Bugün Erdal Öz’ün doğum günü.
Ne tuhaf… Çok olmuş aramızdan ayrılalı. O haberi aldığım günü, uğurlamamızı bütün ayrıntılarıyla hatırlamak canımı acıtıyor. Erdal Abi’den iki yıl sonra da babamla vedalamıştım. Böyle böyle büyüyor insan. Böyle böyle ölüyor.
Dert kazıyacak değilim. Erdal Abi’yi hoşluklarla anıyorum yıllardır. Çoğunlukla gülerek. Onun gibi fıkra anlatmayı beceremiyorum ama gülecek bir anı bulup çıkarıyorum. Fıkralara pek gülmem zaten, bunu Erdal Abi de bilirdi.
Son zamanlarda günlüklerini, mektuplaşmalarını okuyorum Erdal Abi’nin. Okuyoruz. (Yeri gelmişken henüz okumamış olanlara da tavsiye edeyim)
Her günlük sayfasında, her mektupta onu bir kere daha tanımak iyi geliyor. Kendimi her şeye geç kalmış hissediyorum bir yandan da. Ben de günlük tutsam diyorum. Hatta ne yalan söyleyeyim, alıyorum yeni bir defter, başlıyorum yazmaya. Ama olmuyor.
Eğer günlük tutabilseyim ya da anılarımı yazmakta kararlı ve cesur olabilseydim, Kapadokya’da bir gün batımında birlikte şarap içerken bana söylediklerini not düşerdim sayfalara. Hayatımda yediğim pek çok kazığın nedenini, dost görünen yüzlerin sahte cümlelerini, hırsına yenik düşenlerin balmumu maskelerini iki cümlede özetlemişti Erdal Abi. “Aramızda kalsın” demiştik o anda. Yanımızda Cüneyt Türel ve Çetin Öner vardı. Onlar da öyle güzel konuşmuşlardı ki, öykü tamamlanmıştı. Üçü de yok artık bu dünyada. Aramızda kalacak yani.
Şaraptan rakıya geçilen gecede yine fıkralar anlatmıştı Erdal Abi. Yine gülmemiştim. Ama her fıkradan sonra, yüzüne yayılan gülümsemeye mutlulukla bakmıştım. O gülümsemeyi en iyi anlatan, uzun süre yayınevinin merdivenlerinde gelenlere ‘merhaba’ diyen fotoğrafı da şuracığa bırakayım.
İyi ki doğmuşsun Erdal Abi. Her şey için teşekkür ederim. Aramızda…
Samimiyetinize sağlık..