserin 17 yaşındaki bir organizatör tarafından düzenlenişi, piyano seçim konusunda yaşanan aksaklıklar falan… Bunları bilmek albümdeki doğaçlamaların nedenlerini bilmek anlamına geliyordu. Dinleme anındaki zevkimi değiştiriyor muydu bu? Bilmesem aynı zevki alamayacak mıydım? Bu soruların cevabını veremem. Çünkü bu konularda bilgisiz olduğum zamanları hatırlamıyorum artık. Ama bilginin getirdiği ilişkilendirme, beni anlamak ve bilmek noktasına taşımıştı yıllar içinde. Edip Özışık’ın yıllar önce anlatmaya çalıştığı buydu sanırım.

Tekrar arkadaşımla yaptığım sohbeti düşündüm. Müzik bilgisi konusundaki açlığını ve itirafını daha anlamlı buldum gecenin sonunda. Bir gün oturup beraberce Köln konserini baştan sona dinlemek istedim.

Bir sanat disiplininden hayata dair cümleler çıkarmanın en güzel yoluydu bu. Birlikte çoğalmak…

Comments (1)

Nefis albüm…
Bence, duygu önemli en çok. Hissettirdikleri. Gerisine gerçekten ihtiyaç var mı? Bilmiyorum.

Leave a comment