Günden Kalanlar.37

* Neredeyse
bir aydır yazmamışım Fil Uçuşu’na. Bir ara “Yazarımız yıllık izninin bir
bölümünü kullandığı için yazılarına kısa süreliğine ara vermiştir”
yazmayı
düşündüm. Sonra konuyu sulandırmamaya karar verdim. Yine de günün birinde
kullanabilirim bu cümleyi.
 
Eski bir
öğrencimden gelen mesaj, kaç gündür bir şey yazmadığımı kontrol etmeme neden
oldu. Açıkçası blog sayfasını açmıyordum bile. Öğrencim bu tatil süreciyle
ilgili memnuniyetsizliğini “Ben alacağımı alıyordum Fil Uçuşu’ndan,”
diye dile getirmiş. (Aslında bu mesajdan kısa bir süre önce de Emma Peel’in
özlendiğini söyleyen bir mesaj almıştım ama bu benim sorunum değil, işin o
kısmını Emma Peel düşünsün.)
 
Bu mesajlar yine aynı soruyu sormama neden oldu:
Fil Uçuşu neden var? Akla gelen ilk ve basit cevap alt başlıkta kendini
gösteriyor zaten: okuduklarımı, dinlediklerimi, izlediklerimi ve aklıma
takılanları paylaşmak için var. (Paylaşmak deyince iki yönlü bir ilişki devreye
giriyor. Oysa ben yazıyor ve sonra da kaçıyorum, gelen yorumlara cevap yazmıyorum.
Bu noktada söylemeliyim ki, kendimi biraz kaba buluyorum.) Benim buradaki
paylaşma ilişkimde önermek, çoğaltmak, dikkat çekmek gibi noktalar öne çıkıyor.
Böyle de devam edecek.
 
Öğrencimin
mesajının içten içe sevindiren bir yanı var; demek ki yazdıklarım bir kitaba,
bir konuya dikkat çekmeye yarıyor, birkaç kişinin ilgisini çekiyor. Ama bir
yandan da bunları düşünmenin rahatsız edici olduğunu söylemeliyim. Yazarken ve
yaşarken kibir denilen o üstten bakan, parmak sallayan duruşun,
yakınımdan-uzağımdan geçmesini istemem. Eşitlik ve denge. Fil Uçuşu, benzeri
çoğu blogda farklı değil, hatta açıkçası çok daha çarpıcı bloglar var. Bu
sadelikle yazmaya devam edeceğim. Lafı uzatmayayım: öğretmek için değil
paylaşmak için yazıyorum.
 
Ayda
yaklaşık 10-15 başlık yer alıyor Fil Uçuşu’nda. Bunlardan bir ya da iki tanesi
Milliyet Kitap ve Milliyet Sanat için yazdıklarım oluyor. Bu konuyla ilgili bir
not: Dergilerdeki yer ve kelime sınırı sorunu nedeniyle çıkarılan bölümler Fil
Uçuşu’nda yer alıyor. Yani o yazıları buraya koyma nedenim, asıl hallerinin
paylaşılmasını ve saklanmasını sağlamak.
 
Geçen bir
ay, televizyondaki işte yeni bir sezonun başlaması telaşı ve seyahatlerle
geçti. Ayrıca sol omuzdaki kas yırtığının bitmek bilmeyen ağrılarına, bir de
sol bacak eklendi; yavaş yavaş eriyorum galiba. Yazmakla ilgili dert biraz da
bunlardan kaynaklanıyordu. Ayrıca dar zamanlarda yaşayan biri olarak,
bulabildiğim yazı aralıklarını çoğunlukla defterimle baş başa kalarak geçirdim.
En önemlisi de bol bol okudum. Bu okumalarla ilgili listeleri yakında
paylaşmayı düşünüyorum. (Hey gidi öykü hey, gürül gürül  çağlıyorsun; şakşakçılar sırf adı roman
olduğu için bile beş para etmez kitapları alkışlamaya devam etsin!)
 
Bir soru!
 
