16 Eylül’de ZorluPSM’nin onuncu yaşı kutlandı. Kutlamada sahnede Fazıl Say vardı. Opus 100 “Hayat Ağacı Süiti” ilk kez dinleyiciyle buluştu. Eserlerin solisti Jamal Aliyev idi. Bu muhteşem kutlamaya Refik Anadol’un eserden yola çıkarak oluşturduğu veri heykeli eşlik etti. Ben de gecenin sunumunu yaptım. Böyle bir gecede, böyle isimlerle aynı sahnede olmak değerli ve heyecan vericiydi. Fazıl’la kaçıncı sahne birlikteliğimiz oldu, bilmiyorum. Her seferinde doğal bir anlatım yakalamayı başarıyoruz. Bunda Fazıl’ın samimiyetinin büyük bir rolü var. Bir de sahnede her tür sohbetin altında güven duygusu yatıyor. Birbirimize güveniyoruz o anda ve samimi bir şekilde akıyor sahne. Aynı şeyi Jamal ve Refik için de söylemeliyim. Refik o gece gerçekten çok heyecanlıydı. Sahnede heyecanını saklamayan, doğallığını bir an olsun kaybetmeyen, sahne sahteliğine bulaşmayan insanlara bayılıyorum. Refik bu anlamda da muhteşem biri. Karısı Efsun ile daha önce tanışmamıştım, onu da çok sevdim. O doğallığın yaşamlarındaki karşılığını görüyor insan. Eserin küratörü Lalin Akalan’la da güzel sohbet ettik. Zihnimi açan sohbetler o kadar iyi geliyor ki…
Sohbet deyince… Taner Ceylan sergisinin açılışında Seçkin Pirim ile karşılaştık. Ayaküstü ve kısa bir sohbette konu çok derin bir yere gitti. İkimiz de bir anda “döküldük”. Seçkin’le daha önce derin sohbetlerimiz, bunu sağlayacak bir samimiyetimiz olmadı. Ama o anda ikimiz de dürüst bir “açılmaya” ihtiyaç duymuşuz ki, kazdıkça kazdık sohbeti. Merkeze, madene ulaşana kadar kazdık. Sadece birbirimizi anlamaya ve mümkünse “iyi gelmeye” çalıştık. Sonuçta; üretmeye ve çalışmaya devam.
Taner Ceylan sergisinin kişisel birkaç notu daha var. Taner Ceylan ile daha önce tanışmamıştım. O gün Mehmet Emin Ağa Yalısı’na gittiğimde beni ilk karşılayan kendisi oldu ve “Sonunda tanışabildik” diyerek elimi sıktı. Bu içtenliği çok değerli buluyorum. Daha ilk andan itibaren kendimi “iyi” hissetmemi sağladı. Genelde öyle ortamlarda yabancılaşma kapasitem yüksektir. O karşılama ve ortamda beni samimiyetle kucaklayan başka isimlerin varlığıyla rahatladım. Konu yine dönüyor dolaşıyor samimiyete geliyor.
Samimiyet deyince… Taner Ceylan sergisinin ana destekçisi Club Marvy adına açılış konuşmasını Ece Tonbul yaptı o gün. Çok içten bir konuşmaydı. Sürece katkı sağlayan bütün isimlere teşekkürlerle dolu, süslemelerden uzak, doğal bir konuşma. Çok sevdiğim isimlerin katkısını da andı Ece. Ferhan İstanbullu, Feride Edige… Bu içten konuşma sırasında Ece’nin ve Club Marvy’nin desteğinin arka planını düşündüm. Bu destek, bir markanın “kurumsal iletişim” manevrası falan değil. Ya da “marka konumlandırma operasyonu”, daha da düz söylemek gerekirse “reklam” falan değil. Ece’nin entelektüel duruşu var ortada, bu duruşun uzantısı bir sahiplenme ve destekleme arzusu. Arkadaşlık var. Zaten Taner Ceylan da konuşmasında buna vurgu yaptı. Bu serginin üretim sürecindeki “destek”ten değil “arkadaşlık”tan söz etti. Hatta İstanbul’a başka bir çerçeveden bakma konusu da o arkadaşlığın sonucu belli ki. Markaların “markacılık oynadığı” bir evrende, Ece’nin samimiyeti o kadar değerli ki…
Günden Kalanlar’a başka şeyler yazmak derdindeydim. Konu birden samimiyete geldi. Athena konserinde Gökhan ve Hakan’ın sahne samimiyetiyle başlayıp, Yeni Bir Fest’te Levent Kömür’ün samimiyetine uzanan bir zamandan geçtim bu süreçte. Vaynıloğulları’nın ilk sohbet buluşmasında Kanat’ın, Görgün’ün, Mabbas’ın samimiyetleri. Bazen içinde bulunduğum dünyanın ikiyüzlülüğünden çok yoruluyorum. Hatta bu gerginleşmeme neden oluyor. Oysa aynı dünyaya, şu saydığım isimlerin çerçevesinden baksam durum değişecek. Pazar günü Fazıl, Ece, Görgün, Zeynep, Elâ ve Burcu’yla yemekteydik. Mezeleri elden ele geçirirken aynı şeyi düşündüm, samimiyetle paylaşılabilir hayat. Bu kadar basit.
Bloğunuz olduğunu neden bilmiyorum? Ayıpladım kendimi.. Olsun hemen okumaya başlayarak arayı kapatacağım. Çok sevgiler