Şu kısacık cümle hem sinemamız açısından hem de filmi oluşturan ekibin kişisel hikayeleri açısından çok şey barındırıyor.
Doksanlı yıllar, Blue Blues Band ve özellikle de Yavuz Çetin ile Kerim Çaplı‘nın hikayelerine odaklanan film hakkında bu hafta yazılı ve görsel basında çokça haber yer aldı. Müzik eleştirmenlerinden film eleştirmenlerine uzanan yazarlar, sağ olsunlar, film hakkında yüreklendirici sözler söylediler. Merak edenin, küçük bir internet taraması yapması yeterli olacaktır.
Ucundan kıyısından da olsa içinde bulunduğum projeyle ilgili söz söylemem yakışık almaz. Sadece belgesel sinemayla, müzikle, yakın tarihle ve popüler kültürle ilgisi olan herkesin hemen gidip izlemesini tavsiye edebilirim. Gidin ve düşüncelerinizi filmin twitter hesabında paylaşın bence. @BlueFilmi
Filmi her izlediğimde ya da bir yazı okuduğumda 2010 yılına zıplıyor zihnim. Yönetmen Sertan Ünver’le tanıştığımız, birlikte CUMARTESİ programına imza attığımız yıla. O zamanlar çalıştığımız kanalın pek ilgilenmediği bir programı yaşatmaya çalışıyorduk birlikte. Cumartesi gecesi kültür-sanat ağırlıklı bir sohbet programına birilerinin ilgi göstermesini beklemiyorduk açıkçası. Kendi yağımızla kavrulabileceğimize inanıyorduk. Yıllarca kafamda olan bir düşünceydi böyle bir program yapılması. Cumartesi gecesi programı diyince, mutlaka “kahkahaya endeksli” ve “hafif” bir şey yapmak gerekmediğini düşünüyordum. Soran-sorgulayan bir sohbetle, yeni sedalara kapı açan bir müzik anlayışının da Cumartesi gecesi, prime-time’da izlenebileceğini düşünüyordum. Bu düşünceyi ilk omuzlayan Emrah Kolukısa oldu tabii ki. Kadim dost, omuzlamakla kalmadı, çokça fikir geliştirdi. Ve kısa süre içinde aramıza bir isim daha katıldı: Sertan Ünver.
O sıralarda başını kaşıyacak durumda değildi Sertan’ın. Çok sayıda programın kurgusuyla sabahlıyordu. Ama Cumartesi programında neler yapmak istediğimizi duyunca bir an bile düşünmedi. “Bensiz olmaz,” dedi. Doğru, onsuz olmazdı. Öyle güzel fotoğraf kolajları, şarkı kolajları, özel haberler, geçiş görüntüleri ve dosyalar hazırladı ki, programın ruhunu oluşturdu. Yalan söyleyemem, genelde gollerini doksanıncı dakikada attı ama her seferinde kazandırmayı başardı. Öyle bir forvet varken yenilmek mümkün değildi zaten. Emrah orta sahada oyun kurdu, Sertan golleri attı. Benim işim kalede durup, az sayıda gelen atakta gol yememeye çalışmaktı.
Burcu Doğan ve Handan Onuk başta olmak üzere çok isim var CUMARTESİ deyince anmam gereken. Benzersiz stajyerlerimiz Dilan, Doğukan, Ayşe, Türkan, Ekin ve diğerleri… Canlı yayın ekibinin her bir emekçisi. Gökhan Kalan. Jiyan Kızılboğa. Neyse… İsim saymaya başlayınca, birinin adını unuturum diye tedirgin oluyorum.
Anılarıyla yaşayan yaşlı amca tonundan çıkayım hemen. Bu yazının amacı Sertan’dan söz etmek. O yıllarda kahve molasına çıktığımızda hep müzik konuşurduk. Müzik ve sinema. Bir gün Rush konserine gitme hayalinden tutun da, Big Lebowski hırkasının modeline kadar pek çok konumuz vardı. İşte Kerim Çaplı hakkında bir film yapmak isteğini de ilk kez o günlerde duydum. Sonra Yavuz Çetin adı da dahil oldu bu hayale. Çok konuştuk. Önceden gelen hayallerini, bu sohbetlerle bir kararlılığa dönüştürdü Sertan. Bir gün bile geri adım atmadı. Ama yine de o hayallerin bir sinema filmine dönüşmesi kolay değildi.
Ta ki Suzan Güverte “Ben geldim, bu filmi yaparız,” diyene kadar.
Zeynep Atakan sayesinde tanıdığım ve yıllara yayılan bir çalışma arkadaşlığı yaptığım Suzan’dan ayrıca söz etmeliyim. Ama, sırf bu filmi yapabilmek için gösterdiği azim bile onu anlatmaya yetiyor. Konuşması kadar hızlı, kahkahası kadar kararlı davrandı. En zor anlarda bile “Durun bakalım, hallederiz,” dedi. Halletti de. Başardı. Böyle zorlu bir projenin yapımcısı olarak, filmini hem İstanbul Film Festivali gibi önemli bir festivalde yarıştırmayı, hem de vizyona sokmayı başardı. Üstelik festivalin Belgesel Yarışması’ndan Mansiyon ödülüyle ayrıldı Blue.
Gala gecesinde ve ödül töreninde şöyle bir baktım Sertan’a. 2010 yılında başlayan ayaküstü sohbetlerimizi hatırladım. Türkiye sinema ve müzik tarihindeki en önemli saygı duruşlarından birini gerçekleştirmek konusundaki azmiyle gurur duydum. Suzan’a baktım sonra… Tanıdığım en obur kadının, iş konusunda da iştahlı olmasına şaşırmadım. Bu ödülü de, eleştirmenlerden gelen olumlu cümleleri de sonuna kadar hakkettiler.
Üstelik bence, henüz yolun başındalar.
BLUE bugün gösterime girdi.
Bu kısacık cümlenin arkasında daha pek çok hikaye var. Hepsini anlatamam açıkçası. Sadece neşe ve azimle örülmedi bu kazak. En dertli zamanlarımızda da giydik.
Bence bir an önce gidin Blue filmine. Sonra da düşüncelerinizi bizimle paylaşın.
Hikayeler, parçası olunca daha değerlidir.
Not: Yazının sonuna Cumartesi programından bir foto-kolaj bırakıyorum. Canlı yayın arabasına dayanmış kasketli arkadaş Sertan Ünver… Fotoğraf çektirmeyi pek sevmeyen yönetmenimizin bu karelerini yakalayan Jiyan Kızılboğa ve programımızın arşivine gözü gibi bakan Burcu Doğan’a teşekkürlerimle.