Lafı
uzatmadan uzun süre sonra gelen yazıyı bir soruyla bitireyim. Soru roman konusu
açılınca aklıma geldi: Acaba sizler de kimi romanları okuyunca sırf sayfa
sayısı fazla olsun, bu kalınlık etiket fiyatına (ve elbette alınacak teliflere)
yansısın, okurlar bu tuğla gibi kitaptan etkilensinler diye şişirilmiş bölümlerle
dolu oldukları hissine kapılır mısınız?
Roman sanatının günlük yayın
organlarının uzun süreli satışını sağlamak üzere tefrika edilmesi ve vakt-i
zamanında belli kağıt kalınlıklarını talep eden ciltçilik sanatı aklıma geldi
birden; nedense…)

Comments (10)

Merhabalar.Aslında kalın kitapları okumama isteğimin nedenini yazarın kendini daha fazla cümleye ihtiyaç duymasıdır.Oysa yazar anlatmak istediğini daha kısa yazı ile anlatabilir.Belkide ben ayrıntıları sevmiyorum yüzeyselliği seviyorumdur.İyi günler.

zaman daha doğrusu zaman yetmezliği hepimizin yada çoğunluğun konusu, hastalığı…
blog kendi kendine konuşmak değil mi? aslında cevap vermekte öyle; rağmen sonuçta hoş bir "karşılıklı monolog" söz konusu.
Emma Peel vebalinden ise böyle kolay kurtulmak mümkün değil şüphesiz. zaman hastalığına tutulunca o kadar seçici oluyor ki insan çoğu tercihlerini sağlamdan yana kullanıyor. bunlar da ise tuzağa yakalanmışlar az oluyor ama
evet! kimi romanlarda bu sünme gözden kaçmıyor malesef.
ama ve hep ve önce sağlık sonra derin ve zengin hayal….
gerisi boş.

Size ne olduğunu merak etmiştim. Demek yırtılan kasınızla projeden projeye koşuyorsunuz. Yazdıklarınızın çoğunu bloğunuzla değil de defterinizle paylaşıyorsunuz. Yırtık bir kasla kalem kullanmak, klavye kullanmaktan daha zordur bence.
Şişirilmiş tuğla kitaplara gelince, geçen ay kitapçılarda piramit gibi dizilen o kitaplardan aldım bir tane. Odamın kapısı, açık durmuyordu kitabı almadan önce.

Herkesin yazdığına saygım var,bir emek harcanmıştır.Kimilerine göre de değerlidir.Benim şu aralar anlamadığım,kimi yazarların seri halinde hatta neredeyse haftada bir yeni bir romanı nasıl yazıp,piyasaya sürdüğü.Kalıplaşmış bir konunun hani sıkıldığımız sezon dizilerinin sürekli aynı eksen etrafında dönmesi gibi geliyor.Tabi ki yazarına da,okuyucusuna da saygım var…
Hey gidi öykü hey,gürül gürül çağlıyorsun,cümlenize, öyküleri seven biri olarak canı gönülden katılıyorum…

Öncelikle çok geçmiş olsun. Umarım iyileşirsiniz bir an önce.
Siz buraya yazdıkça çoğalıyoruz. Belki ben de her okuduğumun altına yorum yazmıyorum. Ama yazılan her şeyi keyifle okuyorum. Kaleminize sağlık. Lütfen burayı ihmal etmeyiniz…

Öncelikle çok geçmiş olsun Allah şifalar versin.

sorunuza cevaben de şunu belirtmeliyim ki sizden etkilenerek hem sizin hemde başka bir iki yazarın öykü kitaplarını alıp okudum farklı bir türü denemek adına.Ancak bu denemem pek başarılı sonuçlanmadı ve romanın daha güzel bir tadı olduğuna kanaat getirdim yani sonrasında pek öykü kitabı almayı düşünmüyorum diyebilirim.Ama yazılarınızı merakla takip etmeye devam edeceğim.
Öykü romansever biri olarak çok yavan geldi bana ve sonuçsuz.Belki de iyi bir kitapsever değilimdir bilmiyorum.Ancak benim için roman vazgeçilmez.

Okuduğunuz öykü kitaplarını sabırsızlıkla bekliyoruz. Bunlar bizim için yol haritası oluyor. Hele de yeni, bilmediğimiz isimler varsa

bu durumda ya roman kötüdür yada okyucu.

serenad – zülfü livaneli bu tür romanların vahim bir örneği bence. zaten satış fiyatı da epey yüksekti, diğer kitaplara kıyasla. zülfü beyin maddiyatla aldığı ne eleştrilere katılmamak elde mi o kitabı okuduktan sonra.

Leave a comment