• 4 Temmuz – 9 Temmuz arası nasıl geçti anlamadım, öylesine yoğundu ki. Ama o yoğunluğu güzel kılan konserler de vardı. 6 Temmuz Çarşamba, Santralİstanbul Kıyı Amfi’deki Jamie Cullum konseri, şakacı bir ağaç gölgesi gibi geçip gitti. Cullum, yetenekleriyle fiziğini, muzipliğiyle lafebeliğini pek iyi kaynaştırmış bir sahne canavarı. Aksamayan bir grupla birlikte hangi notayı ne zaman parlatacağını bilen yaramaz bir çocuk gibi. Tam anlamıyla seyriciyi avucunun içine alıp sürdürdü geceyi. Sonrasında çok konuşulan bir olay, konser sırasında başlayan ezana Cullum’un solo piyano ile eşlik etmesiydi. Bu tip konserlerde İKSV sanatçıları önceden ezan ve bu konudaki hassasiyet konusunda bilgilendiriyor. Bu konserde de öyle olmuştur sanırım. Cullum’un şansına ezan, bir şarkıya girmeleri sırasında, yani rahatlıkla soloya geçebileceği sırada başladı. Benim asıl merak ettiğim Cullum’un bu bilmediği ses karşısında gerçekten etkilenip etkilenmediği. O anda gerçekten “doğru tonu – doğru notayı” bulmaya çalıştı mı, yoksa işinin gereğini mi yapıyordu? Neyse… Sonuçta güzel bir ruh halinden geçtik. Gerisi ise danslı-çığlıklı, enerjik bir Cullum konseriydi.
• Sadece 2011 yılının değil, belki de son yılların en değerli ve benzersiz konserini, 7 Temmuz Perşembe akşamı Açık Hava’da izledik: “Tribute to Miles”. Miles Davis’in ölümünün yirminci yılında Marcus Miller’ın hayata geçirdiği bir proje. Miller, böyle bir proje için dahi müzisyenler gerektiğini biliyormuş ve hemen Herbie Hancock ve Wayne Shorter’ı aramış. Yanlarına trompetçi Sean Jones ve davulcu Sean Rickman’ı da alıp başlamışlar işe. Dokuz konserlik dizinin Dünya Prömiyeri’ni, o akşam Açık Hava’da yaptılar. Ben uzun zamandır Açık Hava’yı bu kadar kalabalık, konsantre ve teslim olmuş görmemiştim. Seyirci gerçekten nefes bile alamayacak kadar kendini verdi müziğe. Belki de şöyle demek daha doğru; grup, daha ilk notada, seyirciyi kadife eldiven giymiş güçlü elleriyle sıkıca tuttu, bir daha da bırakmadı. Marcus Miller’ın bas klarnetle açılışını yaptığı “Çocuk Miles” bölümü, bir anlamda pagan ayini gibi geçen buluşmanın zirvelerindendi.
• 8 Temmuz Cuma, stadyum konseri günüydü. Bon Jovi, Türk Telekom Arena’daydı. Gittik, gördük. Bir stadyum konserinin gerektirdiği her şey vardı açıkçası. Daha ne denir ki?
• 9 Temmuz Cumartesi, yıllardır düşündüğümüz ama başlama vuruşunu ancak birkaç hafta önce yaptığımız yeni program “Cumartesi”nin ilk yayın günüydü. Son iki hafta boyunca Emrah Kolukısa ile bu programa çalışıyoruz. Başta Sertan olmak üzere, Gökhan, Alican, Burcu, Müge, Berrak, Recep, Betül… hepsi bizim kadar heyecanla çalıştı, yoksa altından kalkamazdık. Ama Emrah’la ben, neredeyse bittik. (Yayın sonrasında birbirimizden kaçarak uzaklaştık, hiç değilse 24 saat görüşmeyelim diye.) “Her başlangıç yeni heyecanlar ve yeni korkularla gelir,” diye başlayalım dedi Emrah. Çünkü gerçekten korkuyorduk ve duygularımızı da samimiyetle paylaşmak istedik. İlk hafta program üç bölümden oluştu. İlk bölümde Gündüz Vassaf, Şebnem Bozoklu, Nadir Duman ve Sine Büyüka ile Bon Jovi konserinden yola çıkıp genel olarak büyük konser prodüksiyonlarını konuşmaya çalıştık. İkinci bölüm “Türkiye’de Polisiye” dosyası idi. Konuklar; Ahmet Ümit, Ümit Ünal, Esmahan Aykol, Emrah Serbes. (Bence programın en yüksek olduğu ve kafamızdaki duruşuna en yakın olduğu bölüm bu oldu.) Son bölümde de kapsamlı bir Moby röportajı ile birlikte elektronik müziği konuşmak üzere Portecho konuktu. (Son bölümde teknik bir aksaklık yüzünden Portecho’nun performansı yarım kalmasaydı daha iyi olacaktı. Özellikle buna çok canımız sıkıldı.) http://www.ntvmsnbc.com/id/25230363/
• Pazar günü önce Whitesnake arkasından Judas Priest ile kafaları kırdık. Rock konserlerindeki değişmez ortağım-yeğenim Ali Emre, Banu Güven, Özge Fışkın, Oğuz Kaplangı ve kalabalık bir Ankaralılar ordusu neredeyse bütün şarkılara eşlik ettik. İşte tam arkada Rob Halford “Hell Bent For Leather” söylerken Banu ile ben.
Banu Güven ile sizi beraber görmek güzel. Biran sizi son olanlara duyarsız sanmıştım, yanıldığıma sevindim.
Öncelikle yeni programınız hayırlı ve uğurlu olsun. Bence Cumartesi de kültür ve sanat izlenir! Moby röportajınızın tadına doyum olmadı. Müzikte 90'ların geri geliyor olmasını konuşmanız, müzik zevkimin şekillendiği o günlerimi anımsadıkça mutlu etti beni:)
Ve tabi ki bir Amy ve JK konserzedesi olarak, gündemi sıcak tutmanız da hoştu! Neyse lafı uzatmayayım, ben çok beğendim:)
Emeği geçen herkese çok çok teşekkürler…
cumartesi bir de gece gündüz gibi özet program olmayıp bir sürü de konuk olunca, bir de ilk program olunca çok keyifli olmuş. aksaklıklar pek göze çarpmadı ama dikkatimi çeken bir süre endişesi vardı sanırım, konuklar da bunun bilincindeydi neyse ki:) polisiye bölümü çok güzeldi, emrah serbes'in bir yerde istediği kelimeyi bulamayışı ve bizde iz bırakan "o polisiyeydi" teması çok güzeldi özellikle.:) emeğinize sağlık..